Arka Bahçemiz

Mutlu Son Var mı Bize de?

Bir tuhaf bekleyiş. Sıkıntı, umut, endişe, merak. Tedirginlik seviyemiz bulutları kucaklıyor. Acaba neler olacak? Bilmiyoruz. Olasılık hesapları, tahminler, havayı koklamalar, fikirler… Faydasız bir aksiyon. İşte, bilmemek bazen delirtici olabiliyor böyle. Delirmek de rutinimiz, ata sporumuz gibi bir şey oldu ya zaten, sorun değil. Aklımızı gereğinden fazla beğenmemeyi bu sayede az biraz öğrenmiş olabiliriz. Neyse, bari iyi bir şey olmuş.

Akıllı ya da deli, hepimiz için aynı anlama gelen o güne çok yaklaştık. Havalar da epey soğudu. Ya yürekler? Oralarda işler karışık. Ne sıcak, ne de soğuk. Kafalar mı? Çorba. Surat ifadeleri ve beden dilleri tutuk. Sanki filmin sonuna doğru yönetmenin bir sürpriz yapacağı hissi. Sözcükler gövdelerinde değiller artık. Galiba “kara sinema” dediklerinden bizim film. Hep bir grilik, hep bir kasvet. Vizyona girer mi, ödül falan alır mı bilinmez. Bazı filmler sadece kamera önündekiler ve arkasındakiler tarafından hatırlanır. Bu iyi bir şey değildir.

Şu mühim güne ulaşana dek neler yaptık peki? Başımıza gelebilecek her şeye hazırlandık mı? Yok. Çok mu planlıydık, akılcıydık? Sanki sadece şöyle bir görüntü: Savaş ve barış arasında minicik bir arazi var. Sıkış tepiş orada takılıyoruz epeydir. Birbirimize sözde çok yakınız ama aslında gerçek samimiyet henüz kurulamadı aramızda. Çünkü muhabbet, komşuluk, ahbaplık dediğin uzlaşma ister, şeffaflık ister, paylaşım ister, ha bir de şefkat ister. Bunlar uzunca zamandır bizde yok; kimimizde var ama hepimizde yok. Böyle işler ya hep ya hiçtir. Dolayısıyla yok dense haksızlık olmaz. Sebepleri kurcalamak faydasız çünkü fazlasıyla ortadalar, yüz kızartıcı şekilde. Hadi olan olmuş dedik ve önümüze bakıyoruz da, neler olacak acaba ve neler olmayacak, olamayacak?

Adil bir şeylerin olacağına dair bezelye kadar umut beslemek gibisi yok. Öyle ağır ki. Öyle ağrına gidiyor ki insanın. Atılamayan çığlıklar, avuç içlerine batırılan tırnaklar, taş gibi yutkunmalar. Ama… Korkunu ve acını belli etmeyeceksin. Dimdik duracaksın. Kalan olmak bunu gerektirir. Kalan olmak… Kılçık gibi takılıp kalıyor boğazında insanın. Bunca olan bitenden sonra yaşayarak ayıp ediyor olduğun hissi. Yönetmen bunları da hesaba katıyor mudur? Her bir karakterin analizini yaparak, çatışmayı, düğüm ve çözüm zamanlamalarını kusursuzca kurgulayarak hakkaniyetli bir son pekala çekebilir oysa ki.

Romantizm saplantımız bu defa yok. Çünkü hiçbir filmde bu kadar kan olmaz. Çünkü hiçbir filmde bu kadar çocuk ve kadın ölmez, ölemez. Yine de nezaketen “Her şey çok güzel olacak,” dediğimiz de olmuyor değil. Olacak mı acaba? Fakat ‘her şey’ biraz büyük değil mi? Yönetmenden tek beklentimiz var: Şu koltuktan kalkabilmek, nefes alarak.

Ayça Güçlüten

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu