Kültür-SanatNe Yapmalı?

KOYAANİSQATSİ: Çılgın, Karmaşık, Dengesiz Yaşam

Qatsi Üçlemesi’nin ilk filmi olan Koyaanisqatsi(1982), ismini, Hopi Kızılderililerinin dilinde “dengesiz, çılgın yaşam” anlamına gelen bir kelimeden alır. Koyaanisqatsi, Reggio’nun kendi deyimiyle insanlığın yüzüne tutulan bir ayna gibidir.

Kimi eleştirmenlerce anti-sinema, benim katıldığım kimilerince de “saf sinema” olarak değerlendirilen Koyaanisqatsi, daha önce bir benzeri görülmediği için eleştirmenleri iki kampa ayırdı. Kameraman Ron Fricke (sonradan Baraka’nın yönetmenliğini yapacaktır) ve müziklerini yapan minimalist müziğin büyük ismi Philip Glass ile birlikte Reggio senaryosu, oyuncusu, diyalogları, hikâyesi olmayan bir filme imza atmıştır. Koyaanisqatsi, üçlemenin diğer iki filmi gibi tamamen görüntü ve müziğin birlikteliği üzerine kurulan bir tür senfonik şiirdir. Müzik, eğer film olabilseydi nasıl olacaktıysa Koyaanisqatsi de böyle bir filmdir aslında.

Koyaanisqatsi, birkaç mağara resminin ve sonrasında doğanın (kanyonlar, çöller ve bunun gibi bazı yerler) yavaşça görüntülendiği dingin bölümlerle başlar. Doğanın kendi hareketinin gözlemlenmesi ve buna eşlik eden Philip Glass müzikleriyle adeta doğanın dokunulmamış güzelliği deneyimlenir. Ancak bu dinginlik insanın ve teknolojinin girdiği yerlerde, yerini yavaş yavaş hıza bırakır. Doğanın zarafeti ve güzelliği, yerini, teknolojinin hızı sonucu gelinen çılgınlığa terk eder yavaş yavaş. Glass müzikleri bu çılgınlığın deneyimlenmesine görüntülerle birlikte eşlik eder. “Time-lapse” adı verilen teknik, doğanın zarafetinin (bulutların hareketlerinin çok hızlandırılmış bir şekilde görüldüğü bölümlerde bulutlar okyanus dalgaları gibi görünürler) ve sonrasında insanlığın geldiği çılgın hızın deneyimlenmesine yardımcı olmak için araç olarak kullanılır. Bu baş döndürücü hız sonucunda, kullandığı teknolojinin bir nesnesi haline gelen insanın durumu da, sinematografik tekniklerin maharetli bir kullanımıyla, izleyicinin içine girebileceği ağır bir deneyim olarak hissettirilir.

Büyük kentlerdeki trafik hareketlerinin, insanların işlerine gidip gelişlerinin görüntülendiği ve bu görüntülerin gittikçe hızlanıp en sonunda sadece birer ışık haline getirildiği bölümlerle, bu bölümlerle ardışık olarak gösterilen entegre devrelerin “mask” görüntüleri, görüntü yoluyla bir didaktizm izlenimi verse de; bu bölümleri teknolojiye övgü olarak okuyanlar olduğu düşünülürse, insanın sınır deneyimlerini hissedebilmesi için bu hızlandırmanın ve analojinin gerekli olduğunu düşünüyorum.  Filmin sonunda zihnimizde büyük yorgunluk ve kendi otomatlaşmış hayatımızla yüzleşmenin getirdiği umutsuzlukla baş başa kalıyoruz. Philip Glass’ın, görüntülerle organik bağ oluşturan, hız arttıkça artık beynimizin içinde zonklayan ve bizleri rahatsızlığın doruğuna taşıyan müzikleri, adeta bu hızın hayatlarımızda yarattığı yıpranma ve yorulmanın çok daha kısa sürede gerçekleşen halinin dışa vurumu gibidir.

 

Üçlemenin ilk ikisinden yıllar sonra çekilen üçüncü filmi Naqoyqatsi, görüntülerini, ilk iki filmin yaptığından farklı bir yöntemle oluşturur. İlk ikisinde büyük oranda günlük hayattan ve doğadan görüntülerle, insan görüntüleri söz konusu iken; Naqoyqatsi’de bu görüntüler yerini neredeyse tamamen bilgisayar grafiklerine ya da gerçek görüntülerin bilgisayar tarafından manipüle edildiği görüntülere bırakır. İnsanın yarattığı medeniyetin ürettiği yaşamla, bilgisayarlarda ve elektronik devrelerde bulunan çiplerin birbiriyle ilişkisel benzerliği ve bağımlılığı, teknolojiyi kullanmayı isterken, teknolojinin içinde yaşayan ve teknolojikleşen bir hayatın dışa vurumu gibidir.

File:Koyaanisqatsi poster.png

Film Brueghel’in “Babil Kulesi” resmine odaklanan ve insanlığın yaratmaya çalıştığı Babil Kulesi’nde kendisini yitirdiğini ima eden görüntülerle başlar. Modern çağlara ait Babil Kulesi mahiyetinde olan teknolojinin parlak ışıkları altındaki karanlığı göstermeyi amaçlayan Reggio, bana kalırsa özellikle Naqoyqatsi’de bu karanlığın altını çok kalın bir şekilde çiziyor.

Naqoyqatsi’de bilim, spor, sinema gibi dallarda başarılı olan ünlü insanların yüzlerine odaklanan görüntüler vardır. O görüntülerin üst üste geldiği ve sonrasında makyajlanan insan yüzleri, insanlığın ruhsallığının yitirildiği ve bu tür başarıların ruhsallığı maskelediği bir persona haline döndüğü bir durumu ima eder gibidir.

Bir röportajında “insanlık çeşitlilikten tek tipleşmeye doğru hızla yol alıyor. Tüm dünya bir Los Angelesleşme süreci ile karşı karşıyadır” diyen Reggio, bu üçlemeyi insanlığın ruhsallığına bir ağıt olarak düşünmüş olmalı. Batı kültürünün bu eğiliminin ve teknolojinin gittiği noktada robotlaşan insanların ruhsallığına bir ağıt! Robotlaşan, canavarlaşan yüzlerin ve bilgisayar görüntüleri ile bozulmuş görüntülerin yoğun olduğu Naqoyqatsi bu üçlemenin en umutsuz bölümü olarak dikkat çeker. “Savaş halindeki yaşam” anlamına gelen Naqoyqatsi, insanlığın doğa ile – ve Tanrı ile – yaptığı savaşın, en sonunda, kendisini yitirdiği ve kendi ruhuyla savaş haline dönen bir tür cyborga döndüğü bir durumla noktalandığı bir ayna tutuyor hepimize. Bu “savaş” insanın insanla ettiği savaş olmakla kalmıyor, insanın kendi ruhsallığıyla da savaşa dönüyor.

Doğadan görüntülerde başlayan, sonrasında teknolojinin yarattığı çılgınlaşmanın baş döndürücü görüntüleri ile devam eden, patlayan uzay mekiğinden bir parçanın, bir ağıt müziğiyle birlikte düştüğü upuzun sahneyle biten ve biraz da olsa “yolumuz yol değil, terk edebiliriz” umudunu barındıran Koyaanisqatsi; Powaqqatsi’de, küreselleşen kapitalizmin ve Batı kültürünün yok etmeye başladığı 3.Dünya ülkelerinin insanlarını ele alan görüntülerle devam eder. Naqoyqatsi ise artık bu umudun da bittiği ve insan denen ruhsal varlığın bir tür robota döndüğü bir ağıt olarak son bulur.

Koyaanisqatsi insanlığın dikkatle dinlemesi gereken bir Hopi öğüdüyle biter: “Topraktaki değerli şeyleri kazmak, felaketi davet etmektir. Arınma günü yaklaştığında tüm gökyüzü örümcek ağlarıyla dolu olacaktır. Günün birinde gökyüzünden bir kap kül atılabilir ki; o küller toprağı yakıp, okyanusları kaynatacaktır…”

Godfrey Reggio, Batı kültürü ve sanatı içinde, gidilen yolun yol olmadığını gören ve bunun için sanatını seferber eden büyük bir sanatçıdır. Philip Glass ise çok önemli bir müzisyen. Bu iki büyük sanatçının başyapıtı Koyaanisqatsi ve üçlemenin diğer iki filmi, tam anlamıyla bir sınır deneyimidir.

Filmden bir bölüm izlemek için:

Bu yazı derindusunce.org sitesinden alınmıştır

www.dunyalilar.org

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu