Arka Bahçemiz

CİNSİYET-Çİ-LEŞ-TİREBİLDİKLERİNDEN MİSİNİZ?!

Küfürleriyle, deyimleriyle, söylemleriyle, atasözleriyle karşımıza cinsiyetçi, ırkçı, türcü ‘dil’imiz üzerine bir yazı…
cccinsiyet

Dil’ dediğimiz; hem bu kadar karmaşık hem de bu kadar akılda kalıcı işte… Gün içinde ağzımızdan refleks olarak çıkan sözcükler, varoluşlarından çok daha planlı meselelerin hizmetinde.

İlk duyduğumuzda fazla şüpheci bir tespit gibi geliyor kulağa. Ancak bu durum aslında çok basit ve aynı zamanda çok komplike. Dilin kültürle ne kadar alakalı olduğu malum. Kültürün ise sistemle. Sistemin ise kadınları pek sevmediği hatırlatmasıyla konuya başlayabiliriz. Aynı sıralamayla ilaveler yaparak, geri dönmemiz gerekirse; sistem ‘’öteki’’ olarak tanımladığı hiçbir şeyi sevmez. ‘Hizmetinde’ olduğu millet dışındaki halkları, LGBTİ’leri, engellileri, kadınları… Onlar sistemin çıkar sağlayabilecekleri kapsamında değildir. Olsa olsa başı ezilip kontrol altında tutulması gerekenlerdir. Kendi için faydaya çeviremediklerine, kendi hizmetindeki olanaklarla saldırır ve onları dışlar. Bu saldırıları gündelik hayatın her anına dil vasıtasıyla sokar(Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün başlısı).  ‘Dil’i de iyi-kötü tüm etkileriyle ‘kültür’ diye bizlere sahiplendirir.

‘Adam gibi’ derken koyar hükmünü. Doğru, düzgün olan şey, adam gibi olabilir ancak (Adam etmek, Adama benzemek). ‘Kızını dövmeyen, dizini döver’ der, ‘atasözleri kültürümüzün bir parçasıdır’ der ardından da. Kızdığımız zaman ettiğimiz hakaretler ‘ana-bacı’ söver nedense?! ‘Karı gibi dedikodu yapmak’ deyimini pek muhtemel bir kadın üretmemiştir. Saldırılar direk kadına yapılmak istenmese bile kadın üstünden yürürken, erkek cinsel organını ise baş tacı yapar. Küfürleriyle, deyimleriyle, söylemleriyle, atasözleriyle karşımıza cinsiyetçi, ırkçı, türcü bir ‘dil’ çıkıverir. ‘Laz mısın?’ sorusu her zaman basit bir merak sorusu değildir. Bir erkeğe ‘gay misin oğlum’ denmesi hakaret çeşidi olarak görülürken, ‘kadın işi’ gibi tanımlarda gelip dilimize yerleşivermiştir (Çocuksuz kadın, meyvesiz ağaca benzer). Rollerimizi, görevlerimizi hatırlatan tanımlar… Zamanlarıyla, takılarıyla, grameriyle yapısal olarak karışıklığının yanında algımıza olan müdahalesi de kaçınılmazdır. Okullarda senelerce yapısıyla olsun, tarihiyle olsun didik didik öğrendiğimiz dilin, alt metnini hiç kimse bize anlatmaz.

Dil’in bir aşağılama unsuru olarak hayatımızda yer alması, aşağılanana ‘haddini bilmesi’ gerektiğinin devamlı uyarısı niteliğindedir. Örneğin, sadece erkeği insan olarak kabul eden(insanoğlu) cinsiyetçi dil, ‘elinin hamuruyla erkek işine karışmak’‘kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmemek’ gibi söylemlerle ataerkil toplum yapısını kuvvetlendirir, kültür ve dil yoluyla nesilden nesile aktarılmasını sağlar. Aile, medya, okul bu çirkin mirası başlarının üstünde taşır. Kadın mı – kız mı olduğumuza dair ayrım, daha çok erken yaşlarda karşımıza dil vasıtası ile dikilir. İlerleyen yaşlarda bu ayrıma girmek istemeyenler, bayan diyerek bu konuya girmek istemediğini belirtmiş olur. Halbuki tanımlarken dahi hadleri olmayarak bekaretten yola çıkarak ayırdıkları cinsin ismi ‘bayan’ değildir. Onun da ismi: (tüm unutunlara hatırlatmak için söylemek gerekirse) ‘Kadın’dır…

Kadın üstünden yapılan espriler gerek gündelik hayatta, gerek medyada karşı çıkılmaması için özellikle tasarlanmış gibidir. ‘Her şeye de ciddiyet bindirmeyin’ denerek önü kesilir eleştirilerin. Haberlerde ‘namus cinayeti’ diye yaygara kopararak bizlere ulaştırdıkları bilgiler, ‘itiraz edersen, namussuz olursun’ tedbiriyle hazırlanmıştır. ‘Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası’ dır neticede… İş hayatındaki konumların çoğu, adeta erkekler için isimlendirilmiştir. (Bilim adamı, iş adamı, barmen v.b) Politik camialarda ise ‘Kadınlarımızzzz… Bizim Kadınlarımızzzz…’  diye çığıran solcu erkek şiirleri ve söylemleri ile ajitasyonlarını beslemişlerdir. Adeta ‘iş makinalarımız, bizim iş makinalarımız’ diye haykırır gibilerdir…

Hakim ideoloji dil ve kültür aracılığıyla, daha rahat hükmetmek için böldüğü parametreleri, kontrol altında tutmak amacıyla bütün olanaklarını kullanır. Hiçbir yapı (yasa yoluyla ya da değil); dildeki bu ayrımcılığa karşı savaş açmak üzere temellendirilmemiştir. Çok az eğitimci veya sözde aydın(!), dildeki cinsiyetçiliğin sosyolojik etkileri üzerinde durmuştur. Belki kendisi bile bu girdabın içine döndüğünün farkında değildir. Dil ve kültürün ideolojik aygıt olarak kullanılan ve sinsice algımıza yerleştirilen hali ile savaşmak bir yana, farkına varmak bile güçtür. Aksine bu durum normalleştirilir. (kız istemek, kız vermek) Cinsiyetçi cümlelere espiri veya aşağılama malzemesi olmak istememek ise anormalleştirilir ve önemsizleştirilir. Algımıza ve hatta yaşayışımıza dolaylı yoldan bu kadar etkili olan bir konuya müdahale etmek sevimsizleştirilir. Aslında anormal olan buna maruz kalmayı ve başkalarına karşı kullanmayı reddetmek değil, bunu kabul edip bu söylemlerin yaşamasına katkıda bulunmaktır.

Bu sefer de ‘dil’e bu pencereden bakarak, ‘ata’dan gelmeyen bir söylemle, ‘kadın’ söylemiyle bitirelim…

“Dünya bir erkekler dünyası. Gençliğim efsanelerle, erkekler tarafından yaratılmış efsanelerle beslenmiş. Ve ben sanki bir erkekmişim gibi, buna hiçbir şekilde karşı çıkmamışım”

Simone de Beauvoir

 

www.mormasaritueli.com sitesinden alınmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu