Arka Bahçemiz

Öğrenilmiş Çaresizlik ve Milli Korkumuz Matematik

Hayatımızın çeşitli aşamalarında, özellikle de eğitim yıllarımızda hepimiz çeşitli deneyimler yaşarız. Bu deneyim bazen kasadan takla atmak olur, bazen bir enstrüman çalmayı öğrenmek bazense bir matematik sorusunu çözmeye çalışmak…

Ancak birkaç denemeden sonra başarılı olamadığımızı hissettiğimizde artık yeni denemeler yapmaktan kaçınmaya başlar, kendimizi bu konuda yeteneğimiz olmadığına inandırmaya çalışır ve aslında “korkularımızla ”yüzleşmekten kaçındığımız için kendimizi geri çekmeye başlarız.

 Bunun adı “öğrenilmiş çaresizliktir “. Ve bu duyguyu yaşayanların:

 -Tutkuları kaybolur.

İsteklerinden vazgeçmeyi kabullenirler, isteyerek yaptıkları davranışları azalır ve mecburen yaptıkları artar.

-Akılları ve düşünme yetenekleri zayıflar.

Sorunlar karşısında akıllarını kullanmanın sonucu değiştirmeyeceğine inanmalarından dolayı, beyinlerini fazla kullanmazlar. Bu yüzden davranışlarının sonuçlarına karşı özensizleşirler.

-Duyguları zayıflar.

Uzun süre bir sorunla uğraşan, ondan kurtulmak için çabaladığı halde başaramayanlar sorunu kabullenir, onunla yaşamayı öğrenir.

İşte öğrenilmiş çaresizliklerimizin bir tanesi de, Türk toplumunda  ”Milli Korku ” haline gelen matematik korkusu olmuştur. Ve bir kaçış noktası olarak standart bir cümle belirlenmiştir.

Matematik zordur!

Oysa her insanın doğuştan gelen bir sayma, sıralama, şekilleri tanıma yönünde sezgisel bir algısı vardır. Zaman algısı, çokluk azlık algısı… Ancak eğitim sürecinin başlaması ile beraber bu algı doğal sürecine pek de uygun olmayan bir biçimde önceden belirlenmiş, kişisel farklılıklara odaklanmayan bir müfredat kapsamında işlenmeye başlayınca, yaptıkları birkaç başarısız denemeden sonra birçok öğrenci tarafından bu yetenek unutulmuştur.

Oysa tarih boyunca insanoğlu dünyanın temel işleyişini anlamaya uğraştı. Sürekli olarak içinde bastıramadığı merak duygusu ile çevresindeki nesnelerin özelliklerini belirleyen kuralları ve modelleri bizimle ve birbirleriyle olan ilişkilerini keşfetmek istedi. İşte keşfetmeye çalıştığı bu düzen aslında matematikti.

Matematik kelimesinin anlamının eski Yunancada Matesis yani  “BEN BİLİRİM” olması anlamlı değil mi?

İnsanın 35.000 yıldır sayılarla uğraştığı elde edilen son veriler eşliğinde kanıtlanmıştır. Ancak matematiğin matematik olarak incelenmesi M.Ö 6000’li yıllardan başlamaktadır. Mısır Nil Nehri kıyıları, matematiğin ilk ortaya çıktığı yer olarak kabul edilmektedir. Ancak yapılan araştırmalar aslında aynı anda dünyanın farklı bölgelerinde de matematiksel uyanışların başladığını göstermektedir.

Örneğin Babiller imparatorluklarını genişletmek ve yönetmek için sayılar konusunda uzmanlaşmaları gerektiğine inanıyorlardı. Matematik bilmek bir saygınlık meselesi idi onlar için. Yunanlılar matematiğe âşıktılar. Matematiği cebirsel hesaplardan çıkarıp, felsefi olarak ele aldılar. Ve daha niceleri…

Günümüze dönersek son birkaç yıldır üniversite giriş sınavlarında matematik testinde sıfır çeken aday sayısı 25-30 binler civarında. OECD tarafından 1997’den bu yana düzenlenen PISA sınavında  (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) hem matematik hem de dil ve fen değerlendirmesinde öğrencilerimiz hep son sıralarda yer alıyor. Bu sınav okulda öğretilen müfredatı ölçmeyi hedeflemekten ziyade, 15 yaş çocuklarının hayata ve bireylerden ziyade ülkelerin eğitim ve paralelinde kalkınmışlık düzeyini ölçmeyi hedefleyen, karşılaştırmalı bir çalışma.

Sadece matematiksel kavramlar ve işlemler bilgisi yerine, kişilerin gerçek hayatta karşılarına çıkabilecek meselelerle baş etmede matematik bilgilerini ne kadar etkili kullanabildiklerini ölçen yani matematik okuryazarlığı kavramı üzerine odaklanan bu sınavda bazı sorular seçenekli olarak sunulurken bazı sorularda açık uçlu yani sadece cevap yazılacak biçimde soruluyor. Bu tarz sorularda ise öğrencilerimizin başarısının %1 ile %5 arasında olması, 15 yaşına dek hayatlarını matematik sorusu çözmekle geçirmiş olan bu çocuklar hakkında nerede yanlış yaptığımızı düşünme zamanı geldiğinin bir kanıtı.

Gelişmiş ülke olma yolunda en önemli sermaye, eğitimli insan kaynağı. Yakın gelecekte işgücüne katılacak bugünün genç kuşağının, uluslararası rekabette nerede olduklarını gösteren bu testin sonuçları ise bu açıdan oldukça önemli… Onca dershane, özel ders, ilkokuldan lise sona değin alınan matematik dersleri demek ki işe yaramıyor.

Peki, matematik eğitiminde başarılı olan ülkelere bir göz atalım. Her ne kadar uzun zamandır Finlandiya eğitim alanında örnek bir ülke olarak gösterilse de, bu seneki sonuçları incelediğimizde Pisa sınavındaki ilk sıraları Çin, Singapur gibi Uzakdoğu ülkeleri kapmış durumda. Bu beklenmedik başarı artışının ardında yatan nedenler, ülkeler bazında araştırılmaya devam edilirken, gelin örnek bir model olan Finlandiya eğitim eğitim sistemini inceleyelim. Bu sistemde sınav stresi yok, dershaneler ve özel hocalar yok. Eğitim saatleri ortalama günde dört saat. Okullarda okutulacak kitaplara öğretmenler kendileri karar veriyor. Öğrenciler, öğretmenin hazırladığı sorularla değerlendiriliyor. Ayrıca bu ülkede öğretmen olmak kolay değil, çok aşamalı bir eleme sisteminden geçtikten sonra ancak başvuranların %10 kadarı öğretmen olabiliyorlar.

İyi örnekler, kötü örnekler bu yazı böyle uzar gider…

Hayatta bazen değiştiremediğimiz şeyleri kabul etmek zorunda kalabiliriz, bunlardan biri de ülkemizin eğitim gerçeği. Türkiye bir sınav ülkesi.

Ancak unutmayalım eğitim kurumlarının görevi öğrencileri sadece bu sınavlara değil, hayata hazırlamak. İnsanların içindeki sanat, bilim ve spor potansiyelini ortaya çıkarmalarına ortamlar yaratmak, bu yüzden yeni deneyimlerden korkmamalıyız. Asıl önemli olan “öğrenilmiş çaresizliklerimizin” ardına saklanmadan kendi içimizdeki potansiyeli keşfetmemiz, hayatta neyi yapmaktan hoşlandığımızın farkına varıp, bunu elde etmek için çaba harcamaktan kaçınmamamızdır.

“ Sevdiğiniz bir şey bulun ve sizi öldürmesine izin verin … “ – Charles  Bukowski

 Sibel Çağlar

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu