Arka Bahçemiz

“Ortadoğulular’dan Niçin Nefret Ediyorum” üzerine 2. Bölüm

ortadogu1

“Nefret Etmek”

Bir amacın, bir ümidin, bir hayalin peşine takılarak…
Gidersiniz…
Uzaklara…
Biirşey alıp götürür sizi işte…

En çok kendinize yakın olanları ararsınız gittiğiniz yerlerde…
Hemşehriniz, dindasınız, dildasınız, soydasınız,yoldasınız…

Sizi var eden değerlere en yakın insanlardır gittiğiniz yerlerde size sahip çıkacak, yol öğretecek.

Bir yanıyla, yıllar önce memleketten İstanbul’a gelip, köylülerini arayan dedelerinizin, babalarınızın halidir haliniz…

Bulursunuz…

Size en yakın olanları..
Yanlarında çalışmaya başlarsınız. Karın tokluğuna bir ücret. Başta anlamazsınız niye öyle olduğunu. Dil bilmiyorum, iş bilmiyorum, ülkeyi bilmiyorum der kendinizde ararsınız sebeplerini. Günler, haftalar, aylar geçer..
Fark etmeye başlarsınız bazı şeyleri…

Ülkesindeki sistemden, yokluktan, zorluktan, düzenden,düzensizlikten şikayet edip, dünyanın en uzak ülkelerine kadar giden önceki göçmenlerin, sonradan gelen göçmenler üzerinde kurdukları o müthiş sömürü sistemini kavramaya başlarsınız..

Haftada 40-50 saat en zor koşullarda çalışırsınız. O ülkedeki en düşük asgari ücret bile verilmez. Vergileriniz ödenmez, tatil paralarınız yatırılmaz. Sosyal hiçbir güvenceniz yoktur. Şikayet olursa “Mevzu” olmasın diye yalandan 10-15 saat çalışıyor gösterilirsiniz..

Sizin gibi yeni gelen göçmenlerle tanışmaya başladıkça içine düştüğünüz cehennemi tanımaya başlarsınız.

Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Sağcı, Solcu, Hemşehri diye yanlarına girip ise başladığınız adamların en çok da kendi gibi olan insanları hiç acımadan nasıl sömürdüğüne şahit olursunuz.

O ülkedeki en düşük ücreti yani asgari ücreti istediğinizde cevaplar hep aynıdır.
Dükkan o kadar iş yapmıyordur. Mevzu bu değildir. Dosta iyilik yapılmıştır. İsterse her an işten çıkabilir. Daha düşük fiyata çalışacak Pakistanlılar, Iraklılar, Afganlılar, Hindistanlılar zaten hazırdır.

“Mevzu bu değil, dükkan iş yapmıyor” diye asgari ücreti bile ödemeyen hemşeri ne hikmetse en lüks arabayı, en güzel evi almış, 2.3.4 dükkanı açmanın hesabındadır.

Kendisiyle benzer zamanlarda gelmiş, şimdi 5.6.7 dükkanı açmış öteki hemşeriyi geçmektir bütün hevesi…

Dükkandan dükkana, hemşehriden hemşehriye, dindaştan dindaşa, dildaştan dildasa büyük bir zincirin halkası gibi benzer hikayelerin tekrarlandığını görürsünüz…

İki yol vardır önünüzde…
Ya tam haklarınızı aldığınız ya da dil sorununu aştığınız zaman hemen bir Batılı’nın yanında iş bulmak.

Ya da kendisini “iyilik yaparak” yanında çalıştıran hemşerisine, soydaşına, dindaşına, yoldasına, dönüşmek..

”O”na dönüşerek onunla hesaplaşmak…

Bir dükkan açıp, (mümkünse yakınlarda bir yerde rakip olarak) ona gününü göstermek.

Gücünü göstererek gününü göstermek…

Bu sefer “Mevzu bu değil, hemşehriye iyilik yapılıyor.” diyerek aynı şekilde aynı sistemi yeni dükkanda yeni gelenler üzerinde kurmak…

20 yıl önce böyle bir cehennemin içine düşmüştüm..

Ülkesini yokluktan,düzensizlikten, soygundan, rüşvetten, en önemlisi haksızlıklardan dolayı bırakıp başka ülkelere göçenlerin, ülkelerinde şikayet ettikleri “düzensiz düzenin” aynısını gittikleri yerde inşa ettikleri o “Paralel Cehennemin”

“Biz buralara dağda değneğimizi bıraktık da geldik.” diyenlerin sonu olmayan güç savaşları ile birbirleriyle kıyasıya kirli hırs savaşlarını, kavgalarını ve o kavgaların bedellerini yeni gelenlere onları da sonradan canavara çevirerek ödetmelerini…

“Yabancıların yanında çalış, hem doğru düzgün ücretini öderler, hem de tüm haklarını verirler.” diyen bu tecrübeleri benden önce yaşayan dostların sayesinde göçmenlerin deyimiyle  “az hasarla” kurtulmuştum bu “Paralel Cehennem’’den.

Ancak 20 yıldır sadece gittiğim o ilk ülkede değil, yaşadığım başka ülkelerde de hep aynı tablo çıkıyordu karşıma…

İlk yazıda üsluba kızanlar oldu…

Şunu unutmayın, İnsan ait olmadığı toplumların, parçası olmadığı insanların davranışlarına kızabilir ama nihayetinde banane der geçer.

Ama kendi toplumunuz?
Kendi insanlarınız?

Bazen artık adım atacak gücünüz kalmaz. Nefes alamazsınız. Yıllarca gördüğünüz ama “Böyle değildir, bu kadar olmaz, asıl sebebi başkadır,”diyerek görüp de görmezden geldiğiniz şeyler an gelir volkan olur patlar ruhunuzda…
Büyük bir hayal kırıklığı ve onun yarattığı büyük bir isyandır bu volkan…

Çünkü en çok sevdikleriniz en çok yaralamıştır sizi…

Bazen böyle bir anda sizi yaralayan o en çok sevdiğiniz insanın karşısına geçer:

“Senden nefret ediyorum” dersiniz..
Yıllar önce gördüğünüz, yaşadığınız anların, hikayelerin kaybolmadan başka insanlarda, başka hayatlarda hep tekrarlanması sizi yaralar en çok.

Bir kebapçıda en kötü koşulda, en düşük ücretle çalışan yeni gelmiş bir göçmeni gördüğünüzde ezilmeye başlarsınız.

O cümleler geçer içinizden…

“Hiç mi değişmeyecek? Nefret ediyorum sizden…”

Cama vurup can çekişircesine dağılan yağmur damlacıkları gibi dağılır yüreğinizde herşey…

Geldiği ülkede Devrimcilik yapıp işçi sınıfının hakları için mücadele eden Solcu’dan, Kul Hakkı’nı, Hz Ömer adaletini ağzından düşürmeyen dinciye kadar her kesimden insanın üzerinde uzlaştığı gizli bir anlaşmadır ilk gelen göçmenlerin, son gelenler üzerindeki sömürü çarkı…

Yılarca ülkelerinde siyasi,dini,etnik nedenlerle birbirini yiyen insanların gittikleri yerlerde birbirlerine dönüşmelerini hayretle izlersiniz.
Daha çok kazanmak, kazandıkça birileriyle hesaplaşmak, daha da çok kazanmak için yeni gelenlere “iyilik” yapmak…

“Batı’nın hiç mi kötü yanı yok?“

Yazdığım ilk yazıda en çok eksikliğini vurguladığınız şey bu konuydu…

Batı’nın kötü yani elbette var.
Sorun şu, Batı’nın kötü yanlarının olması bizim yaptıklarımızı temize mi çekecek, bize yanlış yapma hakkı mı veriyor Batı’nın kötü yanlarının olması?
Dürüstçe…
Sabahtan akşama kadar artık ayine dönmüş bir şekilde Batı’nın kötü yanlarını anlatmıyor musunuz yıllardır?

Yaşadığınız her olayı Batı’ya mal edip, kestirmeden herşeyin içinden çıkmıyor musunuz?

Anlatmamı istediğiniz Batı’nın kötü yanları bölümüne benim yeni ekleyeceğim, sizin bilmediğiniz ne var ki?

Tam bu noktada asıl soruyu ben size sormak istiyorum..
Sizin yaptığınızın da tersini yaparak?

Batı’nın hiç mi iyi yanı yok?

Sabahtan akşama kadar anlattığınız Batı merkezli komplo hikayeleri arasında  Batı’nın iyi bir yönü niye pek yer almaz?

“Batı bizi sömürüyor..”

Evvela şunu belirteyim. Batı eleştirisinde “Batı ile Batılı”yı” birbirinden ayırt edemiyor, ikisini de bir kefeye koyup birlikte yargılıyoruz.

Yılda kardeş başına 16 milyar dolar para bölüşen Wal Mart’ın sahipleri de Batılı, bu kardeşlere yılda 22 bin dolara çalışan (bu para yoksulluk sınırının altındadır) işçi de Batılı…

Evet Batı Doğu’yu sömürüyor.

Aynı Batı kendi insanını da sömürüyor. Batı’daki sıradan halk “Biz Doğulular’ı sömürüyoruz” diye akşama kadar evlerinde bir eli yağda bir eli kaymakta yaşayıp, dans etmiyor.

Aynen sizler gibi Batı insanı da sabahtan akşama kadar ağır ve stresli bir hayatın içerisinde yoğun bir şekilde çalışarak ekmek ve yaşam kavgası veriyor.

Sizi sömüren günlük hayatında yoğun bir şekilde yaşam kavgası veren sıradan Batı insanı değil, o insanları da sömürüp ağır koşullarda çalıştıran Küresel şirketler, Küresel Kapitalizm…
En ücra kasabamızda yollar boş deriz, kırmızı ışıkta geçeriz.
En kalabalık şehirlerde işimiz çok deriz, kırmızı ışıkta geçeriz.
Kendimize göre sebepler yaratıp, kuralları kendimize göre düzenleriz.

Ama Batı’da kırmızı ışık kırmızı ışıktır.
Bizde isteyene kırmızı, isteyene yeşil ışıktır.

Nereye kadar herşeyin sorumlusu olarak sadece Batı’yı suçlayacağız?

Eyyy benim güzel Ortadoğulu kardeşim,

Solcunuzla, Sağcınızla,Dincinizle, Dinsizinizle her fırsatta Batı’yı lanetleyip, ilk fırsatta Batı’ya kaçan sen değil misin?

Çocuklarını Batı’da okutmak için çırpınıp, paralarını Batı bankalarında saklayan sen değil misin?
“Ezildim, insanca yaşam için gidiyorum” deyip, gittiğin yerlerde ilk iş kaçtığın Paralel Cehennemleri kurup, en çok sana benzeyenleri acımasızca sömüren sen değil misin?

Aşağıladığın Batı ülkelerinde 100 dolar çalanın siyasi hayatı anında bitiyorken, dünya tarihinin en büyük vurgunlarını yapan adamları kahraman diye alkışlayan sen değil misin?

Batı işgallerine destek çıkıp, “Bir koyup üç alacağız”, “Amerikan askerlerine dua ediyorum” diyen adamları evliyaya çeviren sen değil misin?

Batı’da bir Okyanusta kalan köpeği kurtarmak için Ordu donanma çıkartıyorken, senin ülkende alın teriyle en kötü koşullarda çalışan madenciye bir yaşam odasını çok görenleri el üstünde tutan sen değil misin?

Başörtüsü, Cemevi, Kürtler’in dili gibi en temel insan hakları konusunda birbirine cehennemi yaşatan sen değil misin?

Sen değil misin yıllarca ezildim deyip, iktidara gelince en kısa zamanda en zalime dönüşen…
Yahudiler’e kendilerini seçilmiş kavim gördükleri için kızıp, kendini Tanrı’nın seçilmiş kavmı gibi görüp her türlü hırsızlığını, yolsuzluğunu, talanınını kutsal örtülerle kaplayan sen değil misin?

Sen değil misin geldiği noktada artık kendisini ne suç işlerse işlesin kutsal günahsız ilan eden?
Kurbanla Cellatın sürekli yer değiştirdiği,
Firavun’u yenenin Musa değil,
Yeni Firavun olduğu,
Kitaba uyanların değil kitabına uyduranların

Coğrafyasıdır sırrı muamma Ortadoğu(m)…

Bu yazı daha önce DÜŞLERE ,SUYA VE GÖLGEYE DÜŞEN HERŞEYE DAIR..KILIÇSIZ GÜNDEM başlıklı blogda yayınlanmıştır.

Dünyalılar

 

Yazının birinci bölümünü buradan okuyabilirisiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu