Tarih

Bitmez Tükenmez Güzellik Savaşı

Truva Savaşı’nın ‘dünyanın en güzel kadını’, Helena yüzünden çıktığını anlatır tarihçiler. Savaş ve güzellik! Her durumda güzellik bir savaş nedeni. Başkasıyla ya da kendinle savaş. Güzellik için ya da güzelliğe karşı bir savaş.

İran’da, Suudi Arabistan’da boyun eğdirilen, kapatılan, yasaklanan, kırbaçlanan aslında güzellikten başka bir şey değil. Kadın bu şehirde gökyüzüne siyah bir kumaşın ardından bakar. Yabancı erkek onu göremez, o da gökyüzünü göremez. Güzelliğini saklamanın bedeli, kadın için ağırdır: Koyu kurşuni bir gökyüzüne mahkûm olmak.

İran’da örtünmek zorunda kalan kadınlar, yasaların izin verdiği biçimde güzelliklerini sergiler. Saçlarını kabarık tutarak başörtüsünü örterler; üzerine entari giydikleri pantolonlarının paçalarını da oldukça yukarıda tutarlar. İranlı kadın, hiçbir dinsel ya da siyasi kanuna aykırı olmak istemez tabii ki ama asla bastıramadığı bir hisle güzelliğini göstermek ister. Bu yüzden İran’da yüze, özellikle buruna yönelik estetik ameliyatı çok yaygındır.

Çok klişe olmuş, biraz da sanki teselli gibi söylendiği sanılan: Güzel olmayan kadın yoktur, bakımsız kadın vardır. Bu tabii ki de kozmetik sektörünün, güzellik sanayinin içinde bulunduğu durumu da çok iyi anlatan bir söz. Dudak, kaş, kirpik, yanak, şakak, hatta boyun, el, ayak, tırnak, hatta diş ve neredeyse vücudun her bir bölgesi, muazzam bir sanayi tarafından sürekli güzel yapılmaya, güzel tutulmaya çalışılmaktadır.

Masallarda bütün güzeller iyi, bütün kötüler çirkindir. Gerçek hayata uymaz gibi gözükür bu gelenek, ama insanın arzularına, hayallerine ve tutkularına uygundur. Cinderella masalında, çirkin cadı kadın kötülük saçarken, iyi yürekli ve güzel üvey kız pırlanta gibi bir kalbe sahiptir. Masalların mutlu sonları, iyiler ve güzeller içindir.

Güzelliğin önünde herkes boyun eğer. Ama güzel olan da, güzel olma arzusunun önünde boyun eğer. ‘Evrimci psikoloji’, insanın bedensel güzellik karşısındaki hayranlığını doğa yasası olarak sunar. Kendini yeniden üretme güdüsüdür bu yasa. Güzeli aramak, genç ve simetrik, sağlıklı, doğurgan beden aramaktır. Genlerimize bunun davranışları kodlamıştır. Milyonlarca yıllık doğal davranış, bugünün masallarını, şarkılarını, folklorunu, hatta daha ileri gidenler için estetiğini yaratmıştır.

İlk Kadın Heykeli

Avusturya’nın Willendorf kasabasında 1903 yılında bulunan, 110 milimetre yüksekliğindeki bir kadın heykelinin tarihi, 25 – 30 bin yıl geriye gitmektedir. Muhtemelen insanlık tarihinin en eski heykellerinden biridir ve şimdiye kadar bulunmuş en eski Tanrıçadır. Bir adı da Willendorf Venüs’ü olan heykelciğin, obez seviyede şişmanlığı da çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Çünkü avcı derleyici toplumlarda obezliğe rastlanmaz. Bu heykelcik doğurganlığı simgeliyor da olabilir. Doğan çocukların çoğunun bir yaşına gelmeden öldüğü zamanlar için, geniş kalçalı, iri göğüslü kadının heykeli, güzelliğin sanattaki ölçütü olarak kabul edilebilir. İnsanın doğası kadının güzelliğini hisleriyle yorumlarken, farkında olmadan, bu süzgeçlerden geçirir, erkek, kendi Willendorf Venüs’ünü aramaktadır. Ama Venüs, tarihin başlangıcında ve öncesinde oldukça şişman iken, bugün neredeyse rüzgârda uçacak kadar ince.

Kültür mü, Doğa mı?

Güzellik kültürel midir, doğal mıdır? Güzellik, öğretilen bir şey midir? Bak, buna güzel denir, buna çirkin denir bilgileriyle büyüdüğümüze göre, güzelliği öğreniyor olabilir miyiz? Böyle bir eğitimden geçmemiş olsaydık eğer, güzelliği anlayamayacak mıydık?

Fizyolojist Judith Langlois bu sorunun yanıtını bulmak için insan yüzlerine ait yüzlerce slayt fotoğraf toplamış, sonra da bu yüzleri yetişkinlere göstermiş, onlardan, gördükleri yüzleri çekiciliklerine göre derecelendirmelerini istemiş. Langlois, daha sonra aynı fotoğrafları, üç ile altı ay arasındaki bebeklere göstermiş. Dünyaya geleli henüz birkaç ay olmuş bu bebekler, güzel kadın, erkek, çocuk, Afrikalı, Asyalı ya da buğday tenli ayırt etmeden uzun uzadıya bakıyormuş. Langlois, bebeklerin, tanımadıkları güzel yüzleri tercih ettiği sonucunu deney raporuna yazmış. Bebekler, asimetrik değil de simetrik şekillere daha çok bakıyormuş, aynı zamanda sert değil yumuşak dokulu nesnelere dokunmayı tercih ediyormuş.

Yazık ki bebeklerle ilgili araştırmanın bir de şöyle bir ters sonucu vardır ki, bunu da Türkçe olarak ‘Yalnızca En Güzeller Hayatta Kalır’ diyebileceğimiz kitabın yazarı Nancy Etcoff’tan öğreniyoruz: Güzel bebekleri olan anneler onlara daha fazla vakit ayırıyor. Daha az çekici olan bebeklerin anneleri çocuklarına daha az vakit ayırıyor, ama bu her iki bebeğin annesinin de annelik şefkatinin eşit olduğu gerçeğini değiştirmiyormuş.

Güzelliğin zaman içinde değişmesi, toplumdan topluma farklılıklar oluşturması, evrimci psikolojiye aykırı mıdır? Aslında değişik güzellik anlayışları arasında çok büyük farklılıklar yoktur. Sakat kalma olasılığına rağmen Güney Asya’da boyun uzatmak ya da Çin’de ayakları küçültmek aynı doğal yasadan kaynaklanan farklı kültürler olarak değerlendirilebilir. Ayrıca kültürün ve törelerin zaman içinde insan davranışlarını etkilediği de inkâr edilemez.

Modern Tarih

Arkeologların bulduğu en eski kozmetik ürün, Mısır’da, İÖ 4. bin yıla aittir. Ve göz kenarlarına uygulandığı tespit edilmişti. Hristiyanlığın egemen olmasıyla Roma’da parfüm kullanımının yaygınlaştığı anlaşılıyor. Romalılar göz kenarlarını sürmeliyorlar, şakaklarını ise allıkla kırmızılaştırıyordu. Cildi canlı tutmak için pudrayla ovduklarını bile saptamış arkeologlar. Beşinci yüzyılda Roma yıkıldıktan sonra, kozmetiğin tekrar güzel yüzlere dönmesi için Haçlıların İslam ülkelerini yağmadan dönmeleri beklendi. Kutsal savaşçıların heybeleri, güzellik malzemeleri ve türlü kokularla doluydu. Ama kozmetiğin yeniden tüm Avrupa’da yaygınlaşması için bir Rönesans’ın yaşanması gerekti.

İtalya (15 – 16. yüzyıllarda), Fransa  kozmetik atölyeleriyle Avrupa’yı güzelleştiriyordu. Ne ki, henüz makyaj ve güzellik, kraliyet ve aristokratik çevrelerin bir ayrıcalığıydı. Bir yüzyıl sonra, kozmetik tüm sınıflara indi. Ve bir büyük savaşın ardından, kozmetik, dergi sayfalarına ve sokaklara reklam olarak girince, modern toplum topyekûn bir güzelleşme endüstrisine geçmiş oldu.

Amerika Birleşik Devletlerinde halk, okumaya harcadığı paranın iki katını güzelleşmeye harcıyor. Dünya ölçeğinde kozmetik sektörünün cirosu 45 milyar dolar. Bunun yüzde 34,9’unu Avrupa, yüzde 30’unu ABD, yüzde 18,9’unu Japonya ve geri kalan yüzde 16,2’sini de geri kalan ülkeler paylaşıyor. ABD’de dakikada 1.484 ruj ve 2.005 cilt bakım kavanozu satılıyor.

ABD’de 1939’da yapılan bir ankette, erkeklere evlenecekleri kadının güzelliği ne kadar önemlidir sorusu yöneltilmiş ve 0-3 arası bir değer vermeleri istenmiş. O tarihlerde erkekler 1,5 ortalama değer vermiş. Kadınlara ayrı soru sorulduğunda çıkan ortalama değer 0.94 olmuş. Elli yıl sonra rakamlar ciddi şekilde değişmiş! Bunun nedeni üzerinde durulmalı, ama iki cinsiyet arasındaki oran değişmemiş. Erkekler 2,1’e yükselmiş, kadınlar ise 1.67’ye.

Estetik, Yunan ve Afrika

Yunanlılar ilk şehir devletlerini kurduklarında İÖ 600’lü yıllardı. Zihinsel ve ruhsal bir devrim yarattı şehir devletler. Felsefe, bilim ve sanatta. Dışarıya açılma, Mısır ve Mezopotamya sanatıyla tanıştırdı. Heykeller natüralist boyutta yapılmaya başlandı. Soyut ve geometrik figürlerle yapılan vazo resimleri ve küçük boyutlu heykeller devri kapandı. Heykellerin soğuk yüzünde ilk gizemli gülüş belirdi. Bugünün sanat tarihçileri ‘arkaik gülüş’ adını verdi bu gülümsemeye. Resim ve heykeller Yunan idealini ve ideal güzelliğini yansıtmaya başladı. Önce kouros (genç erkek) ve kore (genç kız) heykelleri, Yunan sanatçılarının tutkularından yansıyan ideal insan figürü olarak taş kaidelerinin üstünde yerlerini aldı. Ve bugün bile Batı’da etkisini sürdüren güzel sanatların güzellik anlayışının temelleri atıldı.

Güzelliğin çözemediğimiz birçok sırrı var. Örneğin güzellik evrensel midir? Dünyanın her yerinde, her toplumda aynı mıdır? Hepsinden önemlisi, neye güzel deriz? Batılı olmayan toplumlardaki güzellik farklı mıdır?

Fildişi Sahilleri’nde yaşayan yaklaşık Baule halkı için gündelik hayatlarında yıkanma ve hijyen çok önemlidir. Bunun nedeni biraz da inanç biçimlerinde gizlidir. Baule halkının insan biçimli heykellerinin çoğu, inançlarına göre öbür dünyadan (blala) gelen eşleridir aslında. Blala, insanların doğmadan önce yaşadıkları, ölünce döndükleri yerin adıdır. Her Baule erkeği ve kadını bir ruh eşi olarak blala’da yaşamaktadır. Bu ruhlarla iyi ilişkiler sürdürebilmek için, içinde ruh eşinin bir heykelinin olduğu bir mabet inşa ederler. Bu küçük mabet kişinin yatak odasına konur ve haftada bir kez olmak üzere o kişi ruh eşiyle düşlerinde aşk yaşar. Bu düş eşi her zaman çok güzel olarak tasvir edilir ve her zaman insandan daha güzeldir. Heykel, ruh eşinin gelmesini sağlayacak kadar güzel olmalıdır. İşte Baule halkının güzellik kriteri budur.

Bedensel ve cinsel güzellik arzular, ideal beden ve ideal eş, sanatsal güzelliğin de kriteri olur. Güzel nedir sorusunun ipuçları Baule halkının düşlerinde gizlidir.

Kaynak: Atlas Dergisi 2006 yılı 165. sayıda yayınlanan “Ben Güzelim” adlı yazıdan kısaltılarak eklenmiştir.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu