Kültür-Sanat

Can Babayı Hatırlamak

Türkiye’nin en güzel küfür eden adamı…

Yıllar önce ODTÜ’de yaptığı bir konuşmada Can Yücel söze şöyle başlar:

– Biz hiç bi bok olamadık!

Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. Derin bir sessizlik kaplar ortalığı…
Salona gelmeden önce üç bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp Can Yücel’e şöyle sorar:

– Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz, size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can Yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, ellerini kürsünün üzerine koyup:
– Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur… küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
– Arkadaşlar bugün de çok kafa s.kt.m!
…………………………………………………………………………………………………………………………

Can Yücel, bir yazısında adamın birisine ‘göt’ dediği için dava açılmış. Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:

Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi ‘tamam dohtor bey’ diyip köye giderler.

Köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylü, doktora  telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. Neyse durumun vahameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, ‘biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey’ der. Karşıdan doktor bir şeyler söyler.

Muhtar döner, ama arkasına: ‘makattan verin dedi dohtor’ der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar, ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise gitti gidecek, ateşler içinde kıvranıyor. İhtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramaz istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bir yandan söylenmektedir: ‘çok kızacak dohtor çok!’ diye.

Sonunda telefonu açar, durum anlatır, doktor bir şeyler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner: ‘Çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi’

Yani işin aslı hakim bey ‘bizim orada göte göt derler’
………………………………………………………………………………………………………………..

Kendine has üslubu ile adını hem edebiyat hem sol tarihimize yazdırmış bir büyük ustaydı Can Yücel, 1999’un 12 Ağustosunda kaybettik onu.

Can Yücel öfkeliydi, en çok da bu düzenin kendisine öfkeliydi. Şiiri de buram buram bu öfke ile doluydu, sertti, dobraydı ve elbet bunun içindi küfürleri, hak edenlerin suratına atılan tokattı.

Peki kimdi Can Yücel…

1926’da İstanbul’da doğdu. Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel’in oğludur. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum’da turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1965’te Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) üye oldu, partinin 1965 seçimlerindeki radyo konuşmalarından birini yapan oydu. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın ardından “Mare Nostrum” şiirini yazdı.

Son yıllarında Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça’ya gömüldü.

Yücel, 1945-1965 yılları arasında ‘Yenilikler’, ‘Beraber’, ‘Seçilmiş Hikayeler’, ‘Dost’, ‘Sosyal Adalet’, ‘Şiir Sanatı’, ‘Dönem’,’Ant’, ‘İmece’ ve ‘Papirüs’ adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları ‘Yeni Dergi’, ‘Birikim’, ‘Sanat Emeği’, ‘Yazko Edebiyat’ ve ‘Yeni Düşün’ dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965’ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkum oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengahenk” adlı kitabı toplatıldı.

1962’de İngiltere’deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.

Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında ‘Yazma’ adlı kitapta toplamıştır. Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı.

Shakespeare’in ünlü “to be or not to be” sözünü “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin” şeklinde Türkçeleştirmiştir.

Derleyen: Sibel Çağlar

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu