Arka Bahçemiz

Köksüzlüktür En Derin Yaramız

‘Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur, alemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.

Yahya Kemal Beyatlı

Bir çınarın kökleri gibidir insanın var oluşu. O köklerden alır özsuyunu, dal budak salar beslendiği toprağın coğrafyasına. Oraların harcıyla oluşturur kimliğini; ağız dolusu gülmesi, yürekleri dağlarcasına ağlaması da vücut bulduğu toprakların dile gelmesidir aslında. Ve onun yapı taşlarını oluşturan; kimliği, inancı, geleneği, kültürü yaşadığı iklimin esintileridir.

Topraklarından kopup köyden kente göçenler, umutlarını yüklenip başka ülkelere mülteci hayatlara yelken açanlar yabancısı oldukları dünyalara ‘’merhaba’’derken, geride bıraktıklarına uzak düşerler. Bu uzak düşmüşlük, köklerinden kopmuşluğun ilk adımlarıdır. Yeni bir hayata, yeni bir dile, yeni bir mekana kendilerini uyumlaştırma sürecidir yaşadıkları. Sözlü kültürden edindiklerinin yazılı kültüre yenik düştüğü; gelenek ve göreneklerin küçümsendiği bir dünyadadırlar artık. Bir bölünmüşlük içinde, ayakta tutmaya çalışırlar kendilerini. Gelgitlerle yeni arayışlara kırarlar dümenlerini. Dalından kopup rüzgarda bir o yana bir bu yana savrulan yaprağın halleridir arayışları. Kılavuzsuzdurlar, kalabalıklarda kaybolmadır diğer adları.

Betonun, asfaltın soğuğunu iliklerine kadar hissederler, bir köksüzlüktür yaşadıkları. Köksüzlük üşütür kalplerini. Toprağın kokusuna duydukları hasret, doğdukları yere uzak, dokunduğuna hasret olma halidir. Bir yere ait olmak isterken hiçbir yere ait olamamanın savrulmuşluğuyla ararlar adreslerini. Bulamayanınca da adreslerini, içlerine kapanır; kendilerine benzeyenlere açarlar yüreklerini.

Kökü olmayanın gövdesi olmayacağının bilincine varınca kurarlar kendi mahallelerini, hemşehri dayanışmasına dayarlar sırtlarını. Köklerinden getirdikleri bilgi ve görgüyle bir adım sonraya hazırlarlar kendilerini. Sınıfsal sıçrayışlarını gerçekleştirseler de eğretidir duruşları. Köklerine özlemdir her hareketleri.

Bilmezler ki, köklerine ne kadar dönseler de; ‘’İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine/ Konya’nın beyaz/ Antep’in düzlüğüne benzer…’’ dizeleri Mendillerinde Kan Sesleri olur. Yüreklerinin derinliklerinde bozlaklar, atabeler, stranlar, uzun havalar olsa da metalik sesler kuşatır dünyalarını. Sofralarının değişmezleri olan tarhana, tuzlu yoğurt, sürk yerini poğaça, mısır gevreği ve fast fooda bırakırken, annelerinin mutfağına yabancılaşırlar. Ve modernleşeceğiz derken, imece ruhuyla büyüdükleri geniş aileler çekirdek ailelere evrilirken, o küçük dünyalarının bir finans merkezine dönüştüğünün farkına varmazlar.

Her şeyin alınıp satıldığı, metaya dönüştüğü dünyada; hayata tutunmak adına daha fazla kazanmanın hırsıyla yarış atlarına dönerler, öyle hızlı koşarlar ki ruhsuz, duygusuz, yaşayan ölülere dönerler. Ruhlarının üşümüşlüğünü, yalnızlığını, açlığını tüketim çılgınlığıyla doyurmaya çalışırlar. Tükettikçe tükenirler aslında; ama bunun farkında değildirler.

Ve mutsuzdurlar, kişisel gelişim kitaplarına, psikologlara can simidi gibi sarılırlar. Oysa bu ısmarlama reçetelerin dertlerine derman olmayacağını da bilirler. Köksüzlüktür, yurtsuzluktur, kendilerine sürgün edildikleri hayatlardır asıl sızıları.

Köklerini bulmak için ‘’Toprak insanı çağırır.’’sözüne kulak verip dönerler yurtlarına. Sayılı günlerinin kaldığını gördüklerinde, bir ömrün köklerinden uzak düşmeye değmeyeceğini anlarlar. Ve bilirler ki onlarda derin yaralar açan çağın hastalığı stres, çılgınca tüketme, konformizm değil; köklerinden uzaklaşma halidir.

Mehmet Salmanoğlu (mmsalman.66@gmail.com)

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu