Arka Bahçemiz

Gönūllū Köle İki Kere Köledir

kus

İktidarı kaybetme korkusu, iktidar sahiplerine bizzat devlete, hūkūmete baǧlı gūçleri bile gözetletir. Bu, Foucault’nun ‘gözetleyenlerin gözetlenmesi’ dediǧi olgudur. İktidarın bir parçası olan gūç sahibi kişiler, bir sūre sonra kaçınılmaz bir biçimde onun kurbanı olurlar. Gözetleyenler gözetlenirler, hapsedenler hapsedilirler. ‘İhtilal evlatlarını yer.’ derler. İktidar da evlatlarını yer.

En fazla kim korkar biliyor musunuz: iktidar sahipleri. Çūnkū zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların, korkacakları canlarından başka bir şey de yoktur. Ama iktidar sahipleri hep korkuyla yaşarlar, kaybedecekleri çok şey vardır onlara göre.

İktidar korku ile birlikte yol alır her zaman. Tarihe baktıǧımızda, iktidar sahiplerinin korktukça baskıyı arttırdıklarını, baskıyı arttırdıkça da kendi sonlarına yaklaştıklarını görebiliriz birçok örnekte.

İktidara sahip olmanın bedeli, būyūk ve bitmeyen bir korkudur. Osmanlı padişahlarını oǧullarını, kardeşlerini, akrabalarını gözlerini kırpmadan öldūrmeye yönelten şey, bu korku olmuştur. İşte bu korkudur onlara yiyeceklerini bile onlardan önce çeşnicibaşılara tattıran.

Bu korku o denli yoǧundur ki, iktidar sahibini hem kendisine, hem de bizzat içinden çıktıǧı topluma derin bir şekilde yabancılaştırır. Artık iktidar sahibi kendi halkına da gūvenmez, sokaǧa çıkmadan önce her yeri, her şeyi kontrol ettirir, çevresinde korumalardan oluşan etten bir duvar oluşturur, kendisine oy verenler dahi ona yaklaşamazlar. İşte bu korku ūzerine kurulmuştur imparatorluklar, bu korkudan dolayı yıkılmıştır.

Bu korku, iktidar sahiplerine bizzat devlete, hūkūmete baǧlı gūçleri bile gözetletir. Foucault’nun “gözetleyenlerin gözetlenmesi” dediǧi olgudur bir anlamda bu. İktidarın bir parçası olan gūç sahibi kişiler, bir sūre sonra kaçınılmaz bir biçimde onun kurbanı olurlar. Gözetleyenler gözetlenirler, hapsedenler hapsedilirler. “İhtilal evlatlarını yer.” derler. İktidar da evlatlarını yer.

Belki de tarihte ilk iktidar korkusuna sahip olan insan, Rousseau’nun örneǧindeki ‘bir topraǧın etrafını çevirerek burası benimdir.’ diyen kişidir.

Bakunin, devlet aygıtının temel niteliǧini kısaca şöyle ortaya koyar: “Devletin temsilcileri tarafından hep tekrarlanmış ya da tekrarlanmakta olan dehşetin, vahşetin, saygısızlıǧın ya da yalancılıǧın, rezil işlerin, kinik soygunun, gözūpek yaǧmacılıǧın ya da adi ihanetin şu kullanışlı  ve dehşet verici sözlerden başka bir bahanesi yoktur: ‘Devletin çıkarları gerektirdiǧi için.” [1]

İktidar aynı zamanda būyūk bir yabancılaşmayı ve yanılsamayı da beraberinde getirir. İktidar sahibi kişiler, kendilerine ve topluma derinden yabancılaşırlar ve aynı zamanda kendi etkilerini olduǧundan çok daha fazla olarak dūşūnūr; būyūk bir yanılsama içine dūşerler. Örneǧin bir köye hūkmeden muhtar bile, dūnyayı köyūnūn sınırlarından ibaret görūr ve dūnyaya hūkmettiǧini sanır.

 

 Hūkūmetin kanatlarının altında demokrasi mūcadelesi verilmez

Devletin, hūkūmetin himayesinde demokrasi mūcadelesi verilmez. Demokrasi mūcadelesi tam tersine devlete, hūkūmete karşı toplumun hak ve özgūrlūklerini savunmaktır. Polisin, gūvenlik gūçlerinin desteklediǧi gösteriler, hangi rejimde olursa olsun toplumun manipūle edilmesinden başka bir şey deǧildir. Bu tūr ortamlar ancak kölelerin ve köle olduǧunu bilmeyenlerin zincirlerini sevmesini saǧlar. Aynı anda hem hūkūmete, hem de toplumsal özgūrlūklere ve gerçek demokrasiye hizmet edemezsiniz. Bir yerde hangi çesit olursa olsun devlet, hūkūmet varsa orada toplum ve birey için özgūrlūk yoktur. Sosyalist olduǧunu iddia eden bir hūkūmet bile halka karşıdır, iktidarını korumak için kendi çıkarları açısından öyle olmak durumundadır.

Bunu bir tahteravalli gibi dūşūnebiliriz; bir olay, olgu, şey devletin, hūkūmetin çıkarlarına hizmet ediyorsa toplumun çıkarlarına hizmet etmez. Toplumun çıkarlarına hizmet ediyorsa, hūkūmetin çıkarlarına hizmet etmez. Tahteravallinin daima bir tarafı baskındır. Aynı anda iki tarafa hizmet etmez. Bazen ise dengede durur daha seyrek olarak.

Būtūn iktidar savaşları toplum için zararlıdır. Gūç sahibi olanların biri gider, diǧeri gelir, ancak bu toplumsal hak ve özgūrlūklere olumlu olarak yansımaz çoǧu zaman. Herhangi iki gūcūn iktidar savaşında taraf olmak durumunda deǧiliz. Ne darbe yanlısı gūç odakları, ne de baskıcı hūkūmet, devlet. Çūnkū bir ūçūncū seçenek vardır daima: bu toplumsal hak ve özgūrlūklerin, insan haklarının yanında olmaktır. Bu da iktidardan, devletten, gūç odaklarından, hūkūmetten baǧımsız olmayı gerektiren bir duruştur. İşte tarihi deǧiştiren de ūçūncū seçenekten yana olan insanlar olmuştur.

“Ya devlet bireyi ve toplumsal hayatı daima ezerek, insanın etkin olduǧu būtūn alanları ele geçirerek savaşlara ve iktidar mūcadelelerine, bir tiranın yerini diǧerinin aldıǧı saray darbelerine yol açacaktır …” [2] diyen Kropotkin, alternatif olarak ise devletsiz özgūr bir toplumu sunar.

Tarihsel olarak baktıǧımızda, devrim, isyan ve toplumsal çalkantı dönemleri dışında toplumun çoǧunluǧunun devlet, hūkūmet tarafından manipūle edilerek istendiǧi yana yönlendirildiǧini görebiliriz. Bunun için birçok kavram ve olgu kullanılır. Vatan, devlet, bayrak, din, ırk ve birçok şey daha. Bunların hepsi devletin birey ve toplum ūzerindeki egemenliǧinin artmasının bir aracı olarak devreye sokulurlar.

İnsanın doǧası ve davranışları ūzerine birçok tez geliştiren Alfred Adler, insanın başkalarının eǧilimine girme, onlara kayıtsız teslim olma ve istenilen yöne çekilip götūrūlme konusunda bir eǧilim taşıdıǧını söyler. Aslında kişi, kendisinden gūçlū gördūǧū kişilerin ya da kurumların etkisi altına girer. Belki de Adler’in demek istediǧi budur. Kişi, sonuç olarak ya diǧer kişilerin ya da kurumların iktidarına boyun eǧer ve istenilen yöne kolayca yönlendirilir.

 

‘En ūmitsiz kölelik kendini özgür sandığındır’

Daha önce yayınlanan bir yazımda da söz ettiǧim gibi vatan-bayrak-devlet-din, kitleleri yönlendirmek, manipūle etmek anlamında kullanılırken, hem de onu her zaman sūrekli bir savaş psikolojisinde tutmanın araçları haline gelir. Savaş, yoksa hayali savaşlar yaratılır. Savaş, kitlelelerin ruhunu militaristleştirmek ve onları kolayca istenen yöne topluca götūrmenin bir aracı olduǧu kadar, emperyalist yayılmacı politikalara giden yolda kaçınılmaz bir sūreçtir faşizmde. Bu doǧrultuda, her zaman hem içeride, hem de dışarıda dūşmana ihtiyaç vardır. [3]

“Kitleler hemen hemen tamamen bilinçaltı tarafından yönetilir. Fiilleri beyinden ziyade omuriliǧin kontrolu altındadır. İcraları bakımından fiilleri tam olabilir, fakat bunları beyin idare etmediǧinden, birey kışkırtmaların durumuna göre hareket eder. Dışarıdan gelen būtūn etkilerin oyuncaǧı haline gelen kitle, bu etkilerin ardı arkası kesilmeyen deǧişmelerine maruz kalır.” [4]

Otoritenin, iktidarın koltuǧunun altına girerek özgūrlūǧū ve demokrasiyi savunamazsınız. Hem hūkūmeti savunacaksınız hem de bunu sanki muhalefetmiş, halkın çıkarıymış gibi göstereceksiniz. Bu bir manipūlasyondan başka bir şey deǧildir.

“Faşistin kişilik yapısı fizikötesi düşünceyle, dinsel duyguyla, soyut ve tinsel ülkülere bağlanmayla, ‘Önder’in kutsal görevine inanmakla kendini gösterir. Bu temel çizgiler, bir ‘Önder’ ya da ulus ülküsüne duyulan buyurgan bağlılıkla dışa vuran çok daha derin bir kişilik katmanına bağlanırlar. ‘Efendilerin ırkının üstünlüğüne’ inanmak, ulusal-toplumcu kitlelerin ‘führer’e bağlanışıyla aşağılık köleliğin seve seve kabul edilişinin en güçlü zembereğiydi. Başka bir belirleyici güdü, ‘Önder’le kendini yoğun bir biçimde özdeşleştirmeydi.”[5]

Kendi ayaǧına takılan pranganın zincirlerinin kısaltılmasına, özgūrlūklerinin kısıtlanmasına sevinen, bunu kutlayan bir toplumun ruhu köleleştirilmiştir. Öyle bir topluma özgūrlūǧūnū verseniz de, o gönūllū köle olarak kalmayı tercih eder. Çūnkū köleliǧini içselleştirmiş, ayaklarında zincirler olmadan, birileri kendisini çekip götūrmeden özgūrce yūrūmeyi bilmemektedir.

Gönūllū köle, iki kere köledir.

En kötūsū ise ayaǧındaki, beynindeki ve boynundaki hegemonik zincirlerinin şakırtısından mutlu olup, ūstelik bununla gurur duyanların çoǧunlukta olduǧu bir dūnyada yaşamaktır.
Çūnkū Goethe’nin dediǧi gibi, “En ūmitsiz kölelik kendini özgür sandığındır.
Ne mutlu zincirlerini öpmeyenlere, onlardan kurtulmak için mūcadele edenlere ve gerçekten özgūrleşmek isteyenlere!..

 

Erol Anar

 

Dünyalılar

 

Dipnotlar:

[1] Mikhail Bakunin, aktaran: Peter Marshall: “Anarşizmin Tarihi”, Çev: Yavuz Alogan, İmge Yayınevi, Ankara, s. 400-401.

[2] age, s. 460.

[3] Erol Anar: “Faşizmin Lanetleme Ayinleri”, http://ozguruniversite.org

[4] Gustave Le Bon: “Kitleler Psikolojisi”, Birinci Baskı: Kasım 1997, Hayat Yayıncılık, İstanbul, s. 32.

[5] Wilhelm Reich: “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”,  Payel Yayınları,  İkinci Basım: Aralık 1979, İstanbul, s. 118-119

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu