Arka Bahçemiz

Doğu ve Batı Asla Bir Araya Gelemez

Keith Vaughan / Habil ve Kabil 1946

Doğu ve Batı neden sürekli çatışıyor? Marks’ın öngördüğü sınıflar arası savaş giderek medeniyetler arası çatışmaya mı dönüşüyor? Mesele biraz da elinde olmayana sahip olma isteği mi? Habil ve Kabil’in konumuzla ilgisi ne?

Joseph Rudyard Kipling, Hindistan doğumlu, İngiltere’de yaşayan bir ailenin yanında büyümüş olan İngiliz şair, roman ve hikâye yazarı.

Ben “adam olmak” başlıklı şiiriyle biliyorum, sosyal medyada da hayli popüler. Türkçeye çevrilmiş çocuk ve bir iki hikâye kitapları çoğunlukta olduğu için, hakkında pek fazla bir bilgiye sahip değilim.

Bana ilginç gelen Hindistan kökenli olup da, tipik bir İngiliz milliyetçisi görüşlere sahip olması, aynı zamanda sömürgeciliği savunan bir batılı(!) gibi davranması.

“Doğu ve Batı asla biraraya gelemez.” diyor bir açıklamasında. “Doğu ve Batı asla bir araya gelmesin.” demek istiyor da olabilir.

Katılırsınız katılmazsınız, bana göre de Batı’nın Doğu’yla bir arada yaşaması gittikçe mümkün olmayana doğru ilerliyor ve Kipling’i doğruluyor her geçen gün.

Benim okuma ve öğrenme sürecim, Batı ve Doğu ilişkisini ezelinden beri bir iktidar ve egemenlik ilişkisi şeklinde kavramama yol açmıştır. Küreselleşme gerçeği, ekonomik düzlemde Batı ve Doğu’yu bir arada tutan ‘zorunluluk’ gibi görünse de, bu durum gerçekte iktidar ve egemenlik ilişkisinin bir yansımasıdır, kültürel ve sosyolojik bağlamda ise telafi edilmez bir uçurumu örgütler.

Devrimci fikriyatta Batı/Doğu ilişkisini bir yere oturtabiliyorum. Ama imgelemimde, sürekli Batı’nın Doğu’da ya da Doğu’nun Batı’da gerçekte aradığı nedir ki?” sorusunu sormuşumdur.

Kendisinde olmayanı veya az olanı veya olmadığını hissettiği şeyleri ötekinde aramak ezelinden beri hakikattir. İnsanlığın, ortak yaşam alanı mağaralarda kopardığı ilk kavganın nedeni de budur. İnsanlık tarihi o gün bugündür bu hakikat çerçevesinde seyretmiştir. Çok sonralara doğru, mekanda coğrafya bölünmeleri ve toplumsallaşmada uluslaşma başlayınca batı genellikle ‘keşfeden’, doğu ise hep ‘ötekileşen’ şeklinde kalın bir hat çizmiştir kendine.

ABD Savunma Bakanlığı’na danışmanlık yapmış, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabının özeti, küreselleşme sürecinde Batı ve diğerleri arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulunur. 1993’de yayınlandı bu kitap. Hayli ilgi çekti. Ben, okumadım, ancak Metin Kaya arkadaşın “Yüzbinkişiydiler” adlı belgesel çekimleri için Süleyman Demirel’le röportaj yapmaya gittiğimizde, bizi misafir ettiği kütüphanede önündeki sehpanın üzerinde görmüştüm ve dikkatimi çekmişti. Sonra internet üzerinde yayınlanan bazı makalelerle bilgi sahibi oldum.

Samuel Huntington’a göre Batı’nın, gittikçe kendisine düşman uygarlıklarla çevrili bir hale geldiğini ve sürekli çatışacağını ileri sürer. Özellikle İslam bu tezatlıkta çatışmanın başını çekmektedir. “11 Eylül” saldırısıyla başlayan bu öngörü günümüzde daha da temelleşmiştir. Geçtiğimiz ay, gerçekleştirilen dinci/İslamcı radikal bir örgüt olan IŞİD’in, “Paris” saldırısı ve en son “Belçika” saldırıları bu konuda tipik örneklerdir.

Bu durumu ’emperyalizmin çelişkisi’ üzerenden izah etmek, ezberimizdeki izlerden yürümek gibi bir şey artık, bana göre.

Günümüz toplumlarının, Marks’ın tarif ettiği sınıf çatışmaları ekseninden çıktığı, tıpkı Huntington’un öngörüsü doğrultusunda “Medeniyetler Çatışması”na doğru hızla ilerlediğine dair ciddi bir bilinç ve endişeye sahibim.

Kutsal kitaplara baktığımızda (Kur’an’da, Tevrat’ta, İncil’de, bildik bütün mitolojilerde ) vurgu genellikle iyiyi ve kötüyü simgeleştiren Habil ve Kabil kardeşlerin arasındaki kavganın nedenine, ‘kendisinde olmayan’ın kıskançlığı’na vurgu yapar.

Şairlerin, açıklamakta zorlandıklarında, sezgilerine daha çok sığınmaları bu nedenledir!

Osman Günay

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu