Yaşam

Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var

Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var

Sekiz yıl önceydi; amcam dedi, “Ömer, pamuğa gitme yaşın geldi.” Yaşım on dört ve ben bir kamyonun kasasında Diyarbakır`dan Çukurova`ya gittim. Sabah yediden akşam yediye kadar pamuk topladım tam dört ay. Topladığım şey pamuktu, ama ellerim yara bere içinde kalmıştı.

pamuk_işçileri

Nur`u Çukurova`da tanıdım. Amcası demiş, “Nur, pamuğa gitme yaşın geldi.” Onun da yaşı on dört ve o da bir kamyon kasasında varmış Mardin`den Çukurova`ya.

Diyeceksiniz ki, “çocukluk aşkını anlatacak bize Ömer.” Evet, bir çocukluk var bu hikâyede; ama çocuksu bir kardeşlik bizimkisi, çocuksu bir dostluk…

Benim babam kaçağa giderdi; kaçak tütün, sigara ve çay getirirdi sınırın öte yanından. Gitti, dönmedi. “Niye dönmedi?” diye soracaksınız; borcunu ödeyemedi diye vurmuşlar.

Nur`un babası dağlardaymış; karşıki dağlardan buralara dalgın dalgın bakanlardan. Bir gece yarısı haber almış Nur, “baban yiğitti, mertti” deyip görünmez olmuşlar. Ağlamış anasıyla ve altı kardeşiyle bir.

On dört yaşında, babasız iki çocuk; gurbet elde pamuk topluyor azar işiterek, itilip kakılarak ve dövülerek…

Ben ve Nur, ilk kez on dört yaşında çıktık memleketlerimizden. Türk ellerinde Kürt olmak nasılmış, öğrendik. Çocuk işçi olmak nasılmış, onu da öğrendik. Daha bir çok şey öğrendik; işçilerin niye bir olmadığını, ezilenlerin niye birbirine puştluk yaptığını, niye her zulmü Allah`a havale ettiğini…

Size bunların hiçbirini anlatmayacağım. Bir amca vardı tarlada bizimle bir çalışan. Cevahir`di adı. Akşamları, herkes çadırına çekilince, tambur çalmaya başlardı kendi çadırının önünde. Kördü Cevahir Amca. İşçilere demiş, “bana iki çocuk bulun; biri erkek, biri kız.” İşçiler sormuş, “ne yapacaksın çocukları, söyle hele?” Demiş, “ tambur çalmayı ve şarkı söylemeyi öğreteceğim onlara.” Demişler, “olmaz, günahtır.” Demiş, “asıl günah söyleyecek bir şarkımızın olmamasıdır.” Demişler, “tövbe de, çarpılırsın.” Demiş, “ tövbe edeceğime tambur çalarım, şükredeceğime şarkı söylerim.” Nicesi çekip gitmiş Cevahir Amca`nın yanından. Demişler, “ hem ırgattır, hem de asilik yapar; kör olduğuna bakmaz da, bir de Allah`ın yolundan ters sapar.” Benim amcamla, Nur`un amcası kalmışlar yanında; demişler, “bizim yeğenlerimiz yetimdir, gelsinler yanına da oyalansınlar seninle.”

Akşamdan akşama oyalanmaya gittik Cevahir Amca`nın yanına. Ben, Nur`u ilk kez Cevahir Amca`nın çadırının önünde gördüm. Amcalarımız getirir, amcalarımız götürürdü bizi.

Adımızı sordu, söyledik. “Kardeşsiniz siz” dedi Cevahir Amca. Baktık Nur`la birbirimizin yüzüne. Cevahir Amca dedi ki,“el sıkışın.” Amcalarımız celallendi, “olmaz kızla erkeğin el sıkışması!” dediler. “Ben can`dan bahsediyorum” dedi Cevahir Amca, “canların kardeşliğinden…” Nur`un amcası Kuran`dan okudu, benim amcam da dua kitabından. Cevahir Amca, “kardeş” diyor, “can” diyor da başka bir şey demiyor! Amcalarımız dedi sonra, “nasıl olsa biz yanlarında olacağız bu yetimlerin; varsın el sıkışsınlar,zaten kardeş bunlar!” Böyle oldu Nur`a ilk dokunuşum, onun bana el uzatması böyle oldu; kardeşçe, can halinde…

Memleketlerimize dönene kadar, her akşam Cevahir Amca`nın yanındaydık. Akşamdan yatıya kadar kalırdık birkaç saat. Amcalarımız birbiriyle sohbet eder, Cevahir Amca da hem tambur çalar, hem şarkı söylerdi. Çok güzel çalar, çok içli söylerdi Cevahir Amca. Ben de, Nur da beceremedik tambur çalmayı. Dilediğimiz zaman tambura dokunmakta, oyuncakla oynar gibi tamburla oynamakta özgürdük.

Amcalarımızdan daha az dayak yiyorduk artık. Nur`u da çok fena dövermiş amcası. Cevahir Amca`nın yanına gitmeye başladıktan sonra, onun bize olan içtenliği, sohbeti, naifliği, bir parça da olsa olumlu bir etki bırakmıştı amcalarımızın üzerinde; bize daha iyi davranıyorlardı. Amcalarımıza göre Cevahir Amca günahkârdı; ama kör olduğu için, bir de aslında iyi bir insan olduğu için mahşer günü Allah tarafından affedilebilirdi. Amcalarımız “din” derdi, Cevahir Amca “vicdan” derdi. Amcalarımız “dua” derdi, Cevahir Amca “sulh” derdi, amcalarımız “töre” derdi, Cevahir Amca “kardeşlik” derdi. Amcalarımız cennetten ve cehennemden dem vurdukça, Cevahir Amca can olmaktan bahsederdi. Ben de, Nur da birbirimize “can” diyorduk…

Sekiz yıl oldu, bir daha sarı sıcağına gitmedik Çukurova`nın ve bir daha bir araya gelemedik Nur`la. Biz, bir keresinde, Ordu`ya fındık toplamaya giderken, aynı sene, Nur ve amcası da Giresun`a çay toplamaya gitmişler. Amcalarımız da görüşmediler birbirleriyle. Üç yıl önce öğrendim ki, ailecek İstanbul`un yolunu tutmuşlar ve İstanbul`da on dokuzunda evlendirilmiş Nur, kırk yedi yaşında bir adamla…

Yirmi iki yaşındayım ve dört kız, üç oğlan kardeşime babalık yapıyorum. Annemle sık sık tartışıyoruz kız kardeşlerimle ilgili. O, körpecikken evlenmelerini istiyor; ben de diyorum ki, “yetişkin olduklarında ve sevecekleri adamla evlenecekler.” Marangozun yanında çalışıyorum ve geçimimiz öyle zor ki; kendim de okuyamadım, kardeşlerimi de okutamadım.

Kınayacaksınız beni, “nasıl bir abiliktir, nasıl bir babalıktır seninki; okutamamışsın kardeşlerini, evi de geçindiremiyorsun!” Dokuz nüfusuz ve elimden geleni yapıyorum; muhtaç değiliz hiç kimseye. Cevahir Amca`yı özlüyorum; Çukurova`dan memleketlerimize döneceğimiz gün, bir eliyle benim elimi, diğer eliyle Nur`un elini tuttu ve “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” şarkısını söyledi bize. “Avucunuzu avucunuzun içine alın çocuklar” dedi. Amcalarımız ses etmedi. “Can`sınız, kardeşsiniz ve benim çocuklarımsınız” dedi. Avucumun içinde Nur`un avucu vardı. Vedalaştık birbirimizle, “hoşça kal can” diyerek…

Ben kardeşlerime ve arkadaşlarıma “can” diye sesleniyorum. “Aleviler böyle konuşur, sen Kürtsün” diyorlar. “Ben can`ım” diyorum onlara. Amcamın çok dayağını yedim, ama o olmasa Cevahir Amca`yla tanışamazdım. Gözleri görmezdi ama yüreciği engin görürdü Cevahir Amca`nın. Kardeş olmayı, vicdanlı olmayı, can olmayı öğrendim ondan; kardeşimin elinden tutmayı ve hiç kimseyi ayırt etmemeyi öğrendim. Gözleri hiç görmezken, kimseden yardım istemeden pamuk toplardı; herkes kadar yorulur, bir de üstüne tambur çalıp şarkı söylerdi akşamları. Alevi olduğunu anlıyorum şimdilerde; biz Kürt çocukları bağrına basışını, en katı duran büyüklerimizi bile can belleyişini unutmayacağım ömrüm boyunca…

Uzaklarda bir kardeşim var, adı Nur. Duyumsuyorum Nur`un kederini, yalnızlığını, garipliğini. Eminim ki, o da benim tutunamamışlığımı, hüznümü, yorgunluğumu duyumsuyor.

Ben bıktım sevgisizliklerden, kibirlerden, hoyratlıklardan… Ölçünün dindar olmak olduğu bir düzenden usandım ben; ölçünün para kazanmak, makam mevki sahibi olmak ve bir bayrağa selam vermeden uçan kuşun yuvasını bozmak olan bir düzeni reddediyorum!

Ben hepinizin elinden tutabilir, hepinize kardeş belleyebilirim. Ola ki, yollar ayrı düşerse Nur`la olduğu gibi, avucumda bir sıcaklık kalır sizden geriye, bir kardeş sıcaklığı…

Derim ki size, “avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var”…

Ergür Altan

erguraltan@gmail.com

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu