Güncel

Otobiyografik bir anlatımla Kürt olmak ya da olmamak meselesi

(Sırf Kürt diye birini dövmeyi, dükkanını yakmayı, aşağılamayı kendinde hak görenlere ithafen yazmış olsam da zaten ya okumayacaklar ya da okusalar da hak vermeyeceklerdir. Ama içimde kalmasını istemedim.)

Merhaba. Ben Heja. Evet adım Heja. Heja Bozyel. Siz beni farklı şekillerde tanıyor olabilirsiniz. Gazeteci olarak. Avukat olarak. Partiye geleceğini söyleyip gelmeyen kız olarak. Sürekli gezen kız olarak. Instagram’da hep uzun şeyler yazan kız olarak. Kediler başta hayvanları seven kız olarak…1-ZOsYkv0xhmGUzUDUwql4Jw

Bilmem belki göğüslerimin büyüklüğü ya da boyumun kısalığı ya da gülüşüm kalmıştır aklınızda. Hiç fark etmez. Beni iyi ya da kötü bir sürü şekilde hatırlayabilirsiniz. İnanın hiçbirinden rahatsız olmam. Çünkü ben daha kötülerini duydum.

İlkokuldaydım, Kıbrıs’tan gelmiştim, Kıbrıs ağzı ile konuşuyordum. ´Kıbrıslı kız´dım. Arada Kıbrıs’a gidip 1 sene orada okudum, ´Türkiyeli kız´derlerdi.

Bunun çok ekmeğini yedim o zamanlar. İp atlarken mesela yandığım zaman Diyarbakır’daysam, ´Ama biz Kıbrıs’ta böyle oynuyoruz´ derdim, Kıbrıs’taysam ´Ama biz Türkiye’de böyle oynuyoruz´ olurdu o.

Ortaokulda kompozisyon yarışmalarına katılırdım, ülke çapında ödüller kazanırdım. Çünkü Diyarbakır’da yaşananlardan etkilenip yazardım. Yaşıtlarım ´Sessiz Gemi´şiirini bir ödev olarak ezberlerken, biz karşıda faili meçhul olarak öldürülenleri görmemek için perdemizi kapatıp devam ederdik derse, Sessiz Gemi’yi yaşardık. Arkadaşlarımızın annesi işkence altında oldukları için öğle yemekleri yoksa sandvicimizi onlarla paylaşırdık.

En yakın arkadaşım bir subay kızıydı. %100 Türk kanı taşıyan, güzeller güzeli bir kız. Annesi-babası tanıdığım en harika ebeveynlerdendi. Bizim ´grubun´ kızlarından birinin kuzeni ´dağa kaçtı´ğında 14 yaşındaydık. Hepimiz merakla dinlemiştik onunla ilgili hikayeleri. Bir profesörün kızıydı. Kandil’e gitmiş, PKK’ya katılmıştı. Çünkü çok aşıktı ve aşık olduğu çocuk da dağa gitmeye karar vermişti, abisi askerliğini yaparken çatışmada ölünce. Bu ülkenin devleti, abisini ölüme gönderdiği için, ergen aklıyla buna karar vermişti, peşinden de sevgilisi gitmişti. Çocuk çok geçmeden başka bir çatışmada öldürüldü, asker tarafından.

Çok sıklıkla o kızın ne olduğunu düşünürüm hala. Çünkü senelerce dağdan inmedi, yüksek mertebelere yükseldi diye duyardık hep.

Liseye başladığımda artık yabancı gençlik dergilerini okuyor, dünyanın her yerinden mektup arkadaşlarımla yazışıyordum. Ankara’da UNESCO’nun düzenlediği bir eğitime katılmıştım. En küçük bendim yaşça. O yüzden herkes gözümde fazla büyüktü. Söyledikleri her şey önemliydi. ´Sen nasıl oluyor da İngilizce biliyorsun, Diyarbakır’da yaşamıyor musun´dediklerinde çok şaşırmıştım mesela. ´Diyarbakırlı kız´dım. Onlarla aynı markaları giyen, aynı şarkıları dinleyen, aynı kitapları okuyan, onlardan daha temiz bir Türkçe’ye, daha iyi bir yabancı dile sahip biri olsam da farklıydım. Çanakkaleli de vardı orda, Antalyalı da ama Doğu-Güneydoğu’dan bir tek ben katılmıştım ve ben ´Diyarbakırlı´ kızdım. Köylü. Iyy.

Sonra üniversite yılları başladı.

Kıbrıs’ta okuyordum. Annemin memleketi ve kendimi ait hissettiğim adada. Belki orada büyüdüğüm, belki Diyarbakır’da çok fazla acıya şahit olduğum için belki de sadece sevdiğim için kendimi Kürt’ten ziyade Kıbrıslı gibi hissediyordum.

Ama yine olmadı.

Yakın arkadaşlarımın arkadaşları benden ´Kürt kız´olarak bahsediyorlardı. Radyoda programlar yapıyordum.

Kimisi adımı duyunca daha yüzümü bile görmeden ´Wow ne güzel isim, sana aşık oldum Heja´diyordu, kimisi ´Çocuğuma bu adı verebilir miyim´ diyordu.

Mesela şimdi Kıbrıs’a gidin 5–10 yaş arası bir dolu Heja, Hejar, Hejan, Keja isminde çocuk görürsünüz. Adımı yanlış anlayanlar ya da öyle olsun isteyenlerin çocukları tamamı.

Ama ismimle değil ´Kürt kız´ olarak anılmam hiç bitmedi. Daha fenası, beni hiç tanımayan koyu milliyetçi bir hoca radyonun yönetimine geçirilince beni radyodan attı. Üstelik radyonun tek sponsorlu programını yapıyordum. O da yetmedi, aşırı koyu milliyetçi Ticaret Hukuku hocam dersini geçmemem için her şeyi yaptı. Sebep? Yok. Derste sorularıma cevap vermiyor, sınavda onun çok sevdiği bir öğrenciyle aynı kağıdı verdiğimde ben 50 alıyorsam o 90 alıyordu. Çünkü adım Heja ve bas bas Kürtlük propagandasıydı adımın Heja olması. Ve o bir milliyetçiydi. Milliyetimin ne olduğunu bilmeden adımla not veren bir başka milliyetçi.

O dönem sürekli Kıbrıs’a gidip gelirken havaalanında polislerin ´Sen Kürt müsün? Neden Ankara doğumlusun?´ sorusundan sıkıldığım için KKTC kimliğimi göstermeye başlamıştım.

Bir defasında bir polis beni durdurup ´Sen Rum musun´ dedi. Boş boş yüzüne baktım,

´Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yazıyor kimlikte, okumayı biliyorsunuz değil mi´dedim. ´O zaman adın neden Heja?´dedi. Sadece ´Geçebilir miyim, uçağı kaçırıyorum´diyebildim, siz benim yerime küfredebilirsiniz.

Üniversite süresince Avrupa Öğrencileri Forumu (AEGEE) Mağusa şubesinin bir dönem başkanı ve üyesi olarak Avrupa’da Kıbrıs temsil ettim. Kimse kimliğimi sormayınca daha özgürdüm. Hollanda’da Uluslararası İnsan Hakları eğitimine katıldım bir yaz. Kürt olmam nasıl hoşlarına gitti, bir sürü soru sorup durdular başta ama kimse benden bahsederken ´Kürt kız´ demiyordu. Yamuk yumuk söyledikleri adımla ´Heja´olarak bahsediliyordu benden.

O ara gençlik romantizmi işte, Ahmet Altan, Cezmi Ersöz falan okurdum. Murathan Mungan’sız olmazdım. Ahmet Altan’ın bir hikayesi vardı ‘Köksüz nilüfer’ diye… Kendimi o köksüz nilüfere benzetmeye başlamıştım. Köküm yoktu çünkü kendimi Hollanda’ya da ait hissediyordum, Makedonya’ya da, İngiltere’ye de Kıbrıs’a da Türkiye’ye de. Kökenim ve köklerim değil ´ben´dim aslolan.

Üniversite bitti. Zaman zaman yine Kürt dendi, Kıbrıslı dendi, Heja dendi. Hukuk sisteminin çarpıklığı ruhumu çarpıtıyordu, çocukluktan beri istediğim şeyi, gazetecilik yapmaya başladım.

Gazeteciydim ama siyaset yazmıyordum. Kültür sanat, şehir hayatı yazıyordum, müzik falan. Kürt milliyetçisi olanlar yaptığımı iş olarak görmediler. Gelen okur mailleri de bunu söylüyordu. Oysa ben sanat ve müzik ve güzel diğer şeyleri, insanları ayıran değil, aynı duygularda yakalayan şeyleri yazmak istiyordum.

Twitter doğdu, Twitter’da sayısız kez Kürt olduğum için küfür yedim. Sayısız kez sırf Kürt olduğum için alkışlandım. Asimile beyaz Kürt de dendi, bolca.

Dünyayı geziyorum. Dünyanın peşinde olduğu sinema ve müzik sanatçıları ile karşılıklı oturup röportajlar yapıyorum. Sürekli sorduğum 2 soru var: ´Sizce sanat barış için bir araç olabilir mi´ve ´Mutlu sonlara inanıyor musunuz?´Olumsuz yanıtlar verenler de oluyor. Tabii ki çok mantıklı ya da çok duygusalları da. Ama kendim için soruyorum bu soruyu. Kimliksiz kimliğimin inandıklarını tatmin etmek için.

Çünkü hala aklımda başka bir Heja var. 10–11 yaşlarındayken tesadüfen tanıştığım Heja. Sonraları asker tarafından yakılan, yok edilen bir köyde, yolumu kaybettiğim zaman tanıştığım, benden sadece 2 yaş büyük olan Heja. Çakır gibi bakan yemyeşil gözleri vardı. Dimdik ama çekingen bir duruşu. Çok az Türkçe biliyordu. Bana ilerideki dut ağacının ordan sola dönmemi söyledi, teşekkür ettim. Adını sordum. Bir de kitap okumayı sevip sevmediğini sordum. İlk kez adaşımla tanışıyordum ya bana benziyor mu merak etmiştim. ´Olsa okurum, severim´ demişti. Muhtemelen çok geçmeden evlendirilmiş peş peşe çocukları olmuştur. Şimdi kendi çocukları bile evlenme yaşına yaklaşmışlardır. Bir daha hiç kitap okudu mu acaba? Hep bunu düşünüyorum. Ben o olabilirdim, o ben olabilirdi. Öyle güzeldi ki kesin manken, oyuncu ya da Instagram fenomeni olurdu benim hayat şartlarım onda olsa. Ama köyünden bile zorla çıkmak zorunda kalan, ilkokuldan sonra okula gönderilmeyen bir Heja’ydı.

Kürt kızı Heja’ydı. O kızın hayatında PKK ile işi olmamıştır muhtemelen çünkü ailesi köyden şehre göç edince hayatta kalmaya çalışmışlardır sadece. Televizyonda Asmalı Konak’ı izleyip ağlamıştır, Nişantaşılı bir kadından farksız. Tarkan’ı o da seviyordur, hepimiz gibi. Hababam Sınıfı’na gülüyorlardır kocası ve çocuklarıyla, ne zaman televizyonda denk gelseler. Tıpkı herhangi bir şehirdeki herhangi biri gibi.

Şimdi siz bayrakları sallandırıp teröristler şu kadar kişiyi şehit etti diyorsunuz ya… Benim içim acıyor. Çünkü kimse aslında ´terörist olayım da birini öldüreyim´diyerek doğmuyor.

Çocuklar çocukken askercilik oynar, polisçilik oynar ama peşmergecilik, teröristçilik oynamaz. Kürt çocukları bile.

Şimdi siz beni nasıl hatırlıyorsunuz bilmiyorum ama ben adım ve kökenim ne olursa olsun insanım.

Tıpkı adı, kökeni, ailesi, kimliği ne olursa olsun ölünce beyaz kefene sarılan onlarcası gibi. Bugün 400 milletvekili uğruna, dün başka şeyler uğruna ölen binlercesi gibi.

Sonunda hepimizin aynı şekildeki kefenle, aynı şekildeki tabutla, aynı toprağın altına gömüldüğümüzü hatırlarsanız belki barıştan yana olmaya karar verirsiniz. Belki sosyal medya hesaplarınızda yazarken iki kere düşünür, küfrederken kendinizi sorgularsınız. İnanın toprağın altında bayrağın rengi ya da kaşının gözünün rengi hiç fark etmiyor.

Hepimiz sonuçta solucanlara yem olup gidiyoruz işte.

Bari bizim vergimizle saltanat hayatı yaşayanların hırslarının oyuncağı olarak ölmeyi bırakalım. Bu kısa hayatı öfke ve nefretle geçirmeyi bırakalım. Gerisi zaten olur…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu