Arka Bahçemiz

Bebeğimi ellerimle öldürdüm ve sizin vicdanınıza gömdüm…

Geçen yıl gizlice tuvalette doğurduğu bebeği ablasıyla birlikte başına vura vura öldürdüğü tutanaklara geçen genç bir kadınım ben.

Bayram ziyareti sırasında ailemin evinde sancılandım. Tuvalete gittim, bebeği orada doğurdum. Bebek doğarken yere düştü. Yaralandı. Ablam yanıma geldi. Ambulans çağırdık. Gelmesi gecikince kendi arabamızla hastaneye doğru yola çıktık. Yolda ambulansla karşılaştık.

Ama geç kalmıştık. Bebek yaşamadı, öldü. Şimdi hapisteyim. Müebbetle yargılanıyorum.

Savcı, “Bu yetmez” diyerek benim için ağırlaştırılmış müebbet istiyor.
Bebeği ablamla birlikte başına taşla vura vura öldürmeye çalıştığımı söylüyor.

Bunun benim yaşadığım, sizin gazetede okuduğunuz bir gerçek değil de, sinemada izlediğiniz bir film olduğunu düşünün…

Benim ablamla birlikte tuvalette bebeği doğuruşumu izliyorsunuz; aynı anda odada ailemin, misal kahve içişini görüyorsunuz.
Babamı, ağabeyimi, annemi, komşuları, akrabaları…
Erkekleri görüyorsunuz, kadınları; kıyafetlerindeki gelenekleri, kalplerindeki inançları ve gözlerindeki korkuları görüyorsunuz.

Onlar kahvelerini içiyorlar; biz; ben, ablam ve bebek hep birlikte ölüyoruz.
Bebek yere düşüyor; bebeğe taşla vuruyorum; ben yere düşüyorum; ablam yere düşüyor; üzerimize gökten taşlar yağıyor; bebek kesik kesik ağlıyor.
Tuvaletin kapısının altından sızan açık kırmızı bir kan odaya doğru akıyor.
Odadakiler mütemadiyen kahve içiyor. Senaryoyu gerçekçi bulmadınız. O zaman değiştirin. Yeniden yazın.

Kendi ailenizi düşünün. Olmadı üst kat komşunuzunkini… İşyerindeki arkadaşınızınkini… Ya da durakta yanınızda otobüs bekleyenin ailesini düşünün.
Sabit gerçeğimiz bebek; farazi gerçeğimiz kahve…
Muhtemelen kimse kahve falan içmiyor odada.
Gergin bir bayram buluşması…
Belki benim hamile olduğu mu sezdiler, “Gitsin kendisini de bebeği de öldürsün” diye düşündüler.
Belki benim hamile olduğunu öğrendiler ve “Git kendini de, bebeği de öldür” dediler.
Belki benim hamile olduğunu öğrendiler ve…

Ailem öğrenirse olacakların; bebeği öldürürsem olacaklardan daha korkunç olduğuna kim ikna etti beni bir düşünün.
Kendi içimdeki vicdan mı; dışımdaki vicdansızlık mı?
Gelenekler, görenekler, kor kular ve korkutmalar mı?
Bir film olsa, senaryosuna burun kıvıracağımız bir hikâyeyi gazetede okuyup geçerek  işlediğiniz bu günahın, hiçbir kutsal kitapta yazmadığını düşünün.
Sonuçta, benim bu korkunç ve gerçek hikâyem de tüm benzerleri gibi neresinden tutsanız lime lime elinizde kalacak.
Belleklerinizde zaten var olan, tuvalette doğurulmuş ve hemen oracıkta öldürülmüş diğer sayısız bebek hikâyesine eklenecek.
Beni cani anne kalıbı içine hapsedip başı taşla ezilerek, iple boğularak, kubura atılarak öldürülen yüzlerce bebeğin annesinin yanına gömeceksiniz.
İlk nefesiyle son nefesi arasında, onu doğuran kadının dehşetengiz korkusuna kurban giden bir bebeğin katiline verilecek ceza için savcılar hukuk kitaplarını karıştıradursunlar…
Ortada bambaşka bir kitap daha var…
Sizin o tehditkâr ve muhafazakâr kafanız kalıplardan sıyrılıp karışmadıkça ve o kitabı hiçe saymadıkça daha çok anne bebeğini gizlice doğurup oracıkta öldürecek.
O bebeklerin cesetleri asla toprağa değil, teker teker sizin vicdanınıza gömülecek.
Arada sırada içinizden bir çürük kokusu geldiğini duyarsanız… Şaşırmayın.

Mine Söğüt

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu