Güncel

Devrimlerin Önünü Kesen Bela: TABU

Türkiye’yi dünyanın orta noktası olarak düşünürsek, (-ki coğrafi anlamda öyledir denebilir) doğuya doğru gittikce toplumları etkisi altına almış tabu oranlarında ciddi bir artış gözlenirken batıya doğru yol almayı tercih ettiğimizde tabu miktarında azalma gözlemek mümkün. Bu konuda ülke değiştirmeye ihtiyaç duymadan da Türkiye’nin kendi içinde doğu ve batı bölgelerinde karşılaşılan tabu oranında da tutarsızlıklar ortaya çıkmaktadır. O halde sorulması gereken; Neden doğu kültürleri daha fazla tabuya sahiptir?

Bu sorunun yanıtını ararken ilk uğramamız gereken durak tabu kelimesinin sözlük anlamı olmalı.

Tabu: ”Kutsal sayılan bazı insanlara, hayvanlara, nesnelere dokunulmasını, kullanılmasını yasaklayan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen dinî inanç yasaklanarak korunan (nesne, kelime, davranış). tekinsiz.”

Kelimenin anlamını öğrendiğimize göre sorunun kaynağı hakkında da daha fazla fikir sahibi olmaya başlamışız demektir. Tabu genel anlamıyla din konsepti üzerine kurulu bir kavram olarak karşımıza çıkmakta ve bilhassa dindar toplumlarda kendisini güçlü bir şekilde göstermektedir. Peki batılılar daha mı az dindarlar?

Din doğu toplumlarının icadıdır ve neredeyse insanlık (Homo Sapiens) tarihi kadar eskidir. Batının farkı ise doğu icadı olan bu unsuru hayatlarına alırken toplumun yapısına uyan ve uymayan unsurlar halinde dinsel inanışı modifiye etmek suretiyle hayatlarına uygulamış olduklarından doğu toplumlarında sıkça karşılaşılan kimi tabuları batılılar inancın dışında bırakmış olmalarıdır. (Vatikan’ın evrim teorisini bilim insanları ile oturup tartışmaya başlaması ve bu teoriye yeşil ışık yakma noktasına gelmesi gibi örnekler verilebilir)

Doğu toplumları tutucu, bir o kadar da sabit fikirliler. Öyle ki, yüzlerce yıldır Orta Doğu’da egemen olan kutsal kitabın tek kelimesinin dahi değişmemesi gerektiğinde ısrarcılar. İşte tam da bu yazının konusuna vardık. Zira, bu coğrafyada devrim adına çok fazla bir hareket göremiyor olmamızın sebeplerinin başında bu sarsılması zor olan tabu olgusu bulunmaktadır.Doğu toplumlarını kendi içlerine kapatan ve dünyanın geri kalanıyla uyumsuzluk yaşamasına neden olan davranışlarının temelinde büyük oranda tabuları yatmakta. Türkiye bu anlamda doğu bölgesi komşularından daha esnek bir profil izlemeyi tercih etmiş olsa da hem günümüzde bu esnekliğini kaybetme noktasına gelmiş durumda, hem de ne denli esnek olursa olsun kendisine has tabularıyla da dikkat çekmekte.

Türkiye’de eleştirel yaklaşarak ciddi bir risk alacağınız tabuların başında elbette listenin birinci sırasını İslam ve Atatürk paylaşmaktadır. Her iki konu da eleştiriye büyük ölçüde kapatılmış durumda. Kemalist bir çevre içerisinde Atatürk eleştirisi yapmak ciddi bir özgüven istiyor. Zira görünürde modern olan Kemalistler Atatürk eleştirileri karşısında en sert İslamcıyı aratmayacak tutumlar sergileyebiliyorlar. Türkiye’de sayısız aydının yıllar boyunca Atatürk’ü eleştirdikleri gerekçesi ile ağır hapis cezalarına varan süreçlerde yorgun düşürüldüğü bilinen bir gerçek. Fakat Kemalistlerin görece olarak iyi yanı son yıllarda Atatürk eleştirilerine karşı sizi aşağılamak, hor görmek, topluluğun dışına itmek ve sizi çeşitli art niyetlere sahip olmakla suçlamak boyutuna indirgendi. Buna rağmen Atatürk’ü eleştirenleri kendi çevrelerinden uzaklaştırırken sorgulama ihtiyacı hissetmeden farklı rakip çevrelerin üyesi olarak üstünkörü şekilde algılamaktan da kaçınmadılar. Örnek vermek gerekirse eleştiriyi sunan kişiyi ”provokatör” ya da ”yobaz” olarak tanımlamak gibi kötü huyları var.

Tüm bunlar size hoş gelmediyse eğer bir de İslamcı çevrelerde İslam ve Muhammed eleştirileri yapmayı deneyin. Ben şahsen denedim, sonuç aşağılanmak ile sopa yemek, dışlanmak ile öldürülme riskleri arasında hızlı değişimler sergileyebiliyor. Anlık reflekslere ve tabulara sahip bir toplum olarak en sevimli kişiliğe sahip olanımız dahi dinsel inanışına laf edildiğinde içindeki canavarı ortaya hızla çıkarıp üstüne üstlük canavarı kontrolsüzce serbest bırakabiliyor. İslam’ı eleştirdiği için bu ”küstahlığını” canıyla ödemiş olan nicelerinin varlığı inkar edilemez.

Sonuç olarak bu tarz göz korkutucu refleksler toplumda bir çeşit düşünce tembelliği getirmeye başlıyor. Tabuların önünü baştan kesmediğiniz takdirde toplumun bilhassa eğitimsiz çevrelerinde hızla güç kazanan bir unsur olarak tepeden aşağıya yuvarlanan kartopunun kontrolsüzce çığa dönüşmesi gibi önüne çıkan her şeyi ezip yok edebilecek bir unsura dönüşmesi an meselesidir.

Tabunun önünü zamanında kesmeyi başaran topluluklardan olan ve şimdilerde Rusya adı verilen coğrafyayı ele geçiren Vikingler olsa gerek. Vlad adlı Viking Kralı üç semavi dinden birer temsilciyi davet ederek halkı için uygun bir din arayışına girmiş, en çok İslam’dan hoşlansa da bu inancın bilhassa alkol tabusunun kendi halkına uymayacağına karar vererek Hristiyanlığı tercih etmiştir.

Toplum tarafından dışlanma ya da en fenası öldürülmeye varacak denli şiddete maruz kalma endişesi bireylerin düşüncelerini aktarmalarına ve paylaşmak sureti ile zenginleştirmelerine izin vermediği gibi, tartışma kültürünü yitiren toplumun zeka seviyesinde ise gözle görülür bir düşüş yaşanması neredeyse kaçınılmaz. Asıl mesele toplumu etkisi altına almış güçlü bir tabu varsa, doğrudan o konuya yönelmeseniz de bir çok başka konu tabuya doğrudan ya da dolaylı yoldan temas etmesi nedeniyle eleştirilemez hale gelebiliyor ve toplum eleştiri ve tartışma kültürünü yitirmiş sığ ve zeka kapasitesi düşük bir topluluğa dönüşüyor.

Sonuçta ortaya zamanla geçerliliğini yitiren ve anomaliler ile dolu bir paradigma kalıyor. Anomali (sorunsal) miktarı arttıkça sistemin ilerleyişinin önünde ciddi engeller yarattığından bir süre sonra ileriye doğru adım atamaz hale gelmiş, bulunduğu yere çakılı kalmış ve ziyadesi ile gerilemiş bir toplum örneği ile karşılaşıyoruz.

Toplum halen tabularına sıkıca tutunuyor ve değişimi reddetmeye devam ediyorsa önünde iki seçenek kalıyor. Parçalanarak yok olmak ya da anarşinin yıkıcı etkisine maruz kalmak. Zira o noktada sistemin yeni baştan kurulabilmesi için anomalileri tek tek ele almak yeterli gelmediği gibi tüm sistemi yıkıp yerine yenisini kurmaktan başka bir şans kalmıyor ki bu da ancak anarşi ile mümkün. Peki bu kolay bir süreç mi dersiniz? Hayır, malum ”Devrim kendi evlatlarını yer” ve anarşi ile topyekün yıkılmış bir sistemin sonuçlarını gördükten sonra günümüzün bir çok anarşisti dahi bu yolu tercih etmeyecektir.

Türk halkının bu tarz bir sürece girmeden tabularından kurtulup demokratik süreçlerin işlediği ve aydınlarını kendi eliyle yok etmeyen bir topluma en az acıyı çekmek suretiyle dönüşebilmesi dileğiyle.

Arzach Mills

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu