Arka Bahçemiz

Ağaçlar, Annelere Benzer

Üreme, canlılık ve kendini yenileme özelliklerinden olsa gerek, ağaçlar en çok kadınlara benzer.

Bitki araştırmacısı Yazar Hasan Torlak’ın,  Yolculuk Dergisi’nde yayınlanan yazısı…

 

ağaç-ve-kadın-e1386419798638Hititlerin Alıç ağacıyla kurdukları ilişkinin bir benzerini, Likyalılar’ın da Sedir ağacıyla kurdukları söylenir. Kuşkusuz bu ilişkide sedir ağacının, dönemin en önemli ekonomik değerlerinden biri olmasının payı büyüktür. Öyle ki, 1982 yılında Kaş açıklarında bir sünger avcısı tarafından tesadüfen bulunan ve dünya bilim çevrelerinin dikkatini bu yöreye çeken ünlü “Uluburun Batığı” nın taşıdığı ticari meta, bu zenginliğin boyutlarını anlamak açısından çarpıcı malzemeler verir. 3 bin 300 yıl önce Tunç Çağı’nda Akdeniz’in önemli liman kentleri arasında ticaret malları taşıyan ünlü geminin gövdesi sedir ağacından inşa edilmişti. Halen bir benzeri Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilenen Uluburun Batığına, 1984-1994 arasında yapılan binlerce dalışta, her defasında sualtı arkeologlarını şaşırtan malzemeler çıkartılır. 15 metre uzunluğundaki batıktan çıkartılan malzemeler arasında; kobalt, turkuaz mavisi cam külçeleri, abanoz ağacı, fildişi, gergedan boynuzu, yüzlerce küçük süs eşyası, plakalar halinde; on ton bakır, bir ton tunç, onlarca değerli vazo, içi parfüm dolu yüzlerce küp ve sedir ağaçları…

Yani sedir öyle bir ağaç ki; mücevherler, değerli madenler ve anforalarla eşdeğer bir ekonomik işleve sahip.

Likya’nın zenginlik kaynaklarından biri olan sedirlerin sayısı bugün hızla azalsa da yine de dünyanın en önemli sedir familyasına ev sahipliği yapan Elmalı’daki Çığlıkara Ormanları yüzlerce yıllık anıt ağaçlarıyla hala görkemini korur.

Ankara Polatlı yakınlarında bulunan Frigya’nın efsanevi kralı Midas’ın gömülü olduğu tümülüsün mezar odasının, iç duvarlarının ve Midas’ın özel mobilyalarının da sedir ve ardıç ağacından yapıldığı bilinir. Ve 2 bin 700 yıl öncesinden günümüze uzanarak kadim Anadolu uygarlıklarının ağaçla kurdukları bağın şaşırtıcı boyutlarını sergiler. Giray Ercenk, Damdaki Deve Sürüsü kitabında Anadolu’nun ağaçlardan oluşturduğu şaşırtıcı zenginliklerini çok güzel anlatır.

Kral Midas’ın ruhunu binlerce yıl dinlendiren ardıç, Türk edebiyatında da -hak ettiği ölçüde olmasa da- kendine yer bulmuştur. Fakir Baykurt’un özyaşam öyküsünü anlattığı 9 ciltlik serinin birinci kitabı “Özüm Çocuktur” da Akçaköy’den eşek sırtında Burdur’a, Gönen Köy Enstitüsü’ne giderken “Topal Ardıç” ın gölgesinde soluklandığı, azığını yiyip, suyunu içtiği bölümler canlı ve çarpıcıdır. Fakir Baykurt’un yöre köylülerinin taktığı adla “Topal Ardıç” diye andığı ardıç ağacında olduğu gibi Anadolu köylerinde; meşe, çam, sedir, çınar, köknar ve kavak gibi ağaçlara özel adlar koyma geleneği yüzlerce yıldır süregelir. Kambur Meşe, Telli Kavak, Ayşe Kavağı, Osman Ardıcı, Efe Ardıcı, Gelinkız Kavağı, Asker Kavağı, Kuşlu Meşe… Halkın ağaçları kişiselleştirmesi, Orta Asya Şaman inancının bir uzantısı gibi algılansa da, kavimler kapısı Anadolu’da ağaçları; zafer, ikbal, güç, aşk ve ölümsüzlük sembolü olarak görme geleneği çok daha eskidir.

Selçuklu ve Osmanlı’dan günümüze uzanan dericilik/ tabakçılık geleneğinin, deri tabaklamakta kullanılan meşe palamudunun bu coğrafyada yoğun olarak yetişmesiyle doğrudan ilgisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Oysa Osmanlı döneminde Hicaz Demiryolunun yapımını üslenen yabancı kumpanyalarla yapılan anlaşmayla, demiryolunun geçeceği güzergahın iki yanından birer kilometrelik arazideki ağaçların kumpanyanın kullanımına tahsis edilmesi, bu topraklarda “devlet eliyle” yapılan ilk büyük ağaç katliamlarından birini gösterir. Bu anlaşmayla binlerce kilometrelik alanda, on binlerce meşe ağacı yabancı kumpanyaların insafına terk edilir. Aynı Osmanlı’nın 17. yüzyılda odun harcamasının çok fazla olmasından düştüğü endişeyle hamam yapımına ve işletilmesine sınırlama getiren fermanlar çıkarması da ayrıca ilginçtir.

Cumhuriyet döneminin, madencilik, tarım ve ormancılığa verdiği önemin yanında, Anadolu coğrafyasının ağaç envanterini çıkartma çalışmaları önemli yer tutar. Binlerce yıldır Anadolu dağlarını bekleyen anıtsal ağaçlar, bilimsel çalışmalarla literatüre sokulur. 1951’de Anamur -Ermenek arasında bulunan anıt ardıç, 6 metrelik gövdesiyle şaşırtırken 1954’de Elmalı’da Tekke Deresinde bulunan 9 metre gövde ve 20 metre boyuyla halkın “Aslan Ardıç” adını verdiği kokulu ardıç, yine aynı yıllarda Elmalı’da bulunan şah ardıç, 24 metre boy ve 2 metreyi aşan çapıyla 800 yıllık tarihe tanıklık eden anıt ağaçlarımızdan sadece bir kaçını oluşturur.

Şimdilerde daha çok siyasi yazıları ve televizyon konuşmalarıyla gündemde olan Yazar Nihat Genç, en güzel yazılarını ağaçlar, özellikle de Karadeniz Ladinleri hakkında yazmasının yanında, ormanlarımız konusunda en çok kalem oynatan yazarlarımızdan biridir. Nihat Genç’in İletişim’den çıkan Modern Çağın Canileri kitabına da aldığı “Ormanların Gümbürtüsü” başlıklı yazısı ormanlarımız üstüne yazılmış epik metinlerden biridir: “… Ve orman Tanrının şair olduğu yerdir, şairlerin şairi akşam kızıllığında sizi orada, palamut meşelerinin altında bekleyecek, gidin ve doyun, ruhunuzun anlatılamaz, o büyük ustasının ormanda ne kadar derin bir yalnızlık içinde olduğunuz görün.” Nihat Genç dostumuzun Doğu Konferansı gezilerinin bir ayağı Lübnan’dan döndükten sonra, bu gün yalnızca Lübnan bayrağında bir sembol olarak kalan ünlü Lübnan Sedirinin Antalya/ Elmalı’ da dimdik yaşamını sürdürdüğünü öğrendiği andaki şaşkınlığı bu gün gibi anımsıyorum…

Ancak bu gün anımsadığım başka şeyler de var. Akçaylı Ozan Metin Demirtaş’ın bir dönemin ruhunu yansıtan o ünlü Che Guevara şiirindeki memleket fotoğrafı, derinlikli olduğu kadar Anadolu’da nefes alıp veren her insanın ruhunu yakalayacak sadeliktedir;

Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir, hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına, silah çatıp yatmaya
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara.

Geçtiğimiz ay Ataol Behramoğlu ile anılarını tazelemek üzere yıllar sonra yeniden çıktıkları yolculukta; Akçay, Gömbe ve o dillere destan sedirlerin coğrafyasında maden ocağı ruhsatı verilen Kızılağaç köyü üzerinden Kaş’a gelerek bir çay içimliği konuğumuz olan Metin Demirtaş, Kızılağaç köyündeki manzaranın yüreğini yaktığını dile getirmişti. Metin ağabey’e ülke coğrafyasının, ormanlarının ve dağlarının önüne gelene satıldığı, tahsis edildiği bir dönemde artık, “bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” diyebilmenin mümkün olup olmadığını sorduğumda içinin burkulduğunu anımsıyorum.mastermerol_tree-woman2

Üreme, canlılık ve kendini yenileme özelliklerinden olsa gerek, ağaçlar en çok kadınlara benzetilir. Bu benzetmenin pek de haksız olmadığını kanıtlayan; kadın-ağaç ilişkisine az da olsa günümüzde de rastlıyoruz. Onuncu Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolmasına az bir süre kala gittiği İsrail gezisi sırasında, eşi Semra Sezer’in o dönem gündeminin hay huyu arasında gözden kaçan; “ Görev süresi dolunca, bir nehir kıyısında, bir ağacın altında dinlenmek istiyorum!” cümlelerini, iktidar hırsının ve muhterisliğin kıyısında yüzlerce yıldır kıvranan kadınsı figürlerin arasında, bu topraklarda bir iktidar kadınından duyduğumuz en yalın, en rafine cümleler olarak hafızamızın en müstesna yerine kazıdık bu yüzden.

Ağaçlar belki de en çok annelere yakışıyor. Çocukluğumda Torosların dağ köylerinde yaşayan annemin iç yangınını söndürmek için yaptığı ve bizimle paylaştığı kızılcık şurubu, eteğine topladığı altın renkli alıçların iç açıcı mayhoş tadı, askere giden oğullarının gömlek cebine tutuşturduğu mersin yaprakları, ergen çiçekleri ve uzak hasretliklerin yolunu gözlediği koyu meşe gölgeleri… Ağaçlar en çok anne siluetine benzer bu yüzden.

Biz yine de bu kasvetli havayı Metin Demirtaş’ın dizeleriyle dağıtalım:

Hadi kurtul bu havadan

Yudumla rakını

Ve git yat!

Ay dolandı ardıçlığı çoktan…

http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu