Arka Bahçemiz

Bitmeyen çocukluk, erken yetişkinlik ve yeni kapitalizm -1

Sorumluluk duygusunun giderek yok olduğu, etrafındaki diğer insanlara karşı empatinin kaybolduğu ve “Ben”in dünyanın merkezine konduğu bir “sonsuz çocukluk” durumu, çocukluğun mutlaklaştırıldığı ve sonsuz bir tüketimle şekillenen ailelerde giderek daha çok egemen hale gelmekte artık günümüzde.

Creepy-7a

Türkiye televizyonlarında izlediğimiz “Çaresiz Ev Kadınları” adlı dizinin temizlik hastası, çocuk yetiştirme üstadı, mükemmel ama çok mutsuz ev kadını annelerinden birisi erken gençlik çağlarındaki oğlunun yeni aldığı arabasıyla yaşlı bir kadını ezip komaya sokması sonrasında oğluna terapiye ihtiyaç duyup duymadığını soruyordu.

Belli ki, bir insanı neredeyse öldürmüş olmaktan hiçbir sorumluluk ve suçluluk duymayan oğlunun terapiye değil, yeni bir arabaya ihtiyacı vardı. “Neden buna üzüleyim ki” diyordu oğlu, “o bütün hayatını yaşamış yaşlı bir kadın, benim önümde ise koca bir hayat var ve bu hayatı arabamı kullanarak geçirmek istiyorum, önüme çıkan dikkatsiz yaşlıların bunu engellemesinden de hiç hoşnut değilim.” Çaresiz ev kadınımız yıllarca tepesinde taşıyarak büyüttüğü, her ihtiyacını karşıladığı, istediği her şeyi aldığı çocuğuna ne yazık ki bir “ruh” alamamış olduğu için daha da çaresiz hale geliyor ve çocuğu evde bırakıp kendi ruhunu arındırmak için terapistinin yolunu tutuyordu.

Konu çocukluk ama her şeye sahip günümüz çocuklarının büyüdüklerinde bir “ruha” sahip olamayabileceklerini anlatarak başlamanın en doğrusu olacağını düşündüm. Yukarıda anlattığım dizi sahnesi aslında bugün orta-üst sınıf ailelerinin çocuklarının giderek artan bir çoğunluğu için geçerli hale geliyor. Kuşkusuz yukarıdaki alıntının zamanın tüm çocuklarının/gençlerinin ruh halini (daha doğrusu ruhsuzluk halini) simgelediğini iddia etmek çok büyük bir haksızlık olur. Burada çizmeye çalışacağım şemanın dışında kalan milyonlarca çocuk ve yüzlerce farklı çocuk yetiştirme pratiği var. Ama yine de sorumluluk duygusunun giderek yok olduğu, etrafındaki diğer insanlara karşı empatinin kaybolduğu ve “Ben”in dünyanın merkezine konduğu bir “sonsuz çocukluk” durumunun, çocukluğun mutlaklaştırıldığı ve sonsuz bir tüketimle şekillenen ailelerde giderek daha çok egemen hale geldiğini iddia etmek mümkün. Benim bu yazıdaki derdim de bu ailelerle daha çok.(2)

Bu sonsuz çocukluk durumunun tam karşısında ise hayatın yükünü daha büyümeden sırtlanmak zorunda kalan çocuklar var. Bu çocuklar dünyaya gözlerini “yoksulluk sınırının altında/ etrafında” yaşayan ailelerde açıyorlar. Onlar için dünya daha doğdukları günden itibaren bir mücadele alanı ve kendilerini içlerinde buldukları durum da “sonsuz bir yetişkinlik” hali. Bu iki “durumun” içerisinde elbette birbirinden çok farklı deneyimler, insanlık halleri, duruşlar var. Ama yine de şöyle bir etrafımıza baktığımızda sonsuz çocukluk ve yetişkinliğin dünyayı ortadan ikiye ayırdığını görmek mümkün.

Sonsuz çocukluk

grow-up

Sonsuz çocukluk durumunun bir “varoluş” olarak yaygınlaşması daha ziyade 1980’ler sonrasına denk düşüyor. Örneğin Türkiye’de ’80 sonrası kuşakları tanımlarken “Özal gençliği”, “darbe sonrası gençlik” gibi kavramlara sıkça göndermede bulunuyoruz. ABD’de de aynı dönemde büyüyen ve bugün yirmili yaşlarına gelen çocuklara “Kuşak Y” deniyor. Orta-üst sınıf ailelere doğan bu çocukları tanımlayan genel özellikleri Gronsberg söyle özetliyor:

“Her şeyden çabuk sıkılan, kolay motive olamayan ve kendini her şeyi hak ediyor gibi gören ve hayattaki en önemli derdi keyif almak olan çocuklar.(3)

Son 20-30 yılda, yani Thatcher/Reagan ile başlayan, bizde Özal ile devam eden, sosyal devlet kazanımlarının önce törpülendiği ve sonra giderek yok edildiği, dünyadaki eşitsizliğin herhangi bir “fırsat eşitliğine” dahi yer vermeyecek biçimde derinleştirildiği, kamusal sorumluluk fikrinin budandığı neo-liberal dönem.

Bu dönemde yalnızca ABD ve İngiltere değil ama bütün dünyada orta sınıf (ortalama sınıf ya da!) değerlerinde bir devrime tanık olduk. Zygmunt Bauman’ın deyişiyle “dünyayı altüst eden ikinci bir seküler transformasyona”. Bu ekonomik ve kültürel devrimde “aidiyet”, “öznellik”, “birey olma” durumları radikal bir dönüşüme uğradı. Özellikle zamansal olarak “hayatın ilk yılları (yani çocukluk)” ve “son yılları (yani yaşlılık)” arasındaki iktidar ilişkisinin tersine dönmüş olması ve mekânsal olarak çocukların kapladıkları alanın değişmesi merkezî önemde.(4)

Neo-liberal devrim ilk olarak “yaşlılığı” kavramsal öncelikler listesinden çıkardı. Zamansal olarak yaşlılık en az arzu edilir, en kötü, en hastalıklı ve hayat boyu hep kaçınılması gereken bir sürece dönüştü.(5)

Eskiden büyüyüp, büyüklerle eşit konuma gelmek isteyen çocuklar, bu yeni dönemde daha çok ufak yaşlarında “büyümenin yaşlanmak ve yaşlanmanın ayrıcalığını kaybetmek” olduğunu anlamaya başladılar. Piyasayı saran kırışıklıklara karşı kremler, yaşlanmayı geciktiren vitaminler gibi ürünlerin saldırgan bir sağlık ve gençlik ideolojisi ile pazarlanması, yaşlanmanın “arzu edilmeyen” bir konum haline gelmesine katkıda bulunurken, bu zamansal yer değiştirme çocukluğu -dolayısıyla önünde tüketebilecek koskoca bir hayat olması durumunu- yaşam döngüsündeki en değerli ve en merkezdeki “süreç” haline getirdi. Çocuklar kardeşleriyle birlikte sıkıştıkları küçük arka odalardan kendileri için her şeyin düşünülerek düzenlendiği evin en büyük odalarına geçtiler.

Anne ve babalar çocukların isteklerini yerine getirmekle görevli ve onların kararlarına her daim saygı duyan birer “kolaylaştırıcı” haline geldiler. Bu zamansal ve mekânsal değişimin ana kaynaklardan biri -ama kuşkusuz tek kaynağı değil- çocukların birer tüketici olarak keşfi oldu.(6)

Çocukların çalışmasını kurallara bağlayan ve çocukluğu 18 yaşına kadar geçirilen dönem olarak gören sistemde “en ideal durumda” çocuklar para kazanmıyordu, dolayısıyla kendileri için karar verip harcayacakları bir gelirleri yoktu. Bir önceki dönemde bu kapitalist tüketim formları için önemli bir veri teşkil ediyordu. Diğer bir deyişle çocukların parasının olmaması, çocukları tüketim bombardımanından da kısmen korumuştu. Ama bu yeni kültürel devrim bu soruna çok da kolay bir çözüm buldu. Bu yeni aile tipinde “çocuğuna hayır diyen” ve/veya “onun isteklerini çeşitli nedenlerle -ki buna parasızlık da dahil- gerçekleştiremeyen” anne ve babalar birer kötü anne ve baba olup çıkıverdiler. Dolayısıyla anne ve babalığın kendisine, çevresine ve büyüklerine karşı saygılı ve sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmekten, çocukların bitmek bilmeyen arzularını tatmin etmeye dönük bir kurum haline geldiğine tanık olduk.(7)

Bu durumun farkında olan anne ve babalar bile, belki çocuklarının baskısına değil, ama sosyal baskıya dayanamayarak (eksik bırakmamak, mahçup hissettirmemek vs. gibi kaygılarla) çocukları için birer tüketim ajanı haline dönüştüler.

269389

Gözünüzün önüne şöyle etrafınızdaki yeni gençlerden bir demet getirin örneğin. Bunların bir kısmı elbette ki anne ve babalarının kendilerine harcadığı emeğe “uygun” çocuklar olup, iyi okullar, iyi işler bulacaklar, yeni “ayrıcalıklı sınıflar” olarak yerlerini alacaklar – ki çalışmayı hedonist bir pratik haline getiren bu durumun sorunlarına biraz sonra değineceğim. Ama bir diğer grubu düşünün şimdi de, üst-orta sınıf ailelerin el bebek gül bebek büyüyen ve hayatta sıra kendi ayakları üstünde durmaya geldiğinde başarısız olan çocukları. Bu çocukların önüne belki de hayatları boyunca harcadıkları emek ile elde ettikleri sonuç arasında bir bağ kurabilecekleri çok az fırsat çıkıyor, aileleri onların yerine her şeyi ayarlıyor.(8)

Bu çocuklar büyüyüp hayata dair kültürel, ekonomik, eğitimsel hiçbir sermayeleri olmadığını fark ettiklerinde dahi (ki fark edebilirlerse) hayatlarına dair temel davranışları değişmiyor.(9) Örneğin orta sınıf ailelerin ’80’lerde doğan, 2000’li yıllarda üniversiteden mezun olan (ya da olamayan) iş piyasasındaki çocuklarını düşünün. Bu çocukların (yeni gençlerin) iş piyasasına çıkmaları ülkede işsizliğin rekor seviyelerinden birine ulaştığı bir döneme denk geliyordu. Şu an artık gençlikleri de bitmek üzere olan bu “gençlerin” bir kısmı hâlâ işsiz ya asgari ücretlerle yoksulluk sınırının altında işlerde çalışıyorlar ya geçici işlerde ya da ailelerinin kendilerine kurdukları işlerde. Ama ne işsiz oldukları dönemde, ne de asgari ücretlerle çalıştıkları dönemlerde, dışarıda yemek yemekten, gece kulüplerine gitmekten ve modayı pahalı markalarla takip etmekten geri duyuyorlar.

Bu gençlerin nasıl bu hale gelebildiğinin açıklamasını ise yeni kapitalizmin çocuk yetiştirme mitinde bulmak mümkün. Okumak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

Evren Balta Paker

https://dunyalilar.org/bitmeyen-cocukluk-erken-yetiskinlik-ve-yeni-kapitalizm-2.html

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu