Arka Bahçemiz

#Direnmarul Ya da İstanbul’da Üç Bostanın Hikayesi

Benim çocukluğum 1970’li yıllarda Nişantaşı’nın biraz aşağısında Güzelbahçe, Topağacı, Fulya ekseninde geçti. Çarşı henüz yoktu, Beşiktaş, idmanlarını Çırağan Sarayının yanmış orta avlusunda yapardı ve biz idmanları izlemeye oraya giderdik. İdman bitiminde kendimizi boğazın serin ve derin sularına da bırakmışlığımız vardır. 80’li yıllarla beraber Fulya önce Beşiktaş tesislerine ev sahipliği yaptı, sonra o kadar büyük bir hızla değişti ki, hazırlıksız yakalanan bizler semti terketmek zorunda kaldık. Bugünkü tabirle kentsel dönüşüm kurbanı olduk.
Bizim çocukluğumuzda Fulya deresi tabir edilen yerde iki tane devasa bostan vardı. Bu bostanlar hakkında hatırladığım, epeyce kıskanç, kızıl saçlı, Arnavut bir bostancı ve onun kıskançlığına mazhar olan canım marullarıdır. Mahallenin çocukları olarak bu kıskanç, kızıl Arnavut’tan  çok korkar ama marulların çağrısına da sık sık icabet ederdik. Sonra duyduk ki Arnavut ölmüş, mirasçıları ise araziyi Nişantaşının ünlü yap-sat’çısı İbrahim Polat’a satmış. Kendisi Adnan Polat’ın babası olur ve Nişantaşı’ndaki apartmanların neredeyse yarısının müteaahididir. Şimdi o bostanların yerinde Polat Towers’lar yükseliyor.
İstanbul’un fethinde Fatih’e en çok topografya yardım etmiştir. Evet, surlar çok sağlamdı sağlam olmasına ama zayıf noktaları da yok değildi. En zayıf noktası da Bayrampaşa tarafından şehrin içine giren Lykos deresi ve onun oluşturduğu vadi idi. Bu vadi kuşatmanın kaderini belirledi. Urban’ın yaptığı meşhur şahi top tam bu vadiye denk gelen surları dövdü, 56 gün boyunca. Çünkü burada surlar irtifa kaybediyor ve ardındaki derenin yarattığı uzun koridor şahi topun inanılmaz gümbürtüsünü şehrin en ücra sokaklarına kadar yayıyordu. Bu sinir bozucu top sesleri zavallı Rumların direncini epeyce kırmıştı. Fetihten sonra da bu dere akmaya devam etti. Lykos deresi fetihten sonra Bayrampaşa deresi adıyla anılmaya başlandı. Dere kenarında oluşan alüvyonlu toprak marul, zerzevat ve meyve yetiştirmek için çok elverişliydi. Bugün o dere yatağının üzerinden Menderesin anlı şanlı Vatan Caddesi geçer.
Bugün Emniyet Müdürlüğünün olduğu bölgede ise Yenibahçe diye bilinirdi ve bostanlarıyla meşhurdu. 1950’lere kadar varlığını sürdüren bu bostanları üç aile ekip biçermiş. Tanaş, Andriko ve Panayot. Andriko ve Panayot Rum. Bunlar daha çok meyve yetiştirirler, Ermeni Tanaş ise marul, zerzevat üzerine mütehassis’lik yaparmış. Sattıkları ürünlerinde son derece taze ve fevkalade ucuz olduğu rivayet edilir.
(Yenibahçe Bostanlarının nadir görüntülerinden biri)
Bu derenin döküldüğü yer ise şimdilerde kazı çalışmalarıyla gündemde olan Thedossius limanı yani Aksaray-Langa. Derenin getirdiği alüvyonlar sayesinde binlerce yıllık liman hala bize hediyeler sunuyor. Sadece hediyeler değil, lezzetli Langa hıyarlarını da sunuyordu. Burada bulunan son hıyar bostanına da geçen sene beton dökerek içimizi rahatlattık. Şimdi Langa bostanı sadece Nazmi Ziya gibi eski üstatların tuvallerine konu olabiliyor.
(Nazmi Ziya: Langa Bostanında Sabah)
Fetih sırasında ordu sadece duvarları değil, duvarların önünde yer alan derin hendekleri de aşmak durumundaydı. Bu hendeklerde Lykos deresinden gelen su 20 Metre genişliğinde ve 15 derinliğinde bir engel oluşturuyordu. Fetihten sonra bu hendeklere gerek kalmadı ve buralar bostana çevrildi. yüzlerce yıldır derenin getirdiği alüvyonlu toprakla beslenen hendekler bostancılara lezzetli ürünler verdiler. Yedikule bostanları işte bu hendeklerin içine kurulmuş bostanlardır.
Yenidoğan, Langa derken şimdilerde sıra İstanbul’un son bostanları olan Yedikule bostanlarına geldi. Neymiş, rekreasyon alanı olacakmış. Biz biliriz o rekreasyon alanlarını. Etraftaki soylulaştırma ve mülkiyet değişimi operasyonunu sevimli kılmaya, bölgenin rantsal dönüşümünü tamamlamaya yönelik işlerdir bunlar. Bir süre sonra Sulukule’de olduğu gibi Belgradkapı, Mevlanakapı ve Yedikule bölgesinde de bu işler başlayacak ve o rekreasyon alanları birer marketing unsuru haline gelecek. Kaldı ki bu bostanlarda ta Bizans ve Osmanlı devrinden kalma sarnıçlar, kuyular olduğu biliniyor.
Şehrin yaşam kültürüyle özdeşleşmiş bir alanlar öz niteliklerinin yitirmeden yeniden düzenlenmeli ve şehrin kimliğinin bir parçası olarak yaşamlarını sürdürmeye devam etmelidirler…
(Yedikule bostanlarında çekilen bu eski kartpostalda su kuyuları ve suyu çekmek için oluşturulan mekanizma görülüyor)
Cengiz ÖZDEMİR
Bu yazı http://kulturistanbul.blogspot.com’dan alınmıştır.
www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu