Yaşam

Anlaşılmayan Kişi, Yanlış Anlaşılmaya Mahkûmdur

Bazen bir ortamda insanlarla sohbet ederiz. İçten gelen bir istekle heyecanlı heyecanlı düşüncelerimizi anlatırız. Ancak bir an gelir ki karşımızdaki insanların bizi anlamadıklarını hisseder ve bir anda sessizliğe gömülür, susup kalırız. Artık o ortamdan kafa olarak uzaklaşmış, tüm isteğimiz kırılmıştır. Konuşulanları da duymayız. İşte yaşamın en büyük trajedilerinden birisi de budur: Anlaşılmamak, anlaşılamamak…

Bazen bir kişiyle, arkadaş ya da sevgili olarak kırk yıllık ilişkiniz olur da, birdenbire bir gün o kişinin aslında sizi hiç anlamadığını ve tanımadığını anlarsınız.

Anlaşılmayan kişi, yanlış anlaşılmaya mahkûmdur.

Avrupa’da yaşayan bir okurum, bir mesaj yollamıştı bir süre önce. Bir gün bir restoranda kendisi gibi göçmen olan bazı kişilerle sohbet etmiş. Benim bir yazımdan alıntı yapan okurum, görünmez duvarları anlatmaya çalışmış oradaki insanlara. Fakat bir süre geçtiğinde görmüş ki, kendisinin ne demek istediğini anlamıyorlar. Susmuş düşünürken, orada onu dinleyenlerden bir kadın ona acıyarak bakmış ve şöyle demiş: “Kızım sen evlen, çoluk çocuk sahibi ol yaşın gelmiş.. ”

Toplumun büyük çoğunluğu ile aynı dili konuşmuyoruz aslında. Bu toplumun çoğunluğundan daha akıllı oluşumuzdan değil, ama isteklerimiz ve hayata bakışımız, hayattan beklentilerimiz toplumun genelinden farklı. Ayrıca düşünme biçimlerimiz ve somutlaştırma ya da soyutlama anlayışlarımız da…  “Aşağıya git, yukarıya gel” deyince anlıyor insanlar. Çünkü toplum, somut olguları somut olarak anlamaya alışmış. Ama soyut düşünme, felsefi düşünebilme yeteneğinden yoksun olduğundan, -daha doğrusu bu yeteneği geliştirilmediğinden- dolayı, çoğu insan  görünmez duvarlardan söz edince sizin delirdiğinizi düşünebilir.

“Bilime ilgi duymak ve bilimsel bilgiyi talep etmek, soyut düşünmenin varlığını gerektirmektedir. Bilim soyut düşünmenin ürünü olduğu için, anlaşılması belli bir ölçüde soyut düşünme çabası ve yeteneği ister. Aksi halde kişi öğrenmeye çalıştığını anlamaz, zorlanır, usanır ve geri çekilir. Başka bir deyişle soyut düşünemeyen, bilime ilgi duymaz, bilimi talep etmez. Bu bir ölçüde Türkiye’de bilime talebin neden az olduğunu da açıklar. Somut düşünme evresindeki bir kişi fiziksel gerçeklikten sıyrılamaz, somut olmayan şeyler üzerine akıl yürütemez. Kavram, fonksiyonel ilişki nedir bilmez; teori kuramaz, felsefe yapamaz”[1]

Türkiye’de zaten bilime, bilimsel düşünceye talep olmadığını görmek için yalnızca topluma değil, bilimsel düşünceyi üretmesi gereken üniversitelerin haline bakmak yeterlidir. Değil toplumda, üniversitelerde bile akademisyenlerin çoğu dinsel referanslı olmaya başladı. Teori ve felsefe üretmek bir yana, onlara nasıl set çekileceğini düşünüyor bu “akademisyenler”. Düşünen, analiz eden, sorgulayan ve soyutlama yapabilen kişi ister akademisyen olsun ister başka bir meslek sahibi, bugün sistem için tehlikelidir. Böyle bir akademisyenin bugünün ortamında Türkiye’de üniversitede barınması zordur.

Bilimsel düşünceye talebin olmadığı ve üniversitelerin bilim üretmediği totaliter yönetim eğilimlerinin olduğu ülkelerde, de bilimin yerini dinsel hurafeler, özgürlüğü kısıtlayan yasalar ve tabular, inanışlar alır.

Aslında bu yalnızca Türkiye’de böyle değildir, tüm Orta doğu ülkelerinde böyledir. Çünkü Orta doğu coğrafyasında dinsel tabular hâlâ egemendir, toplum ve devletin, birey üzerindeki otoriter bir iktidarı söz konusudur. Bu iktidar ile bin yıldan fazladır ezilen kişi, gerçek anlamda özgür bir birey de olamamıştır. Her şeyiyle çevresine bağımlıdır ve otoriteye uymazsa, sert yöntemlerle susturulur ya da ortadan kaldırılır.

 ***

Soyutlama (abstraction) felsefede “gerçekte başlıbaşına varlığı olan bir şeyi, maddesinden sıyırarak, soyarak düşünme, tasarlama; gerçekte ayrılamaz olanı zihinde, düşüncede ayırma işlemi” olarak da bilinir. Ancak idealist soyutlamadan değil, bilimsel soyutlamadan söz ediyorum.

“Ollman’ın deyişiyle, her toplumun kendini anlayış biçimi, kategorilerine yansır. Her şey birbiriyle ilişkilidir. ‘Soyutlamalar olmadan kavramlar boştur; kavramlar olmadan soyutlamalar sağırdır.” [2]

Durum böyle olunca da, kişi kendisine denilene itaat ediyor ve her şeyi sorgulamadan kabul ederek kendisine gösterilen yolda ilerliyor, iyi kötü bir iş buluyor, bol şükür ediyor, evleniyor, çocuk sahibi oluyor, yaşlanıyor ve ölüyor. Geride bıraktığı bir iz de olmuyor. Çünkü soyut kavramsallaştırmadan haberi yok, kendisine sunulan bilgileri sorgulamadan, düşünmeden, analiz etmeden, neden ve nasıl diye hayatında bir kez olsun sormadan yaşamış, daha dogrusu yaşamamış nefes almış. Mantık yürütmemiş, dolayısıyla kendisine bu konulardan söz edenleri de anlamıyor.

Bu örnekteki okurumun görünmez duvarlarla ilgili sözlerini dinleyen göçmen kadıncağız şöyle düşünmüş olacak: “Ah yavrum, görünmez duvarlardan söz ediyor. Delirecek. Kocasızlık başına vurmuş bunun. Bir evlense her şey düzelir,  görünmez duvarlardan falan söz etmez artık…”

Toplumun çoğunluğu için hayat para kazanmak, kariyer yapmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Sistem de insanlara bu yolu gösterir aileden başlayarak, okulda, iş yerinde, askerde ve hayatın her alanında kişiye “kendisini kurtarması, kendi çıkarlarına bakması, otoriteye boyun eğmesi” öğretilir. İşte bunun için toplumun büyük kesimi, görünmez duvarların farkında değildir.

Aslında o görünmez duvarlar yasalar, tabular, kurallar ve toplumsal inanışlardır, bunların hepsi bizim yaşantımızı kısıtlayan ve bireyin özgürlüğünü ortadan kaldıran birer olgudur.

İoanna Kuçuradi, “Okullarda felsefe öğretsek yirmi yıl sonra farklı bir Türkiye olur.” derken bu gerçekten söz ediyor bence. Çünkü felsefe öğrenen insan olayları, olguları ve kavramları analiz etmeye başlar, bunların ararındaki diyalektik ilişkileri kavramaya başlar, soyut düşünmeye başlar ve soyut kavramsallaştırmayı da öğrenir. Böyle bir insan ise farkında olan insandır. Farkında olan insan, tepki koyan, reddeden, kabul etmeyen insana dönüşebilir. İşte bunun için tam tersine, toplumun felsefe öğrenmesinin önüne geçilmeye çalışılır.

Çünkü iktidarlar, otoriteler, otoritenin iktidarı altındaki toplum sorgulayan insanı sevmez.

 

Erol Anar

Haziran 2017

Santa Catarina

 

[1] Prof. Dr. Cihan Dura: Soyut Düşünme ve Bilimsel Yöntem”, 30.07.2007, http://www.cihandura.com

[2] Bertell Olmann: “Diyalektiǧin Dansı”, Yordam Kitap, akt: Haluk Yurtsever, www.sabitfikir.com

 

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu