Arka Bahçemiz

Kötüler ve İyiler Üstüne -1

Amerikan dizilerinde, filmlerinde cok görmüşüzdür: Polis birini tutuklamadan önce haklarını okur; hatta bunu yapmayı unutursa ya da bu hakları eksik şekilde söylerse tutuklanan kişinin anayasal hakkını ihlal etmiş olur.

Bu işlem, “tehlikeli unsurların” kanun tarafından güç kullanılarak denetim altına alınmasına dair bir ritüel. Devlet şiddetini uygulamadan önce karşıdakine yani “suçluya” seslenir. Suçluyu istese de istemese de devletin uyguladığı kanunun nesnesi yapar. Hakkı okunanın bu hakkı tanımama gibi bir şansı yoktur; polisin suçluyu yere yatırıp kafasını yere bastırırken okuduğu haklar suçluyla bir diyalog kurmak maksadıyla söylenmemektir. Yapılan tebliğde yere yatırılanın kanuna itiraz ediyor olması kanun nezdinde önemli değildir. Hakları okunurken bir yandan kolu burulan ve kelepçelenen kişi, bu ritüel yardımıyla kanunun ve şiddetin meşru zeminine taşınmış olur. Tek taraflı bir şekilde kanun kendi uygulama alanını oluşturur.

Bu ritüeller gökten zembille inmiyor. İspanyollar Yeni Dünya’ya sefer düzenlemeden ve oradaki altınları ele geçirmek için ortalığı kıyıp geçirmeden önce Kral’ın fermanını çevrelerine topladıkları yerlilere uzun uzun okurlarmış. Bu ferman şöyle:

 “Majesteleri adına onun yardımcısı ve elçisi olarak elimden gelen en iyi sekilde tebliğ eder ve bildiririm ki bir ve ölümsüz olan Rabbimiz cenneti ve dünyayı yarattı… Dünyadaki tüm insanlarin mesuliyetini, hükmünü ve idaresini Aziz Petrus’a verdi ve onu bütün insanlara üstün kıldı… Onun piskoposlarından bir tanesi bu adaları ve okyanusu İspanya’nın Katolik krallarına armağan etti… Majestelerinin bu tebliğine mazhar olanlardan ancak ona boyun eğen, hizmet eden ve kayıtsız şartsız Hıristiyanlığa ihtida edenler Majestelerinin tebası olarak kabul edileceklerdir. Bu nedenle elimden geldiğince sizlere yalvarır ve sizi mecbur kılarım ki, Kiliseyi dünyanın hakimi ve idarecisi olarak tanıyın ve Rabbin adına ve onun yerine hükümran ve kral olan insanların en yüceltilmişi Papa’ya itaat edin… Dini büyüklerimizin vaazettiklerini kabul edin ki yüce majesteleri ve onun temsilcisi olarak ben sizleri huzuruma kabul edeyim, kadınlarınızı ve çocuklarınızı özgür bırakayım ve sizleri köle olarak almayarak kendi emeğiniz ve kadınlarınızın ve çocuklarınızın emeği ile dilediğinizi yapmanıza izin vereyim. Sizleri Hıristiyan olmaya zorlamıyoruz. Lakin meğer ki ihtida etmezsiniz, Tanrının yardımı ile sizlere karşı güç kullanacağım, her yerde savaş çıkaracağım ve sizleri Kilisenin ve Majestelerinin boyunduruğu altına alacağım ve karılarınızı ve çocuklarınızı kölem yapacağım… mallarınıza el koyacağım ve bir hükümranın kendisine boyun eğmeyen kullarına reva gördüğü tüm kötülük ve zulmü gerçekleştireceğim. Ve and içerim ki bu iradenin meydana getireceği zarar ve ölümlerin sorumlusu ne Majesteleri ne ben ne de yanımda bulunan beyefendilerdir; sorumlu ancak ve ancak sizlersiniz.”

Elbette Amerikalı yerlilerin İspanyolca’ya vakıf olmaları ya da okunan ucube metnin içeriğini anlamlandırmaları mümkün değil. Zaten amaç Amerika yerlilerinin konunun üstünde uzun uzun düşünüp bir karara varmalarını beklemek değil. Bu ritüelle beraber yerliler istese de istemese de (ki istememişler) İspanyol kanunun ve soykırımın nesnesi haline geliyor. Güç kullanımı meşru oluyor diyeceğim; ama meşru falan olduğu yok elbette. Çünkü güçlünün zayıfı katletmesinde meşru olan bir taraf yok. Yok edilecek olanın önce zihinde yok edilmeye hazır hale getirilmesi gerekiyor: yenecek etin pişirilmesi; eve girecek olanın temizlenmesi gibi… (Antropolojiye aşina kişilerin burada eşyanın sosyal düzene aktarılmasında ne türden ritüellerin kullanıldığını hatırlaması için yazıyorum bu örnekleri).

Bir varlık bir başka sembolik/sosyal düzene aktarılırken (“vahşi” kızılderili) elbette kimin dilinin kimi nasıl ihlal ettiğini iyi düşünmek gerekiyor. Bu ihlalin koşulunun açık bir şiddet olduğunu görmek gerekiyor. Yaşamaya dair başka kurallar, hayaller, yaşadığımızdan başka bir toplumsal düzen ihlal ediliyor: Yüz milyonlarca insan ya kılıçtan geçiriliyor ya da Avrupa’dan taşınan bakterilerle kırılıyor. İnsanlar ölüyor, tarih ölüyor, dünyaya dair başka ihtimaller barındıran bilgiler, anlamlar ölüyor.

Bunu niye anlatıyorum?

Amacım polisler ve İspanyollar arasında hoş bir benzerlikten bahsetmek değil. Çünkü birçok yere savruluyorum buradan. Çok kültürlü küresel bir dünyadan dem vuran cümleler duydukça midem kalkıyor, kardeşçe yaşamak gibi uyduruk temennilerin arkasına saklanıp birilerini ihlal etmekten zerre gocunmayanları gördükçe sinirlerim atıyor, yaşa polis yaşa asker diyenlerin ölümcül unutkanlığı karşısında kalbim sıkışıyor, aydın kisvesi altında “sağda” ve “solda” vahşiler ve azgın halk kalabalıklarına öfke kusanlara baktıkça dilim tutuluyor. Bu ülkede hemen herkesle derdim var, ama en çok bilindik çağdaş değerlerden başkasını hayal etmeye bile ayak sürüyen Türkiye’nin aydınlık yüzüyle derdim var. En çok kendimle derdim var: İnsanın kendi varlığı kendi kanına dokunur mu? Benim dokunuyor. Kötülük mü bunun adı? Evet! Öyle masumca bir kötülük ki bu hatta: Amerika’daki yerlilerden vahşiler diye bahseden Aydınlanma düşünürlerine kötü niyetli veya ikiyüzlü demek kötülüğün bireyleri aşan gerçek boyutlarını ıskalamak olur. Hakikaten şaşırıyorlardı: “Yahu çıplak geziyorlar, toprağı işlemiyorlar, ahlaklı bir aile kurumundan yoksunlar, birbirlerini yiyorlar.”

Kol burmayı ve kelepçelemeyi görüyor musunuz? Birinin diğerini hangi ölçütlerle ve ne coşkulu bir körlükle ihlal ettiğini görüyor musunuz?

Barbarlık bugünkü medeniyetimizin karşıtı ya da arada bir yörüngeden çıkmış hali değildir: Barbarlık modern dünyanın varlık sebebidir.

Sezai Ozan Zeybek

http://ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu