Arka Bahçemiz

Hayat Ağacı’nın Teşekkür Mektubu

Ben sizi hep bekledim!

1 Mayıs 1977’ydi unutulmaz yılın adı. Beş yüz bin emekçi ile birlikte girmiştiniz Taksim meydanına. Kana bulanan o görkemli buluşmamızdan sonra ben sizi hep bekledim. Ertesi yıl yeniden geldiğinizde sayınız biraz azalmıştı. Coşkuluydunuz yine ama yüz hatlarınız sertleşmişti. Yapılması gereken işler vardı da sanki siz onu eksik yapmıştınız. Telaşlı bir acelecilikle dalgalanıp durdunuz önümde bütün gün.Sonra, çok ama çok uzun yıllar hiç uğramadınız. Arada bir Kazancı yokuşunun oradan, Harbiye’den, Cihangir istikametinden, Tarlabaşı’nın ara sokaklarından ve İstiklal’den Taksim’i zorlayanlarınız oldu. Yüreğim ağzımda izledim onların çıplak yürekle meydan okuyuşlarını. Sayıları azalmış selamlarını buruk bir sevinçle kabul ettim. Sonra bir sabah yüzlerinizi unutmaya başlamışken ellerinizde dövizlerle geldiniz. “Sabahın bir sahibi vardır” diyen sesinizden tanıdım sizi. Değişmiştiniz biraz ama dövizlerde fotoğrafları yer alan o çocuklar hiç değişmemişlerdi.

‘BEN SİZİ ELE VERMEZDİM’
Sizleri ilk gördüğüm günü hatırladım. Soğuk, karlı bir kış günüydü. Otobüsün gelmesine daha vardı. Durağın orada toplanmaya başlamıştınız. Bazılarınızı ismen de biliyordum. Üzerinizde parkalarınız ve atkılarınızla bekliyordunuz. Fevzi elindeki poğaça ve sıcak sahlepi Çiğdem’e uzattı. Çiğdem’in gözleri minnettarlıkla ışıldadı. Daha önce hiç böyle tepeden tırnağa gülümseyen birini görmemiştim. Cezmi ve Halil her zamanki gibi yan yanaydılar. Çiğdem’in öldürülmesinden sonraydı sanırım, yine durakta toplanmış, topluca otobüse binmiştiniz. Birkaç dakika geçmemişti ki, parkın Harbiye’ye bakan tarafından silah sesleri gelmeye başladı. Taranmıştınız. Faşistler hedef gözetmeksizin otobüsü taramışlardı. Ahmet’i yitirdiğiniz o saldırıdan sonra eskisi gibi gelmez oldunuz. Taksim artık güvenli değildi. Arada uzaktan birinizin geçtiğini görüyordum. Ben seslenene kadar kalabalığa karışıp kayboluyordunuz. 12 Eylül 1980 sonrası günleriydi. Göz göze gelirsek eğer, benim sizi tanıdığım ortaya çıkarsa, meydandaki sivil polislerce teşhis edileceğinizden çekiniyordunuz belki de. Oysa unuttuğunuz bir şey vardı. Ben sizi asla ele vermezdim. Sizi tekrar görmenin coşkusunu saklamak çok zor olsa bile buz keser, sizi tanıdığımı yine de belli etmezdim. Sonra sonra uzaktan da olsa hiç geçmez oldunuz. İnsan sevdiklerine gönül koymaz ama doğrusu kırıldım biraz. Atilla’nın kurşuna dizildiğini, Süleyman ve Niyazi’nin işkencede öldürüldüğünü, birçoğunuzun zindanlara atıldığını, bazılarınızın da yurt dışına kaçmak zorunda kaldığını nereden bilebilirdim ki!

Sonra, yıllar sonra bir sabah işte, tanıdık sloganlarla, flama ve pankartlarla yeniden doldurdunuz meydanı. O coşkulu kalabalığı görünce nasıl sevindim bilemezsiniz. Varlığınızın güven veren görüntüsüyle birlikte Taksim Meydanı yeniden 1 Mayıs Alanı olmuştu. Sonra dedim ya, ellerinizde dövizlerinizle sizi gördüm. Öldürülen kardeşlerinizden birinin fotoğrafına sıkıca sarılmış olan ak saçlı arkadaşınızın gençliği geldi gözümün önüne, ölenle birlikte otobüs bekleyişlerini hatırladım. Neden sonra, bana seslenen birinin uyarısıyla kendime geldim. Elinde öldürülen arkadaşlarından birinin fotoğrafını tutan bir başka ak saçlı kadın, benden dallarımı eğmemi istiyordu. Eğildim. Gürcan’ın fotoğrafının yer aldığı dövizdi sanırım. Usulca okşayarak dallarımdan birine iliştirdi Gürcan’ı en genç olanınız. Yanı başına Ali’yi iliştirdi bir başka arkadaşınız, sonra Cuma, Ömer, Kerim ve diğerleri. “Başka türlü bir çiçek açma” idi yaşadığım. Hanginizdi bilmiyorum, “Bu ağaç, bizim Hayat Ağacımız olsun!” dedi. Onurla, coşkuyla kabullendim. Ben artık başka türden bir ağaçtım: Hayat Ağacı!


ZULMÜN KALESİNE YÜRÜMEK


Ertesi yıl yine geldiniz. Ne güzel, hasretliğimizin arası açılmayacak diye sevinirken bir sonraki yıl hiç gözükmediniz. Akrabaları aşağıda, Beşiktaş’ta Abbasağa parkında yaşayan bir serçeden 1 Mayıs sabahı Taksim’e çıkmak için çok uğraştığınızı, çok gaz yediğinizi, çok öfkeli olduğunuzu öğrendim. Üzüldüm. Ne yalan söyleyeyim, içimden yeşile durmak gelmiyordu. Bir süre önceki yıllardan kalma ayak izlerinize baktım, kuş cıvıltıları arasına saklanmış seslerinizi dinledim. Kim bilir bir daha ne zaman gelirler diyordum ki, biz sakinlerinin alışık olmadığı bir hareketlilik başladı parkta. Ellerinde haritalar, daha önce hiç görmediğim aletlerle birileri parkın içinde dolaşıyor, bazı ağaçları işaretliyordu. Niyetlerinin ne olduğunu hemen aşağıda çadır kurmuş olan gençlerden öğrendik. Ben dâhil birçok ağaç kesilerek bizden boşalan alana Topçu Kışlası diye bir bina yapılacakmış. Gençler de Taksim civarındaki yegâne yeşil alan olan küçük korumuza, Gezi Parkı’na sahip çıkmak için oradaymış.

Altı kişiydiler önce. Sonra yirmi, daha sonra daha çok oldular. Yirmi dokuz mayısı otuz mayısa bağlayan geceydi sanırım. Gece kuşlarının sesinden ve çadırların etrafında sohbet eden gençlerin sesinden başka bir ses yoktu parkta. Nedenini bilmediğim bir şekilde huzursuzdum. Sabaha karşı, sessizce ilerleyen karanlık gölgeler geçti önümden. Düşman mevzilerine saldırmaya hazırlanan askerlere benziyorlardı. Ellerinde coplar, gaz bombası atmaya yarayan tüfekler vardı. Çocuklar derin uykularındayken hiçbir uyarıda bulunmadan vahşice saldırdılar çadırlara. Direneni tartakladılar, dövdüler ve daha kötüsü içinde kimse var mı yok mu diye bakmadan çadırları ateşe verdiler. O an şu ünü dünyayı sarmış çağdaş masallardaki insan-ağaçlar gibi olağanüstü güçlere sahip olmayı, kardeşlerimle birlikte zulmün kalesine yürümeyi istedim. Ama nihayetinde bir ağaçtım ve böyle şeyler ancak masallarda, söylencelerde olurdu.

Yanılmışım! Sonraki gün bambaşka bir şey oldu, bu toplumun bütün vicdanlı insanlarının kendi söylencelerini yaratacakları bir sahiplenme gerçekleşti. Saldırıyı duyan binlerce insan dört koldan, şehrin bütün caddelerinden Taksim’e aktı. Polis TOMA denilen şekilsiz kamyonlardan zehirli sular sıkarak, biber gazı bombaları fırlatarak Taksim’e çıkmalarını engellemeye çalıştı. Ertesi gün, vahşet karşısında vicdanlarını dinleyerek yollara çıkan insanların sayısı on binleri buldu. Sayı yüz binleri bulduğunda polis meydandan çekildi. Daha önce hiç görmediğim kadar neşeli, atak, dalgacı, bizlere ve kendi arkadaşlarına merhametli, zıpkın gibi binlerce gencin meydana ve parka girmesinin ardından sizler de parka girip yanıma geldiniz. Bir kez daha engelsiz bir şekilde bir aradaydık.

GENÇ ŞARABİ EŞKIYALAR
Sonrasında sizlerle olağanüstü güzellikte yirmi yıla bedel bir yirmi gün geçirdik. Ben ve envai türde çiçek açmış yüzlerce can yoldaşım serin gölgemizi serdik üzerinize; yağmurda yapraklarımızı çoğaltıp siper olmaya çalıştık. Çocuk atölyeleri çalışmalarınızı, dayanışmanızı, kardeşçe paylaşımlarınızı, yaratıcı coşkunuzu hayranlıkla izledik, şarkılarınıza halaylarınıza eşlik ettik. Siz uyurken nöbet bekledik sessizce. “Çok şükür, çok şükür bugünleri de gördük” deyişinizi gülümseyerek dinledik. ÇARŞI diye çok acayip, kavgalı gürültülü, ıslıklı çığlıklı, yeminli yumruklu, bayraklı formalı bir kitle seli; ikide bir benim hemen solumdan alana akıp durdular. Onların her gelişinde büyük bir coşku, minnet ve gururla ortalığı inleten “Sık bakalım sık bakalım / Biber gazı sık bakalım” haykırışınıza bizler de hep birlikte rüzgârımızı çoğaltarak eşlik ettik.

Sonrası hep gördüğümüz, alışkın olduğumuz şey işte. Biliyorsunuz. Göstermelik bir uyarının ardından, havanın kararmasıyla birlikte binlerce polisle saldırdılar size ve bize. Siz görmediniz belki ama ben gördüm. Tıpkı otuz altı yıl önceki gibi, o zaman adı farklı olan büyük otelin pencerelerinden ve her yönden bombalar fırlattılar üzerimize. Bütün gece sürdü parka açılan sokakların etrafındaki çatışma. Ertesi gün yoktunuz. İş makineleriyle talan ettiler sizden kalan ne varsa, ellerinizle diktiğiniz fideleri söktüler, bostanı, yaşam alanlarınızı tarumar ettiler.

Bu sözüm özellikle o sözü edilen Çocuklar’adır: Dayanışmanızı, parka bombalar yağarken insan zinciri oluşturarak yaralıları süratle revire ulaştırmanızı, imece usulüyle her şeyi halledişinizi, hesap kitapsızlığınızı hep hatırlayacağımı bilmenizi isterim Çocuklar, çapulcular ve siz ilk göz ağrım 1 Mayıs 1977 günlerinin o eski, o hep genç şarabi eşkıyaları, hepiniz; Beni ve kardeşlerimi zalimin baltasından korumak için yeri geldiğinde gövdenizi siper ederek unutulmaz bir direnişe imza attınız. Ben hayatım. Hayat ağacıyım. Özgürlük. Tek ve hür ama bir orman gibi hep kardeşçe olmayı özleyen. Benim içindi mücadeleniz. Kardeşliğin ve dayanışmanın yükseltildiği bu müthiş yirmi gün için hepinize sonsuz teşekkürler…

Şimdi rüzgârın, parktaki her bir ağacın gözeneklerine sinmiş, her bir ağacın dallarınca sahiplenilmiş bir haykırışı çoğaltarak Türkiye’nin her bir yanına yaydığını duyuyorum; bizim için, özgür bir gelecek için ölen çocukların, Mehmet, Abdullah ve Ethem kardeşlerimin sesi meydanlarda ve parklarda yankılanıyor: Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!.

Gezi Parkındaki Hayat Ağacı!…

Kaynak: Birgün

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu