Arka Bahçemiz

Gündüz Ölümlüleri…

Neden bulunduğumuz hiçbir yere sığamıyoruz da kitaplara koşuyoruz hep? Hiçbir eve, hiçbir işyerine, hiçbir ilişkiye sığamıyoruz. Bizi taşıyacak bir dilden, bizi biz kılacak bir dilden neden yoksunuz? Neden o dili kitaplarda arıyoruz ömrümüzün sonuna kadar…

10614313_902830476411848_1009926583864920615_n

 

Ömrünü kitaplara vermişti Ufuk. Garsonluk yapıyor şimdi. Arada kitap okumasına izin verildiği bir barda hizmet ediyor herkese. Kitap okumasına izin verildiği ölçüde yapacak bunu.

Ben de ömrümü verdim kitaplara. Ben de hayata yapıyorum garsonluğu. Kitap okumama izin verdiği ölçüde yapacağım da. Ufuk hiçbir kaba sığamadı hayatta. Hiçbir kaba dolamadı akıp da. Kitap okumak istiyor hepsi bu. Ben de öyle. Peki neden bu hiçbir kaba sığamamak. Ama hiçbir kaba sığamıyorken hep suyun aktığı yöne meyletmek neden. Neden bunca çeşit acı ve sevince karşın gittikçe birbirine benzeşen sıkıcı hayatlar. Neden acının çokluğuna renklerin azlığı eşlik eder bu dünyada.

Neden bulunduğumuz hiçbir yere sığamıyoruz da kitaplara koşuyoruz hep. Hiçbir eve, hiçbir işyerine, hiçbir ilişkiye sığamıyoruz. Bizi taşıyacak bir dilden, bizi biz kılacak bir dilden neden yoksunuz. Neden o dili kitaplarda arıyoruz ömrümüzün sonuna kadar. Neden aynı kelimeler aynı cümleler aynı harflere rağmen farklı farklı diller konuşuyoruz. Neden dilimiz belirliyor dinimizi de. Neden aynı kutsal söz birine cinayet işletiyorken, diğerine sevgi sözü gibi geliyor. Bu dünyada Tanrı sözü bile anlaşılamamışsa, biz nasıl anlaşılacağız, nasıl anlatacağız derdimizi. Sadece savrulmamak için mi tutuyoruz birbirimizi yüreklerimizden. Bu kadar mı benciliz artık. Neden insanlıklarımız kısa kısa. Neden acı ve keder kadar uzun boylu değil hiçbir sevmemiz. Neden hiçbir tutkumuz hiçbir boşluğu doldurmaya yetmeyecek kadar az. Tanrı tutkulu olmayı ne zaman unuttu. Onu da mı kırdılar, o da mı incindi söylenen sözlere. Adem’i Havva’yı öperken gördüğü için mi indirdi bunca kitabı?

Bu yalnızlık başka türlü bir yalnızlık. İnsanın dinginliğine yarayan bir yalnızlık değil yaşadığımız. İnsanın kendiyle baş başa kaldığı değil, başkalarıyla kavga ettiği bir yalnızlık. Annelerimize mi sığınmalı yeniden? Öyleyse neden bir anne bir insanı yalnızca bir kez doğurur? Ve neden ölür ki anneler. Hayat neden bu konuda da kandırıyor bizi ayaküstü. Neden kandırılmak istiyoruz sıklıkla artık. Neden hep duymak istediklerimizi söylesinler istiyoruz. Sözde hayattan bu kadar sakınırken kendimizi, neden en narin yerlerimizden yakalanıyoruz fırtınalara. Neden en büyük darbelerini en kırılgan yerlerimize vuruyor hayat. Hayatın kuralı mı bu? Hayat bu kadar basit olduğu için mi anlamıyoruz onu. Neden ölür ki anneler. Tanrı bilmez mi ki, annemiz öldüğünde yeniden doğma ihtimaliniz de ölecek onunla. Bir Tanrı anneleri kıskanır mı bu kadar.

Ufuk kitaplarda bulamadı bunun yanıtını. Ben de bulamadım. Ama, aslında, zaten hiçbir şeyin yanıtını aramadık biz kitaplarda. Hiçbir şeye cevap versin diye beklemedik. Kitaplara sığınmadık. Biz sadece bu hayattan kaçtık. Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ündeki çocuk olmak için okuduk hep. Nâzım’la Nietzsche’nin büyük benzerliğidir bu. Nietzsche çocuğa öykünür, Nâzım bir sincap’a. Bir çocukla bir sincap arasındaki büyük benzerlik Nâzım’ı Nietzsche, Nietzsche’yi Nâzım yapar. Çocuk da sincap da kitaplardan medet ummaz çünkü. İkisi de kitaplara sormaz, kitaplardan öğrenmez, kitaplar onları kurtarsın, can sıkıntılarını alsın diye beklemez. Zerdüşt’deki çocuk gibi özgür bir ruha sahip olmak ister Nietzsche. Çocuk masumiyet ve unutkanlığın en güzel halidir. Ve hiçbir pratik ve faydacı gereksinim hedeflemeden yaşar hayatını. Nâzım’ın sincabı da öyle. “Yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden”. Oysa biz hep büyük anlamlar yükleyerek ilerlemeye çalıştık hayatta. Kitaplara sarıldığımızda işimiz çoktan bitmişti. Kitapsa okuduğunuz işiniz gerçekten bitmiştir bu dünyada.

Ufuk bir yandan hizmet ediyor bir yandan okuyor. Ben bir yandan okuyor bir yandan hizmet ediyorum. Kitaplara sarılıyoruz ikimiz de. Acılarımızı hafifletsin diye değil, dünyadan kaçmak için daha fazla. Neden çektiği acıların farkına en az varan canlıdır insanoğlu. Neden…? Neyse. Hiçbir sorunun gerçek bir yanıtı yok nasılsa.

Bunları yazarken öldüğümü fark etmemişim bile. Kimsenin kimseye anlatacak hikâyesi kalmadığında anladım öldüğümü. Bazı insanlar çok kereler ölür gün içinde. Ufuk da, ben de.

Ali Murat İrat

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu