Arka Bahçemiz

Gece Şiirleri

Dünyanın antik çağdaki yedi harikasından biri olan Mısır’daki İskenderiye Feneri’ne sığınarak hayatımın geri kalan kısmını, bir daha asla dışarıya çıkmadan burada tamamlamayı dilerdim. İskenderiye limanının karşısında Pharos adası üzerindeki fenerden dürbünle bütün geçen gemileri tek tek dikkatle tarar, o gemilerden birisinde seni bulmayı umut ederdim.

Sonra her gece fenerin damına çıkar ve yıldızlara bakarak, kayalıklara çarparak parçalanan dalga seslerinin eşliğinde seni düşünmeyi isterdim. Nasıl deniz fenerinin ışığı uzaklara ulaşıyor ve gemilere yol gösteriyorsa, ruhumdan sızan aşkımın ışıklarının da sana ulaşacağından emin olurdum.

Sonra açık denizde kayalıklar üzerine inşa edilmiş ilk taş deniz feneri, Eddystone Fener Kulesi’ne sığınmayı ve aylarca hava koşulları yüzünden uzun zaman karaya çıkamayan eski fenerciler gibi aydınlatmada kullanılan mumları yerken, orada seni sonsuza kadar beklemeyi isterdim.

Ve fenerimin her gece onsekiz-yirmi mil öteden görülebilen ışıklarına bakarken, her seferinde yalnızlığıma vurarak parçalayan dalga seslerine eşlik ederek sana, duyacağından emin olarak yıldızlarla dolu gece şiirleri okumayı isterdim. Belki de o uzaklardan çok uzaklardan geçen ve asla adama uğramayan o gemilerden birinde olduğunu düşünerek hüzünlenmeyi arzu ederdim.

Sonra Pasifik denizinin ortasinda bir yerde, oraya nasıl ve ne zaman geldiğimi hic hatırlamadan, korsanlar tarafından çoktan terk edilmiş, ıssız bir adanın küçük deniz fenerinde uyanmayı isterdim.

“Gerçekten ben o yılları yaşadım mı?”
Sonra şimdi çok uzaklarda kalmış, çoktan yıkılmış ve üzerine yol yapılmış evimizin ve bir zamanlar içinde elma ağaçları olan bahçemize giderek kendi kendime tıpkı Dostoyesvki’nin bir roman kahramanı gibi “Gerçekten ben o yılları yaşadım mı?” diye sormayı isterdim. Şimdi üzerinden yol geçen anılarımda kalan o insanlar gerçekten var mıydılar? Yoksa bütün herşey bir anlık yanılsamadan mı ibaretti?
Kimbilir, belki de…

Bir daha doğmamak
Geleceğin Buda’sı gibi sana, “Senin aşkın bana ulaşmak için sevgilim. Benim amacımsa bir daha doğmamaktır.” demeyi arzu ederdim.
Bir daha doğmamayı ve sana olan aşkımı zamanın, mekânın ve sonsuzluğun ötesine taşımayı istiyorum, demeyi ve senin yanından hızla uzaklaşmayı; aşkın öz bilgisine ulaşmadan bir daha senin yanına dönmemeyi ve bunu yapmaktansa evimizden önce kızgın ateşlere girmeye yemin etmeyi isterdim.

Dünyanın damında inzivada
Bu dünyada belki de gidip de dönülmemesi gereken tek yer olan Tibet’in başkenti lhasa’da tıpkı Budist rahipler gibi kazınmış kafam, artık paranın kirletemeyeceği masum ellerim ve üzerimdeki basit giysi ile bir avuç pirinç dilenerek yaşamayı, sonsuz inzivamda seni unutacak ve istesem de artık asla hatırlayamayacak kadar sevebilmeyi isterdim.
Yine Tibet dağlarında efsanevi varlık Yeti’yi arar gibi seni aramayı, kişinin eğer saf değilse Yeti’yi görür görmez ölmesi gibi, eğer aşkım saf değilse ve içimde zerre kadar kuşku varsa seni görür görmez ölmeye razı olmayı isterdim.

Oşhamafe dağı düşleri
Tur dağında ateşe yürüyen ve sakalları yanarak ateş kırmızısına dönüşen, kırk gün yemeden içmeden tanrıyı düşünen, kırk gün sonra kavminin arasına dönerek on emirin yazılı olduğu levhaları yere bırakan Musa gibi, Oşhamafe dağında, geceleri ellerinden ışık saçılan Nart gelini Adıyıf’ın aydınlattığı yolumda kırk gün seni düşünmeyi, bir gün yanına döndüğümde aşkımızın yazılı olduğu levhaları ayak uçlarına bırakarak, ateşten yanmış kırmızı sakallarımla seni usulca öpmeyi, bir deri bir kemiğe dönüşmüş kırılgan vücudumla sana sarılmayı isterdim.

Erol Anar

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu