Başka Dünya

Disiplin Kurumu Olarak Ordu ve Vicdanȋ Ret

On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl, disiplin toplumlarının ortaya çıktığı bir döneme rastlar, yirminci yüzyılda doruk noktasına ulaşan bu toplumlar, kapatılma mekȃnlarıyla bireyi hiç durmadan biçimleyen ve disipline eden bir duruma ulaşırlar. Birey; aile, okul, ordu, fabrika sıralamasıyla bir kurumdan diğerine atlamak zorunda kalır. Bu kurumların ortaya çıkardığı birey artık kendi iktidarını kaybetmiş, bir iktidar öznesi haline gelmiştir. Modern toplum, bireyi her yerinden tutup kapatan bir iktidar mekanizmasıdır artık. Disiplin toplumu olarak da tanımlayabileceğimiz bu toplum modelinin en önemli kurumlarından birisi de ordudur. Ordu, bireyin aile ve okuldan sonra kapatıldığı üçüncü kurumdur ve belki de en disipline edici olanıdır. Birey genç yaşında bu kurum tarafından çoğunlukla zorunlu olarak alınır ve disipline edilir. Bu süreç, silah kullanma, öldürme ve düşmanlık üzerinden verilen eğitimlerle doludur, kısaca ordu bireyi militarize eder. İlk kez ünlü Fransız düşünür Proudhon tarafından kullanılan ” militarizm” kelimesi ordunun bir anlamda ideolojik fonksiyonuna gönderme yapar. Bir kurum olarak ordu devlet ideolojilerinin bir parçası olmuş, bireyler “millet” ve “milliyet” tahayülleriyle ordunun bir nesnesi haline getirilerek birer “politik anatomi” figürü haline dönüşmüşlerdir. Böylece birey genellikle zorunlu olarak bu kurumun içinde yer bulmuş ve bu üretilmiş iktidarın esiri olmuştur, Öyle ki Anadolu coğrafyasında içselleşen bu iktidar “askere gitmeyene “kız” vermez. Askerlik bir geçiş riti olarak kabul edilir, davullu, zurnalı ritüellerle bireyler askere uğurlanır. Ordu devlet ve toplum için bir var oluş sembolüdür ve bireyin varlığı devlete, devletin varlığı orduya dayanır.

Bütün bu söylediklerimizden de anlaşılacağı üzere ordu sorgulanması gereken kurumların başında yer alır. Bu topraklarda orduyu darbelerden başlayarak pek çok boyutuyla sorgulayabilir, üzerine pek çok şey yazabiliriz ancak barış kelimesinin aksiliklere rağmen dile getirildiği bu günlerde, sıklıkla karşılaştığımız asker “intiharları”, kaza ile öldüğü söylenen askerler ve tartışılıp tartışılıp kapatılan vicdanȋ ret konusu konuşulması gerekenler olarak karşımızda duruyor.

Barışı konuşuyorken çözülmesi gereken bir diğer sorunda vicdanȋ reddin yasallaşmasıdır. Bu ülkede bir türlü gündeme gelmeyen, geldiğinde ise genellikle vicdanȋ ret açıklayanların yaşadıkları sorunlara yönelik olarak konuşulan önemli bir konu vicdani ret. Önemli çünkü, bireylerin en temel hakkı olması gereken bir durum. Vicdanȋ ret en genel tanımıyla bir bireyin politik görüşleri, ahlȃki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği ret etmesi anlamına geliyor. Tanıma baktığımızda da açıkça görülüyor ki bu durum tamamen vicdani bir karar, öldürmeme, şiddete mȃruz bırakmama, eline silah almama gibi pek çok vicdanȋ sorumluluğu kapsayan kutsal bir tutum. Ancak bizim coğrafyamızda vicdanȋ ret açıklayanlar bir yığın işkenceye, tutuklanmaya, devamlı kaçak yaşamaya, mahkȗm ediliyorlar. Türkiye’de vicdani ret açıklayan pek çok isim var, onlar bu coğrafyanın en önemli barış savunucuları, militarizme karşı her türlü mücadeleyi veren, her daim şiddet karşısında tavır geliştiren saygı duyulası gerçek insanlar. Onlar yaşamları boyu mücadele etmeyi ve direnmeyi göze alanlar.

Türkiye’de vicdanȋ ret kararını ilk açıklayan Tayfun Gönül, 2012 yılı içerisinde kaybettiğimiz Gönül aynı zamanda doktor ancak kendisi bu mesleği de yapmıyor ve nedenini şu sözlerle dile getiriyor: “Zaten bütün kurumlar oluşurken, iç işleyişlerinde kışla yönetmeliklerini örnek almışlar. Okul, hastanede buna dȃhil. Bunun en be­lirgin göstergelerinden biri beyaz önlüktür. Üniforma her yerde aynı işlevi görür, insan­ları tek tipleştirmek, kişiliksizleştirmek, salt işlevini yapan robotlar haline dönüştürmek. Bana göre üniformanın rengi önemli değil, hȃki ya da beyaz olabilir.” Kendisi aynı zamanda 1980’li yıllarda zorunlu askerliğe karşı başlatılan kampanyalarında yürütücüsü, son gününe kadar zorluklar içinde mücadelesini sürdürmüş bir isim.

Bir disiplin kurumu olarak ordu, savaşın ve şiddetin sembolü ve uygulayıcısıdır. Bu günlerde barışı konuşacaksak eğer bu bahanemiz olsun vicdanȋ ret konusunu gündemde tutalım ve asker ölümlerinin nedenlerini sorgulayalım. Parası olmayanın, gönüllü olup olmadığı sorulmadan, askere alındığı bu coğrafyada gündem barışsa konu öldürmemek ve öldürmeyi reddetmek olmalı, çünkü barış savaşmayı reddetmekle başlar.

Emek Erez (emekerez.wordpress.com)

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu