Tarih

Gezi Direnişinin Tarihsel Rolü

Gezi Direnişinin Tarihsel Rolü

Türkiye'yi bir talan coğrafyasına çeviren, doğaya top yekun ve belden aşağı yöntemlerle saldıran sermaye-medya-hükümet üçlüsüne duyulan tüm öfkenin vücut bulduğu bir mertlik arenasıydı Gezi Parkı ve arkamızda ölümler bırakarak bile olsa bu asalak üçlüyü kovmayı başardık buradan. Kurtulan yalnızca Gezi Parkındaki '3-5 ağaç' olmadı, putlaştırılmış heykelleri yerle bir etmeyi de başardık aynı zamanda...

Alfred Adler’e göre, insan davranışlarına yön veren temel itki “aşağılık duygusu”dur. Bu durumun devletleri yönetenler için de geçerli olduğunu, kitleleri korku ve suçluluk duygusuyla yöneten zalimlerin insanların ruhunu ezerek muktedir olduklarını biliyoruz. Tarihin akışını zor kullanarak değiştirmeye çalışan egemenler, uygarlık tarihini kanla yazanlar, halkın kanı ve canı pahasına iktidarda kalmak için akıl dışı her yola başvuruyorlar kuşkusuz.

Türkiye’nin Değişen Kaderi

2009 Sonbaharında Türkiye’nin AB üyesi olarak kabul edilemeyeceğini Sarkozy ve Merkel kesin bir dille ifade edince, bu açıklamaya hiçbir tepki vermeyen hükümet sözcüleri, AB hayranı köşe yazarları ve akademisyenler beni şaşırtmıştı. O günden itibaren bu ülkenin rotasını batıdan doğuya çevirenler, Yavuz Selim siyasetine dönüş yapanlar, “Büyük Ortadoğu Projesi”nde son hamleyi yapabilmek için Pentagon senaryolarında baş rolü kaptılar. Yankeeler, Kızıldeniz ve Akdeniz’i birleştirebilmek için Suriye’yi yutmak istiyorlardı. 11 Eylül stratejisinin devamında Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’in karıştırılması gerekiyordu.

Kuzey Afrika ülkelerinde “Arap Baharı” adı verilen ayaklanmalar başlatıldı ve başarılı olundu, tüm bu yaşananlar birer Süper-Nato operasyonuydu ve Tunus’tan başlayarak domino etkisiyle Suriye’ye kadar yıkılacağı hesap ediliyordu. Ancak Suriye’ye girmek Rusya faktörü sebebiyle Irak ve Afganistan’da olduğu gibi kolay olmayacaktı. O halde bir iç savaş çıkarılarak Esad hükümetinin devrilmesi, Arap Baharının sonucu gibi algılanacaktı, fakat bunun için Türkiye’nin yardımı gerekiyordu.

Suriye’de planlanan kaos başlatılınca, 80 küsur ülkeden lejyonerler temin edilip Suriye ordusuyla savaştırılıyor ve Türkiye’den lojistik destek sağlanıyordu. Ancak TSK’nın Suriye’ye girip son darbeyi vurması için kamuoyunun desteğinin alınması lazımdı. Karşılığında Suriye’nin Kuzeyi Türkiye’nin, Güneyi ise ABD ve İngiltere’nin olacaktı. Misakı Milli sınırlarına Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyini de katarak Musul ve Kerkük petrollerine kavuşma hayali kuranların, üniter devletin yerine federasyon sistemine geçişin hazırlığı için çalıştıkları da görülüyor, AKP hükümeti bu senaryoda canla başla çalışıyor, efendilerine hizmette kusur etmiyorlardı. Tek eksikleri ordunun Suriye’ye girmesi için halkın ikna edilmesi ve moral desteğin alınması gerekiyordu. Çünkü basının ve kamuoyunun desteği olmadan ordular savaşamaz. 1974’te “Kıbrıs Barış Harekâtı” adı verilen (1) Hollywood filminde Ecevit hükümeti bu desteği eksiksiz sağlamıştı.

O halde bir takım provokasyonlar devreye sokulmalıydı, önce Gaziantep’te yapılan sabotajların Suriye tarafından gerçekleştirildiği iddiası servis edildi. Ardından Sünni nüfusun yoğun olduğu Reyhanlı’da patlayıcı yüklü iki Tır’ın Suriye askeri istihbaratınca sınırdan geçirildiği ve infilak ettirildiği iddia edilse de buna kimse inanmadı. Bu devleti yönetenlerin halkla ilgili algısı “Bu halka ne kadar zulmedersek edelim, asla sesini çıkaramaz” üzerine kurulu olduğu için, her hangi bir tepki gelmeyeceğinden emindiler. Fakat bu sabotaj, halkın sinir limitinin patlamasına yol açtı. Ardından Gezi parkı eylemlerinin ülke çapında yayılan bir isyana dönüşmesi Reyhanlı’nın sonucudur. Gezi, bir kıvılcım ve bir vesile oldu. Hükümetin Ortadoğu politikasının sonuçlarının katlanılmazlığı vicdan sahiplerini, gadre uğrayanları, ezilen kitleleri sokağa taşıdı. “Yaşam biçimine müdahale”, “AVM inşasını protesto”, “Ağaçların kesimi isyana dönüştü” vb yorumlar, ülkenin her bir yanındaki her kesimi ayaklandıran “aşırı uyarıcı”nın Doğu Akdeniz’deki sabotajlar olduğu gerçeğinin gözden kaçmasını sağlıyordu. Ayrıca, “Gezi’nin Reyhanlı’nın devamı olduğu” Erdoğan tarafından itiraf edilmesine rağmen, bunu “çiçek çocukları”nın şirin bir eylemi gibi yorumlamak küçük burjuvaların hoşuna gidiyordu. Oysa halk destek verseydi ve TSK Suriye’ye girebilseydi, bu tür eylemlerin gerçekleşmesi imkânsızlaşırdı.

Direnişin Gücü ve Zaafları

Gezi direnişiyle, derin yapıların, emperyalist güçlerin, Pentagon’un, NATO’nun ve AKP’nin tüm planları suya düşmüş oldu. Gezi direnişiyle tarihin akışını değiştirdiğimizden emin olsun herkes. Eylemcilere görülmemiş sertlikte saldırılmasının ardındaki sebep buydu. Bu arada, asıl suçlu ABD’nin “Erdoğan’ı gözden çıkarma” algısı yaratması, Türkiye kamuoyuna şirin görünme konusunda başarılı bir drama çalışmasıydı. Tarihin kötüye doğru akışını durdurduğumuzu, o çocukların bir hiç uğruna ölmediğini, yaşanan acıların tarihsel bir karşılığı olduğunu yakın gelecekte herkesin göreceğini biliyorum. Alevi gençlerin hedef alınması, “Suriye’ye destek veriliyor” algısıyla hareket eden devletin reflekslerinin sonucudur ve rastlantı değildir.

Bu devletin, AKP hükümetinden başka bir seçeneği ve B planı olmadığı için, onca yatırımın ve planın boşa çıkacağı hesabıyla şiddete başvuruldu. AKP’nin yerine mecliste grubu bulunan ve bulunmayan hiç bir parti bu hükümetin yerini almak istemiyordu. O halde niçin “Her yer Taksim, her yer direniş”ti? Hedeflenen belirsizdi, bu hükümeti ıslah etmek için mi sokağa çıkılmıştı? Kitlelerin tepkisini çarçur etmekte ustalaşan sarı sendikalar ve legal sol partiler yine devlete unutulmaz hizmetler gerçekleştirdiler. Alanlarda birbirini “Ulusalcı, bölücü, devrimci vs” diye dışlayanlar, meclis çatısı altında utanmadan bir araya gelip imtiyaz ve iltimasa doyamayanlar, halkın sokakta bir araya gelmesine tahammül edemiyorlardı.

Bu halkın yararına hiç bir amaç taşımayan, şan ve şöhret budalası çıtkırıldım oyuncular, romantik rollerin aktörleri, bu aksiyon filminde dublörsüz oynayamayınca döküldüler. Gençlerin sokaklara dökülen kanı filmlerde kullanılan boyalardan değildi.

Hükümetin yaptığından daha kötüsü, gençliği “ötekileştiren”, çocuğunu istismar eden ebeveynler misali, bu denli sevgisiz ve korkak duruşlarıyla alanları ve tarihi fırsatı -kendi kıçlarının rahatı için- dinci faşizme terk edenlerin oportunizmi, yine halk düşmanlarının gücüne hizmet etti. 68 olaylarında Doğu Avrupa benzeri bir devrim hayal eden ve kendileri için makam ve mevki fantezileri kuran beyzadelerin, gençlerin heba edilmesi pahasına sustuklarını biliyoruz(Bknz: Paradigmanın İflası, Fikret Başkaya). Olan her zaman gençlere oldu, elitlerimiz ise 68’den bu yana tarzını koruyan Orhan Gencebay jantiliğinde siyasete devam etmekteler.

Mevcut düzenin çarpıklıklarından ve halkın ezilmişliğinden kendilerine rant çıkaran yazarlar ve siyaset adamlarının müsamere solculuğu halk isyanını isteyemez. Bu gibi anlarda burjuvazinin pansuman elemanı olurlar. “Arkadaşlar biz sadece münazara yapıyorduk, siz fazla abarttınız, ülke koşulları bir devrim için henüz hazır değil, elbet demokratik hakkımızı kullanacak, protestomuzu gerçekleştireceğiz” sözleriyle kitleleri teskin ederler.

“Ülkemiz için endişeleniyoruz” açıklaması yapan sanat ve edebiyat çevresi, sahiden bu halk için endişeli olsalardı, üzerlerine düşeni yapmakta neden gamsızdılar?

Devletin kontrolündeki sendikalar, emekçi sınıfını alanlara çıkarmayıp genel grev ilan etmeyerek hükümetin ayakta kalmasının garantisi oldular. Gençliği sokakta yalnız bırakan sendikaların ve legal sol partilerin yöneticileri “devlet memuru” olduklarını yeniden ispatladılar. O halde neden “Her yer Gezi, her yer direniş”ti? Bu direnişe ihanet edenler, grev kırıcısı benzeri davrananlar, ülkenin Suriye savaşından teğet geçtiğini göremeyen zavallı emir kullarıdır.

Gezi’nin Yan Etkileri

Bugün kimi sol partiler kendi içinde polemiklere ve ayrışmalara doğru gidiyorsa bunun arka planı Gezi direnişinde tutumlarının tutarsızlığıdır. Yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’yı kazanmış görünen CHP, nasıl bir pazarlık sonucu sessiz sedasız geri adım atarak kaderine razı olan gelinler gibi sustu? Çünkü İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi AKP hükümetinin düşmesi demekti, bunun sonucu da Suriye’de savaşın bitmesi demekti. Gezi’de her türlü çirkinliği yapan, derin güçlerin ayar çektiği bu parti, devletin hangi âli menfaati için postu yine AKP’ye bıraktı? Sarıgül’ün hırsını hangi pazarlıklar söndürmüş olabilir?

Gezi’nin yıldönümünde alanlara çıkacak yüzü olmayan ulusalcıların, meslek odalarının, legal sol partilerin, KESK ve DİSK’in pankartları yoktu. Karşı devrimci güçler olduklarını tarih karşısında yine ispatladılar. Gençleri polisin zulmüne teslim edenler, Perinçek’le aynı kandan gelmekteler, dolayısıyla onlar da Erdoğan’ın yedek subaylarıdır. Polisin merhametli davrandığı “anti-kapitalist müslümanlar” da sokaklarda görünmeyip kendilerini unutturdular. Hakikatleri ifade etmek yetmiyor, doğru zamanda doğru yerde olabilmek bütün mesele.

Bu direnişe ağaçlar vesile olsa da, çoğunluk Taksim’den Ortadoğu’yu ve Akdeniz’i göremese de, Gezi direnişiyle tarih yazan gençler, tarihe yazıldınız. İnsanlık sizinle gurur duyuyor.

Hüseyin Kaplan (hkaplan35@gmail.com)

Dünyalılar

Notlar: (1) Yazarın “1974 Kıbrıs Barış Harekatını” bir Hollywood filmine benzetmesi Normandiya çıkarmasına bir atıfdır. Kıbrıs harekatında da Normandiya çıkarmasında olduğu gibi savunmasız askerler, generallerin masa başında belirledikleri stratejiler ve savaş oyunları sonrası denizden karaya çıkarılmış ve ölümlerine neden olmuşlardır. Kıbrıs’ta da ilk çıkarmayı yapan birliğin %96’sı Rumlar tarafından ne yazık ki yok edilmiştir. İlerleyen günlerde verilen kayıplarla birlikte yaklaşık 2000 Türk hayatını kaybetmiştir. Generaller için insan ölümleri oyunun bir parçasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu