Arka Bahçemiz

Kendisi Olamayan İnsan

Yüzyıl insanı olarak, insanoğlunun düşebileceği en büyük acılardan birinin içine; yakıtı ‘’başkaları’’ olan bir acılar çukurunun içine düşüyoruz. Bu çukurun adı: ‘’Kendin olamamak’’.insan

Behçet Necatigil’in ‘’Sevgilerde’’şiirinde anlattığı gibi:
Sevgileri yarınlara bıraktınız, çekingen, tutuk, saygılı/ Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı…

Yutkunmaktır bunun adı. Ya da yutmak diyelim. Toplumsal bir refleksimizdir bizim; en lazım olduğu yerde benlik sınırlarımızı koruyamamak pahasına, susmak! Sözümüzü, tepkimizi yutmak. Veya aşkla sarılmak, mücadele etmek, en azından ifade etmek varken; vazgeçip derde dert katmak! Çünkü biz ayıplanarak, tokatlanarak büyüdük. Bu yüzden en iyi öğrendiğimiz şeylerden biridir kendimizden, beklentilerimizden ve hele ki öfkelerimizden vazgeçmek.

Dışarıda devlet, evde edep!

Aksine engeldi hep. Fark etmiyor aslında, onlar yapmasa da bir süre sonra kendi kendimizi sansürlemeyi öğreniyoruz. Bu yüzden çekingeniz, tutuğuz! Kimden çekinir, niçin tutulur insan? Başkalarından, başkaları için! Onlar tarafından kabul görmek, onanmak için.

Her susuş, insanın kendisinden kaybettiği bir parçadır aslında… Ricad edişidir, savaşmadan düşmanıyla. Duygularını bastırmayı kendisine düstur edinmiş bir geleneğin efradıyız nihayetinde! Bizim en büyük düşmanımız kendimizi bilmeyişimiz. Yani cahilliğimiz. Hani şu Yunus Emre’nin bahsettiği.’’İlim, ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır’’.

İçimizde olanlarla; ama içselleştiremediklerimizle baş başa bir yaşam bekliyor çoğumuzu. Duygusal okur-yazarlıkta iyi bir yerde değiliz. Sistemin bize ettiklerinin çok farkında da olamıyoruz; derin bir uykudayız. Çünkü Yunus’un dediği gibi kendimizin cahiliyiz.

Başkaları için yaşıyoruz çoğu zaman.

İktisadi ve sosyal anlamda.‘’Cehennem başkalarıdır’’ diyor oysa Jean Paul Sartre. Bizim olmayan sermayelere ve bizim olmayan fikirlere biat ederek, aslında cehennemi yaşıyoruz demek ki!             

Toplum arasında istediğimiz ölçüde istediğimiz renkte bulunamamak sancısıdır bir bakıma ‘’başkaları’’… Yüzyıl insanı olarak, insanoğlunun düşebileceği en büyük acılardan birinin içine; yakıtı ‘’başkaları’’ olan bir acılar çukurunun içine düşüyoruz. Bu çukurun adı: ‘’Kendin olamamak’’.

Kentlerde insanlar, evlerinin arkasındaki çiftliklerde yıllık gıdalarını üretip, yıllık sarfını temin edemediklerinden ; ait olmak istemedikleri yerlere aitmiş gibi davranmak ve onaylamadıkları pek çok davranışı veya işi onaylar görünmek durumundalar. Bunun adıdır işte ‘’Kendin Olamamak’’. Kendimizle aramızda mesafeler var artık. İnsan kendi yarattığı paranın elinde bir oyuncak şimdi! Ne kadar nerede ve nasıl konuşacağımıza ne yaşayacağımıza devlet, sermaye ve edep karar veriyor. Devletin kendisiyle sorunum yok; ama devletin her adımına olmasa da gideceği yöne sermaye karar veriyor. Edebin kendisiyle de bir sorunum yok! Ama sermaye, zamanla edebin de ne olduğuna karar veriyor. En basit örnekle, sevgililer gününde sevdiğinize hediye almamak kabalık haline gelebiliyor. Ruhlarımız sancılar içinde. Özgür değil çünkü. Neyse ki kitlesel ve yasal uyuşturucularımız var. Çok Şükür!

Şimdi düşünüyorum da, bundan yaklaşık altıyüz yıl evvel, Şeyh Bedrettin’in, dönemin yakın coğrafyadaki tüm hükümdarları tarafından büyük saygı görmesine, mevkii ile altın ile taltif edilmek istenmesine rağmen; mal edinmeye, paraya ve ‘’biriktirmeye’’ karşı çıkıp kendisine destek veren halkla birlikte, Ege’nin dağlarında komün halinde yaşaması, belki de kendisi olmak istemesindendi; kellesinin gideceğini bile bile. Kim bilir?

Ersin Baysan / ersinbaysan_78@hotmail.com

Dunyalilar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu