Kültür-Sanat

Dogtooth: Köpek Dişi

DOGTOOTH: KÖPEK DİŞİ

AİLE ÖZELİNDEN TOPLUM GENELİNE DİL VE ÖZGÜRLÜK  ODAKLI BİR FİLM İNCELEMESİ

Çağla ANILMIŞ*

dogtooth_köpek dişi

“Beni sürekli uymaya zorladığın davranış kurallarına, bizzat sen hiç uymuyordun; bu yüzden benim dünyamı üçe bölmüştün; benim, yani senin kölen olan benim için icat ettiğin ve üstelik bilmediğim ve bu nedenle tam olarak uygulayamadığım yasalar ve bu yasaların altında yaşayan bir bölüm; sonra senin yönetiminle ve emirler yağdırarak ve bu yasalara uyulmadığı için öfkelenerek yaşadığın ve benim dünyamdan kopardığın uzak ikinci bir dünya ve son olarak tüm diğer insanların her türlü emirden ve itaatten uzak mutlu yaşadıkları bir üçüncü dünya.”[1]

2009 yılında Toronto Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından izleyicinin dikkatini üzerinde toplayan bir Yorgos Lanthimos filmi Köpek Dişi; orijinal adıyla: Kynodontas. Üç çocuğunu dış dünyadan tamamiyle kopararak kendileriyle beraber bahçeli bir evde yaşamaya zorlayan, kullandıkları kelimelere dış dünya ile ilgili ipuçları vermeyecek anlamlar yükleyen bir anne-baba’nın kurduğu düzeni anlatır film ve bu düzenden kurtulmanın tek yolu da yine aynı anne-baba tarafından belirlenmiştir: Köpek dişlerinin dökülmesi.

Anne-babalarının her söylediğine sorgusuzca inanan ergenlik çağındaki üç çocuk, kendilerine öğretilen özel anlamlı bir dille dünyayı kavramaya başlar: Deniz, oturma odasındaki gibi ahşap kolluklu deri koltuktur; otoyol, çok güçlü bir rüzgâr türüdür; seyahat, zemin kaplamada kullanılan dayanıklı bir maddedir. Onlara; özgürlüğün, sonsuzluğun, yolculuğun ve bahçe ötesindeki dünyanın dildeki karşılıklarının ahşap bir koltuktan, ürkütücü bir rüzgârdan, zemin kaplamada kullanılan dayanıklı bir maddeden ibaret olduğu söylenerek zihinlerinin kapılarına da bir nevi kilit vurulmuştur. Peki çocukların zihninlerine anne-baba tarafından vurulan bu kilitlerin günlük hayatta kullandığımız dille, toplumsal rollerle ve kurumlarla bir ilgisi var mıdır? Dil, insanların algısını hangi yönlerden açarken hangi yönlerden kapatır ve sınırlar? Daha doğru bir ifadeyle, insanlar diğer insanların algılarını açma yahut kapama amacıyla dili nasıl yönetir/şekillendirir?

Dili, iki ayrı öznenin iletişim kurma yollarından biri olarak tanımladığımızda karşımıza tam tersi bir önerme daha çıkacaktır: O, iki ayrı öznenin karşılıklı iletişim kur(a)mama yollarından biridir de aynı zamanda. Dil bilim bunu açıklarken şu savı kullanır: Nüfusun fazla olduğu coğrafi bölgelerde iletişimi kolaylaştıracak ortak ve genel-geçer bir dilden ziyade irili ufaklı binlerce dille karşılaşılır. Böylece birbirleriyle iç içe yaşamak durumunda kalan toplulukların, kendilerini korumak, bir olma duygularını güçlendirmek, sosyolojik bağlamda “biz” ve “onlar” şeklinde algılanan ortak yapının “biz” kısmını inşa etmek amacıyla farklı diller yaratma eğiliminde olduklarını söyleyebiliriz. Bu farklı diller sözcüklerle örülü görünmez bir duvar örer etrafımıza, evreni algılayış şeklimizi, dünyaya bakış açımızı, kendimizi dünyada konumlandırışımızı belirler. Zihinlerini dünyaya hapsetmesi istenen bireyler için evrensel tanımlar bir anlam ifade etmez, sözcük dağarcığının gelişmesine müsaade edilmeyen çocuklar soyut analizlerden, çoklu düşünmeden, mantık yürütmekten uzaklaşırlar ve deyim yerindeyse koyuldukları kabın şeklini alırlar.

Bu bağlamda Standford Üniversitesi’nde yapılan bir deney ilginç sonuçlar vermiştir: Farklı diller konuşan insanların dünyayı farklı şekillerde algılayacağı tezinden hareketle farklı gruplara aynı soruları soran araştırmacılar şaşırtıcı sonuçlar elde etmiştir. Örneğin; biz, günlük hayatımızda yer/yön tarifi yaparken, uzayda gözlemlediğimiz gök cisimlerinin, yıldızların, gezegenlerin konumlarını tanımlarken, herhangi bir nesnenin nerede bulunduğuna dair sorulara cevap verirken daha çok “sağ”, “sol”, “ön”, “arka” gibi kelimeleri kullanırız. Kuzey Avustralya’da yaşayan bir Aborijin topluluğu ise aynı durumlar için “kuzey”, “güney”, “doğu”, “batı” gibi daha kapsayıcı, kullanım alanı daha geniş kelimeleri tercih etmiştir. Kapalı kapılar ardına tıkılmış, yüksek binalar, tehlikeli sokaklar, gökdelenler içinde dünyayı evrenin sonsuzluğunda değil de evreni dünyanın darlığında algılayarak yaşayan bireyler için kuzey ve güney, doğu ve batı nasıl bir şey ifade etmiyorsa, aynı şekilde anne-babalarının sarsılmaz otoritesine sorgusuzca boyun eğmiş bir çocuk için de özgürlüğü çağrıştıran, daha geniş çağrışımları olan sözcükler bir şey ifade etmeyecektir.

dogtooth_köpek dişi_film

Yorgos Lanthimos tüm bu düşünsel arka plân çerçevesinde otorite, baskı, sansür, şiddet, cinsiyetçilik, cinsellik gibi kavramları bir aile üzerinden -aslında aynı zamanda bir toplum üzerinden de yorumlanabilecek şekilde- anlatarak üç farklı çocuğun birbiriyle ve anne-babalarıyla olan ruhsal çatışmalarını gözler önüne serer ve yemek masasında gelişen şu diyalog içinden çıkılmaz bir hâl alan “baba” otoritesinin paradoksunu oluşturur:

─ “Bir çocuk evini ne zaman terk edebilir?”

─ “Sağ köpek dişi düştüğünde.”

─ “Ya da soldaki, fark etmez.”

─ “Bu dönemde, bedeni tüm tehlikelerle yüzleşmeye hazırdır. Evden ancak araba ile güvenli bir şekilde ayrılabilirsiniz. Araba sürmeyi ne zaman öğrenebilirsiniz?”

─ “Sağ köpek dişi tekrar çıktığında, ya da sol, fark etmez.”

Çocuklar hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir vaat üzerine kurmuştur gelecekle ilgili hayallerini. Özgürlüğün geleceği söylenmiştir onlara, fakat gelmeyeceğini sadece özgürlüğü vaat edenler  bilir. Baba ve çocukların arasındaki bu sağlıksız iletişim “köpek”le sembolize edilir  filmde ve “köpeksi” bağıntılar yerleştirilir seyircinin zihnine. Babalarının önünde kendilerine komut verilmesi için eğilen, atılan nesneleri yakalamak için birbirleriyle yarışırcasına koşan, “sahip”leri olmadan bahçe dışına adım atamayan çocukların dış dünya ile hiçbir şekilde bağlantısı sağlanmazken izleyicinin zihninde aynı durumun farklı görünümleri canlanacaktır: Biz, anne-baba görünümlü “sahipler” tarafından nereye çekilirse sürüklenen, kendimize atılan nesneleri birbirimizle yarışarak kapmaya çalışan, bize söylenen sınırlar ve kapatıldığımız bahçe dışında bir dünyanın olmadığına inandırılan bireyler olarak devasa bir ailenin içinde çırpınırız bir nevi. Özgürlüğe kavuşmamız için belli başlı şartları yerine getirmemiz gerektiği talimatını alırız  ya da  etrafı çitlerle örülü bir bahçenin içinde, daracık bir alanda özgür olduğumuza inandırılırız fakat ne bize vaat edilen şartlar ne de bahçe içindeki özgürlük, gerçek anlamda bir özgürlüğü ifade eder. Toplumların kolektif bilinçaltını yansıtan birincil faktörün dil olduğunu düşündüğümüzde de yine bilinçaltını, dünya ve evreni algılama şekillerini etkileyici üretimlerle kutsallığa, popülerliğe ya da daha geniş kapsamlı haliyle kapitalizme hizmet eden tüm kurum ve kuruluşlara adanmış farklı bir yapı oluşmaya başlar. Biz, Lanthimos’un filmde vurguladığı “yeni” anlamlı kelimeleri bugün aynı anda milyarlarca insana ulaşma imkânına sahip olan medyanın görünürde ya da –daha tehlikeli biçimde- dolaylı olarak diktatoryal yönetimlerin hizmetine girmiş kimi televizyon kanallarıyla, aynı amaca yönelik açılmış bilimsel çalışmalardan uzak kalmış/bırakılmış  kimi okullarla, içinde özgürlük kelimesini barındırmasına ve özgürlüğü vaat ediyor gibi görünmesine rağmen dünyanın büyük bir kısmını modern köleliğe mahkûm etmekten öteye gidemeyen kimi siyâsi/ekonomik oluşumlarla (bkz: neo-liberalizm)[2] öğrenmekteyiz. İçinde özgürlüğü barındıran bir kelime ironik bir şekilde dünyanın büyük bir çoğunluğuna kölelikten başka bir şey getirmemiştir.

köpek dişi

Lanthmios her ne kadar özgürlüğün karşısına koyduğu boyun eğme tavrını çocukların sergilediği ilkel davranışlarla yansıtmayı seçse de günümüz dünyasında boyun eğmenin binlerce farklı “modern” davranış içine yedirildiği bir gerçektir. O, davranışsal ilkellikten ziyade zihinsel üretimdeki ilkelliğin, hapsolmuşluğun bir göstergesidir. Modern görünümlü köleliğin doğduğu yer de tam olarak burasıdır.  Peki bir metafor olarak kullanılan etrafı çevrili küçük bahçeden kurtulmayı başaran hiç olmamış mıdır? Çocuklar hiçbir şey fark etmeden babalarının sorgulanamaz iktidarında kendilerine verilenle yetinmeye devam mı edecektir? Köpek dişlerinin dökülmesini beklemeden gökyüzünün maviliğini, rüzgârın yüzlerini okşayışını, tüm dönemeçleriyle, karar verme duraklarıyla onları karşılamayı bekleyen uzun, upuzun otoyolu görmeden, bilmeden yaşamayı kabullenecekler midir? Birçoğumuz; ömrümüzü, etrafımızı çeviren ufak bahçenin içinde oynamakla harcarken bazılarımız o bahçenin ardını düşünmekte, yerden topladığı taşları bahçenin ardına atmakta ve “bir üçüncü dünya”nın hayalini kurmaktadır. Bazıları içinde var olan bir çocuk bile, elde ettiği sonuç ne olursa olsun, o birçoklarının hapsolduğu/hapsedildiği karanlığa kendi ışığını bırakacaktır.

Tüm bu yönleri ve çeşitlendirilip yorumlanabilecek diğer katmanlarıyla Köpek Dişi, aile özelinden toplum geneline doğru genişletilebilen kurgusu, anne-baba figürlerinin sorgulanışı, itaat etme/edilme, sahip olma/olunma eğilimlerinin temelinde yatan zihinsel süreçler ve bunların şekillendirilişi doğrultusunda izleyiciye sinema diliyle zenginleştirilmiş geniş bir alan sunuyor.

 

*İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı, Yeni Türk Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi, caglaanilmis@gmail.com

[1] Franz Kafka, Babaya Mektup’tan alınmıştır.

[2]  Neo-liberalizm ve globalleşmenin modern kölelikle ilişkisi hakkında daha fazla bilgi almak için: Michelle Kuhl, Modern-Day Slavery and Human Trafficking: An Overlooked Issue, Salve Regina University, 2011.

Dünyalılar – www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu