Yaşam

Düşmanlığın Temel İlkeleri

Düşmanlara ihtiyacımız var. Onlara kızmalı, yaptıkları kötülükleri sayıp dökmeli, arkalarından konuşmalıyız. Yeri geldiğinde yüzyüze küçük çatışmalar da yaşanabilir. Böylece içimizi boşaltıp rahatlar, haklı ve doğru olmanın tadını çıkarırız.

Aynı durum karşı taraf için de geçerlidir. Onların da bizim hakkımızda konuşabilecekleri, arkamızdan birlikte atıp tutabilecekleri dostları vardır. Onlar da tıpkı bizim gibi, yaşanan bir tartışmanın ardından lafı gediğine koymanın verdiği doyumla rahatlayacak ya da içlerinde kalıp da söyleyemedikleri bir söz için hayıflanıp bir sonraki karşılaşma için hazırlanacaklardır.

Arayıp buluyoruz

Düşmanlık, içimizdeki saldırgan dürtülerden beslenir ve açlık ya da cinsellik gibi bir doyum gereksinimi oluşturur. Dolayısıyla, aslolan düşman ihtiyacıdır. Yeni bir ortama girdiğimizde havayı koklar, küçük yoklamalarda bulunur ve bir iki hamle sonra düşman olabileceğimiz birilerini bulup çıkarırız. Yakın çevrede uygun bir düşman bulunamazsa, orada bulunmayan birisi ya da bir toplumsal kesim hedef seçilebilir. Bir süre için aramızdaki çekişmeleri erteler ve kafa kafaya verip böylelerine ne yapılması gerektiğini konuşuruz.

Ev ve işyeri gibi, uzun süreli ilişkiler içinde olduğumuz ortamlardaysa, herkesin belirlenmiş dost ve düşmanları vardır. Zamanla gruplar arasında geçişler ve saf değiştirmeler olsa da oldukça kararlı bir denge sürüp gider.

Düşmanların, her biri kendine göre ayrı önem taşıyan, değişik tipleri vardır. Bazıları yakın, bazıları uzak çevreden seçilir. Bireysel ya da topluluk halinde hedef alınanları olabilir. Ast üst ilişkisi içinde ya da eşitler arasında yaşanan düşmanlıklar, tarzları, sağladıkları doyum ve yol açtıkları sorunlar yönünden farklı özellikler gösterir. Karşıt ve aynı cinsler arasındaki düşmanlıklar da ayrı ayrı ele alınmayı hak edecek kadar özgün yanlar içerirler.

İdeal düşmanın özellikleri

Sorulduğunda, genellikle, adil ve eşit koşullarda yaşanan bir rekabetten yana olduğumuzu söyleme eğilimindeyizdir. İhtiyacımız olduğu için düşmanlar yarattığımızı, onlarla çekişmekten, onları alt etmekten ve yenilginin acısıyla kıvranmalarından zevk aldığımızı çoğu zaman kendimize bile itiraf etmeyiz. Elimizden geleni yapmış, mümkün olan tüm anlayışı göstermiş, sonunda biz de karşılık vermek ve kötü davranmak zorunda kalmışızdır.

Bu arada, karşı tarafın da aynı şekilde düşündüğünü ve aynı tarzda akıl yürütmekte olduğunu görmezlikten geliriz. Oysa, bir an için taraf olmaktan çıkıp olan bitene dışarıdan bakabilsek ideal bir düşmandan neler beklediğimizi anlayabilir ve bu yolla kendi içimizde taşıdığımız şiddetin farkına varabiliriz.

Şimdi dilerseniz, hepimiz adına itirafta bulunan birisinin, Jean Genet’nin beklentilerine bakalım ve kendimizi bu gözle bir yoklayalım. Genet ” Açık Düşmanı Arıyorum” adını verdiği yazısında, “tamamen silahsız enfes düşmanı, bir üfleyişte devrilen düşmanı, çoktan aşağılanmış, bir işaretle kendini pencereden atan köleyi, yenik düşmanı aradığını söylüyor. ” Benden ölçüsüzce ve tüm kendiliğindenliğiyle nefret edecek tam düşmanı, ancak daha beni tanımadan benim tarafımdan yenilgiye uğratılmış, boyun eğmiş düşmanı isterim. (…) Gücü tükenmiş, teslim olmayı kabul eden bir düşman arıyorum”  diye sürdürüyor.

Yaşamdan örnekler

Genet’nin itirafıyla açılan pencereden günlük yaşamdaki düşmanlık örneklerine göz attığımızda, onu haklı çıkaracak ipuçları bulmakta güçlük çekmeyiz. Öncelikle, düşmanın rolünü layıkıyla oynaması beklenir. Rakip takım bizi yenmek için sahaya çıkmalı, komşu ülke saldırgan niyetlerini ortaya koyan açıklamalar yapmalı, üst konumundaki kişi astını ezmeye çalıştığını ya da ast konumunda olan başkaldırmaya niyetlendiğini açıkça belli etmelidir. Gerçek böyle değilse bile ağız tadıyla yaşanan bir rekabet için gereğince çarpıtılmalı ve böyle algılanmalıdır.

Ancak, bir taraftan da, kendimizi sonuna kadar garantiye almayı, gerçek bir tehlikeyle karşılaşmamayı isteriz. Düşman, saldırmalı ama mutlaka yenilmeli; geri püskürtülmesi, alt edilmesi konusunda bir teminat verilmiş olmalıdır. İşler istendiği gibi gitmediğinde sızlanmaya başlar, oyunun kurallarına uymama eğilimleri gösteririz. Kaybedilen maçlarda çıkan kavgalar bunun tipik bir örneğidir. Ya da açıkça savaş açılmış bir grubun karşı saldırısı kayıplara yol açtığında, feryatlar yükselmeye başlar, militarist eğilimin bayraktarları kendilerinin karşı tarafa yapmak istedikleri taraftarlarının başına geldiğinde lanetler yağdırır, “ağırbaşlı yiğit savaşçı” tarzına uymayan bir feveran ve duygusal dalgalanmalar gösterirler.

İstenen, kişinin ya da grubun düşman ihtiyacını karşılamak için özel imal edilmiş, saldırgan dürtülerle tıka basa dolu, ama aynı zamanda saldırı gücü sıfırlanmış bir zavallı, dişleri ve tırnakları sökülmüş bir kolay lokmadır. Aslında onunla savaşmayı değil, onu ezmeyi, dilediğimiz gibi şekillendirip, küçük düşürmeyi isteriz. Çünkü, düşman gereksinimini besleyen dürtü ancak nesnesi üzerinde eylem yaparak doyum bulabilir. Nesnenin aynı eylemi bizim üzerimizde gerçekleştirmesi, bizi özne olmaktan çıkarıp saldırıya uğrayan nesne durumuna zorlaması hoşnutsuzluk yaratmakta, uzaklaşma ve oyunu bozma eğilimine yol açmaktadır.

Kendini bilmenin önemi

Düşmanlığı denetleyecek güç, bireyin kendi içindeki saldırganlığın ve düşmana duyulan gereksinimin farkında olmasıdır. Kendisini, tüm olumsuz duygulardan ve hırslardan arınmış bir aziz olarak gören kişi, bir engizisyon yargıcı gibi, başkalarını yargılarken ve cezalandırırken duraksamayacak, her türlü sorgulamadan muaf bir iç rahatlığı içinde davranacaktır.

Öte yandan, karşısındakiyle aynı hamurdan yapılmış bir saldırganlık potansiyeli üzerinde oturulduğunun farkına varılması, onu anlamayı ve hoşgörüyle bakmayı kolaylaştırır. Mümkün olan, düşmanca duygulardan tümüyle arınmak değil, onları kabullenmek ve kendimize yönelmiş saldırgan girişimleri savuşturacak manevraları yaparken, karşımızdakinin de bizden ona yönelen bir tehdit altında olduğunu unutmamak, onu da esirgemeye çalışmaktır.

Levent Mete

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu