Arka Bahçemiz

Kötülüğün Neo-Liberal Halleri

Kötülüğün Neo-Liberal Halleri

Bazı konular hakkında bilgi sahibi olmak gerçekten rahatlatıcı mı, üzücü mü, inanın ben de bilmiyorum. Bir araştırma konusu için ihtiyacım olan verilere ulaşmak üzere Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının 2015 yılı İnsanî Gelişme Endeksini okumam gerekiyordu.

Raporda gözüme çarpan bazı verileri paylaşmak istedim. Raporda ele alınan fakirlik tanımı Dünya Bankasının belirlediği veri üzerinden ele alınarak küresel bir rapor hazırlanmış. Fakirlik sınırı günlük gelirde kişi başına 1,25 ABD- Doları olarak belirlenmiş. Ama bireysel fakirliği  tanımlayabilmek için üç ayrı veri ele alınmış: Yaşam süresi, eğitim ve yaşam standardı.

diktatör_trump

Dünyada:

–    795 Milyon insan ağır açlık yaşıyor. Kadınlar ve çocuklar fakirliği en çok yaşayan gurup.

–    Her dakika 5 yaş altında 11 çocuk ve her saat başı 33 anne doğum esnasında hayatını kaybediyor. Senede 6 Milyon çocuk ölüyor.

–    90 Milyon çocuk yetersiz besleniyor.

–    161 milyon çocuk çarpık gelişim göstermiş.

–    780 Milyon yetişkin  ve 15-24 yaş aralığında 103 Milyon genç okuma yazma bilmiyor. 160 Milyon insan sanayi ülkelerinde yaşamakta olan yine okuma yazma bilmiyor.

–    250 Milyon çocuk okuldaki temel bilgileri öğrenmemiş, oysaki 130 Milyon kişi 4 sene okul eğitimi almış.

–    57 Milyon çocuk ilkokula gidememiş.

–    204 Milyon insan ve bunun için 74 Milyon genç resmi olarak işsiz.

–    836 Milyon insan işçi olarak günde 2 ABD Doları kazanarak açlık sınırının biraz üzerinde kalabilmiş.

–    1,5 Milyar insan hiç bir iş güvencesi olmayan ve kazalara karşı tedbir alınmayan koşullarda çalışmış.

–    HIV Virüsü taşıyan insan sayısı 37 Milyon.

–    663 Milyon insan temiz su içemiyor.

–    880 Milyon insan baraka denilen kötü evlerde yaşıyor.

Dünya gelir dağılımı:

–    Dünya nüfusunun   %1′ i dünya kaynaklarının %48’ine hakim.

–    Yine dünya nüfusunun %80’ini dünya kaynaklarının %6′ sını kullanabiliyor.

–    Dünyada 80 kişinin sahip olduğu kaynaklara eş değer kaynağa sahip insan sayısı 3,5 Milyar.

neoliberalizm

Gerçekten bu rakamları okuyunca kendime soramadan edemedim. Azınlığın kaynak çoğunluğuna sahip olması ile çoğunluğun kaynak azlığına razı olması arasındaki bağ nedir. Dünya nüfusu an itibarı ile 2 Şubat 2017 saat 17.50 7.393.130.670 iken ve bu nüfusun yarısından fazlası sefalet içinde yaşarken nasıl bu sefalette yaşamayı kendilerine layık görüyorlar. Bilgi eksikliğinden, örgütsüzlükten, sorgulamamaktan ve daha bir çok nedenden ötürü olabilir.

Bu soruya verebilecek benim de kesin bir cevabım yok. Fakat yorumlamak istediğim bir şey var. İnsan olgusunu iş üzerinden tanımlamaya çalışan neo-liberal politik sistem tüm bu krizlerden işsizlikle mücadele edilerek başa çıkabileceğini ummuş olmalı ki, 2015 yılı raporunu bunun üzerinden kurgulamış. Kurgu diyorum çünkü, dünyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarını tüketen büyük hegemonik devletler ve peşi sıra devlet üstü erk’i aşan 80 kişinin sahip olduğu devasa şirketler kendi belirledikleri ekonomik sistemle ile hem insanları işsizliğe mahkum edip, hem de işsizlik sorununun aşılmaması halinde fakirliğin, açlığın daha had safhalara ulaşacağına dair gözümüze korku salmaya devam ediyorlar.

Günde 2 ABD- Dolarına çalışan 836 Milyon işçinin nerde çalıştığını tahmin etmek için üzerimize giydiğimiz elbiselerin üretim ülkelerine bakmak yeterli olsa gerek.

Dünya gelir dağılımının eşitsizliği ve fakirlik üzerine Bulgaristan’ı örnek veren değerli Etnolog Profesör`üm şöyle bir belirleme yapmıştı: Bulgaristan’da tarım alanları daha önceden sosyalist sistemde kolektif ve devlet için aileler tarafından işlenirken maalesef Sovyetler Birliğinde yaşananın aksine devlet içinde bu denetlemeyi eline alan teknokrat bir çevre ve/veya kurumlar tarafından eşit olmayan ve sömürüye dayanan bir çeşit yolsuzluk mekanizması kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile beraber bu sorunu aşmak için uygulanan tarım reformu toprakları tüm aile bireylerine paylaştırmıştır. Ama temel sorun olarak yolsuzluğun üzerine gidilmemiştir. Sonuç olarak maliyet daha yüksek olduğundan, devlet teşviki sağlanamadığından toprağı işleme cazibesini yitirmiş ve böylelikle tarım sektörü darbeye uğrayarak işsizliğe yeni bireyler eklenmiştir. Bulgaristan’da ve bir çok Doğu Bloku ülkesinde yaşanan temel ekonomik sorun budur.  Aslında temel sorun sosyalizm zamanında var olan komunal paylaşım sisteminin doğru uygulanmaması ve insanların gözünde bunu sorgulamak yerine toprak işlenmesinin ne kadar karsız bir iş alanı olduğuna ikna edilmesidir. Çünkü eğer topraklar hala komünal bir şekilde işlense ve paylaşım adilane olsa insanlar çok rahat bir şekilde yaşayacaklardır. Yine bir çok bilim insanın hem fikir olduğu başka bir konu ise çalışma saatlerinde yapılacak düzenleme ve tarım alanlarının doğaya zarar vermeden işlenmesi ile açlık sorunun ortadan kalkacağıdır. Eğer dünyadaki her insan günde 4 saat çalışırsa herkese yetecek kadar iş ve eşit bir yaşam standardı sağlanmış olacaktır.

Temel sorumuza geri dönecek olursak çoğunluğun az olana ve hiç olana razı olması durumu nedir? Elbette insanların hepsinden aynı gelişim ve bilinç düzeyini beklememek gerekir. Ama insanların her birinin düşünen varlıklar olduğunu hesap edersek, hafızalarının ve toplumsal belleklerinin olduğunu kabul edersek, sadece bir kaç jenerasyon geriye dönüp baktıklarında bile sorunun kaynağını ve çözümünü bulacaklardır. İnsanlık komünal yaşamdan bireysel yaşama ışık hızı ile değil bir çok farklı sömürüyü yaşayarak geldi. Kimi zaman adı krallık, kimi zaman sultanlık, kimi zaman istila ve fetih, kimi zaman ulus-devlet, kimi zaman neo-liberal-ırkçı-cinsiyetçi-sömürgecilik olarak yaşadı. Ve dünyanın belki de en zalim anlarına 2017’de başlanacak. Çünkü dünyayı artık beğenmediğimiz ulus-devletlerin yetiştirdiği bürokrat politikacılar değil, neo-liberal sistemin iş adamları yönetiyor. Mantık olarak sözüme itaat edeni yanımda tutar, karşı geleni özel sektörde işten çıkarttığı işçi gibi haksız-hukuksuz atarım, tarzı hakim. Ve paranın sahip olduğu gücün bu kadar yükseklere tırmanmış olması ve yenilmezlik zırhına bürünmesi totaliter rejimi, totaliter bireye indirgeyerek daha da vahşileşmesini sağlıyor. Totaliter mekanizma sınır tanımayan, duygusu olmayan tıpkı bir ejderha gibi yakıp, yıkmaya ve kül etmeye meyilli.

Bu bireylere indirgenmiş totaliter yönetim şeklinin bu kadar yakıcı olmasına rağmen savunucularının ve taraftarlarının olması nasıl izah edilebilir? Çağımızın en derin vurgularından biri olan birey olma, bu gerçekleşmeyi kendine göre evirdiği için, totaliter bireylerin ardından giden bireyler topluluğu mevcut. Birey olmayı iş sahibi olma, kariyer edinme, yaşlılığını garanti altına almak için 40-45 yıl, her sene en az 11 ay, günde en az 8 saat çalışma, kadınlara iş dünyasına girerek ekonomik özgürlükle tüm özgürlük kapılarının açılacağını vaad ederken, sisteme köle kılma, cinsiyet eşitliğinin iş paylaşımı ve erkeklerle aynı kariyer yollarından yürünerek aşılacağını empoze etme ama kadına ölçüt olarak sistemin sömürüsüne en açık olan erkeği koyma ve bunun için eğitim-öğretim alanlarını açma, geliştirme ve yönetme. Bu saydıklarımın hiç birinde ve aklıma şu an gelmeyen daha bir çok yaşam alanında bireye vaad edilen, bireyi oldurma sürecinde, bireyin kendi iradesine rastlamak mümkün değil. Çünkü bireyin var olabilmesi için birbirinden çok farklı yaşam perspektiflerine ve bununla ilintili düşünce, kuram ve karşılaştırma becerilerine sahip olması gerekir. Bireye dayatılan verili seçenekler içinde, bireyin düşüncesine ve kendi yarattığı bir tercihe rastlamak adeta mümkün değil.

Düşünmek, anlamaya çalışmaktır, der Hannah Arendt. Düşünmeye başlayan insan, birey olmaya çalışan insandır, der, yine. Düşünme yeteneğine sahip olmamak ise verilen birey olma algısını kabul etmeye ve oradan da, totaliter birey, neo-liberal sistem, vakti zamanında Hitler ve Nazi yönetimini kabul etmeye kadar durumu vahimleştirebilir. Çünkü kendi bireysel muhakeme yeteneğine dayanmadan, kendine ait bir düşünce sistemi geliştirmeyen ve orada birey olmayı gerçekleştiremeyen her bir birey, aslında totaliter yöneticinin yarattığı tüm kötülüklerin taşıyıcısı, uygulayıcısı ve güçlendiricisidir.

ABD Başkanlık seçiminin ardından sokaklara çıkan özellikle kadın protestocular gerçek anlamda bireylerdir. Çünkü dar bir çerçevede de bile olsa kötülüğün hakim olmasına engel olmak istemektedirler. Ve fakat çoğunluk olan ve başkanın destekçiliğine soyunan, hatta onu sanki çocuğunu savunur gibi savunan kadın ve bireylerde, kendilerini üzerlerine biçilen özgürlük kimliği ve birey olabilme sanrısı içinde yaşayan kötülüğün kitlelere dönüşmüş halleridir. Kötülüğün karşında durabilmek için düşünmeyi temel edinmek gerekir.

Hannah Arendt’in sözleri ile yazımı bitirmek istiyorum: “Umut ediyorum ki, düşünmek insanlara güç versin, yaşanan felaketleri engellemek için, her şeyi çoktan kaybettiğimizi düşündüğümüz anlarda.”

Arzu Güngör

Dünyalılar – www.dunyalilar.org

Kaynaklar:
1) Human Development Reports 2015. http://report.hdr.undp.org

3) Hannah Arendt. Über das Böse.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu