Arka Bahçemiz

Otorite Uygulaması

“Sahip olmak” ile “olmak” arasındaki farklılığın kesin çizgilerle ortaya çıktığı bir başka konu da, otorite uygulamasıdır. Buradaki incelik, bir insanın otoriteye sahip olması ile otoriter olması arasındaki farkta gizlidir. 

Erich Fromm
Erich Fromm

Hemen herkes, yaşamının bir döneminde otorite uygulamıştır. Çocuk yetiştiren bir insan, onu tehlikelerden koruyabilmek ve bazı durumlarda nasıl davranılması gerektiğini ona öğretebilmek için, istese de istemese de, otoriter olmak zorundadır. Ataerkil toplumlarda çoğu erkek için, karıları da bir otorite uygulama nesnesiydiler. Bürokratik ve hiyerarşik toplumlarda ise, en alttaki ve otoritenin nesnesi olan sı­nıf dışında, çoğu kimse otoriteye sahiptir.

Ancak, otorite kavramının çok geniş olduğunu ve iki değişik anlamı bulunduğunu, unutmamak gerekir. “Akılcı” otorite, insana güvenir, onun gelişimini destekler ve “yetki” (*) biçiminde ortaya çıkar. “Akıldışı” otorite ise, yönetici güçlere (iktidara) sahip olmayı gerektirir ve kendi denetimi altında olanları sömürerek yaşamını sürdürür. (Bu konudaki ayrım için “Özgürlükten Kaçış” adlı kitabıma bakınız.)

Avcılık ve toplamacılıkla yaşayan ilkel toplumlarda otoriteyi, görev gereği başta bulunması genel kabul gören kişiler uygularlardı. Göreve getirilmede dikkat edilen özellikler görevin gereklerine göre değişir, bazen tecrübe, bazen bilgelik veya hoşgörü, kimi zaman da incelik veya cesaret olarak belirirdi. Bir çok kavimlerde ise otorite, ancak gerekli durumlarda ortaya çıkardı. Kimilerinde de, değişik olaylara göre, değişik otorite uygulamaları görülürdü. Savaşta, dinsel törenlerde veya bir kavga halinde, hep değişik otoriteler işe karışırlardı. O olayın sona ermesi veya otoritenin dayanağı olan bazı özelliklerin  yitirilmesi, otoritenin sona ermesine yol açardı. Otoritede çoğu zaman fiziksel bir güç yerine, tecrübe ve yetki gibi özelliklerin daha önemli bir rol oynadıklarını, J.M.R. Delgado 1967 yılında, maymunlarla yaptığı bir deneyde kanıtlamıştır. Deneyin gösterdiğine göre, yetkiyi yaratan özelliklerini geçici de olsa yitiren maymunun, otoritesi de o anda bitmektedir.

“Olmak” ilkesine dayanan bir otorite ise, belirli bazı toplumsal görevleri yerine getirmek temelinin yanı sıra, o kimsenin kişiliğine de önem verir. Kendisiyle bütünleşmiş ve kendisini gerçekleştirmiş olan böyle bir kişinin çevresine yayacağı otorite etkisi, tehdide, rüşvete ya da emir vermeye bağlı değildir. Onun gelişmiş kişiliği, bir şeyler söylemesine veya yapmasına gerek kalmadan, onun ne olduğunu, diğer insanlara gösterecektir. Büyük yaşam ustaları, işte böyle bir otoriteye sahiptirler. Bu tür insanlara (tam bir mükemmellikte olmasalar bile) çeşitli kültürlerde, toplumlarda ve eğitim düzeylerinde her zaman rastlamak mümkündür. Bu, tamamen bir eğitim ve yetişme sorunudur. Eğer bütün ana ve babalar, kendilerini gerçekleştirmiş ve içsel huzura erişmeyi başarmış olsalar, eğitimin serbest mi, otoriter ağırlıklı mı olması gerektiğini tartışmaya lüzum kalmazdı.

Çocuklar “olmak” kökenli otoriteye karşı isteklidirler, çünkü buna ihtiyaçları vardır. Ama çocuklardan istedikleri şeyleri, kendileri gerçekleştirmemiş olan kişiler tarafından bazı şeylere zorlanmak veya tamamen ihmal edilmek, çocukların  isyanına neden olmaktadır.

Hiyerarşik düzene göre işleyen ve avcı ilkel kavimlerinkinden çok daha karmaşık bir yapıya sahip olan toplumların geliş­meleri ile birlikte otorite, yetki  temeline bağlı olmaktan çıkıp, sosyal statü ile eşdeğer tutulmaya başlanmıştır. Bunu söylerken, şimdiki otoritelerin yetkiye dayanmadığını belirtmek değil amacım. Yalnızca artık yetkinin, otoriteye sahip olmak için bir ön koşul olma özelliğini yitirdiğini anlatmak istiyorum. Otoriteye çeşitli biçimlerde ulaşmak mümkündür. Genlerin şanslı bir bile­şimi ile yönetimin elde edildiği monarşik otoritede olduğu kadar, çeşitli cinayetler ve dalaveralar ile yönetime gelmiş bir caninin otoritesinde ve de modern  demokrasilerde görüldüğü gibi, fotojenik bir görüntü ve paranın gücüyle yönetime gelinerek elde edilen otoritede, yetki ile otorite birbirleriyle hiç de bağlantı­lı değildir.

 Ama otoritenin bir yetkiye dayanarak elde edildiği durumlarda bile, ortaya ciddi sorunlar çıkar. Yönetici, her konuda aynı öl­çüde bilgi sahibi ve uzman olamaz. Tarihte, savaşlarda çok başarılı olan, ama barışta ülkesini yönetmekte başarısız kalan devlet adamlarına rastlanmıştır. Yahut politik kariyerinin başlangıcında namuslu ve cesur olan bir politikacının, yönetime gelince bu özelliklerini yitirdiği çok görülmüştür. Bunda belki yaşın ilerlemesinin ve fiziksel sorunların da rolü olmuştur. Ama şurası kesin ki, küçük bir kabilede yöneticiyi ve otorite kullanan kişiyi değerlendirmek ne denli kolaysa, günümüzün sistemlerinde adayları dolaylı yoldan ve çoğu kez çarpıtılmış biçimlerde tanımak zorunda kalan milyonlarca seçmenin, yöneticileri hakkında bir yargıya varmaları da öylesine güçtür.

Yetkiyi veren özelliklerin önemini yitirmesi, büyük ve hiyerarşik toplumlarda otoritenin yabancılaşmasına yol açmaktadır. Böylece yetki, bazı üstün değerler taşımak yerine, üniforma ya da ünvana geçmektedir. Eğer otorite, doğru üniformaya bürünmüş ve ona uygun ünvanı taşıyorsa, başka değerlere ve kaliteye gerek kalmaz. Onların yerini, bu yabancılaşmış biçimleri almışlardır artık. Bu türlü otoriteler için sembolik bir ünvanı olan birisi, örneğin bir kral, aptal, hilekâr, kötü niyetli yani bir otorite olmak için tam ters bir kişi olabilir. Ama o, bu ünvana sahip olduğu sürece, otoriteye de sahip olacaktır. Ve o ünvana yakıştırı­lan tüm kalitelerin doğal olarak onda bulunduğu varsayılacak, kısaca kral çıplak bile olsa, herkes onun güzel giysiler taşıdığına inanacaktır (**).

İnsanların, üniformalar ile ünvanları, kişiye yetki veren kaliteler olarak kabul etmeleri olayı, kendiliğinden gerçekleşmemiş. Otoriteyi ellerinde tutanlar  ve bundan yararlanan çevreler, insanları bu kurgusal yanıltmacaya inandırarak, onların gerçek­çi ve eleştirel düşüncelerinin uyutulmasına ve zayıflatılmasına çalışmışlardır. Her düşünen insan, eleştirel düşünce gücünü zedeleyen, şaşkınlaştırıcı klişe fikirlere zorlayan ve kişileri kendine esir alan propaganda yöntemlerini iyi bilir. Bazen bu propaganda öylesine güçlenir ki, insan, gözüyle gördüklerine ve kendi düşüncesi ile vardığı yargılarına bile inanamaz olur. Yaratılan bu yapay gerçeklik giderek, özdeki gerçekliğin üzerini örter ve onu kavranılmaz kılar.

(*): Bu bölüm de “yetki” sözcüğü, bir işi yapmakta ehil olmak, o işi en iyi beceren kişi olmak anlamında kullanılmaktadır.

(**): Fromm burada, şu küçük öyküye atıfta bulunuyor: İki dolandırıcı bir gün aptal bir krala gelerek, ona çok güzel elbiseler dikmek istediklerini söylerler. Olmayan bir kumaştan bir elbise dikerler ve öyle güzel dil dökerler ki, kral üzerinde elbise olmadığını farketmez.  Dolandırıcıların etkisi altında kalarak, çok güzel bir elbise sahibi olduğunu sanır ve adamlara bol para vererek, onları yollar. Ç evresindekiler ortalıkta bir elbise olmadığını görmektedirler. Ama krala olan saygıları ve ondan korkmaları, bazılarının da her şeye kafa sallayanlardan olmaları ve kralın “ var” dediğinin, var olduğuna inanmaları nedeniyle, kimse ona bu gerçeği açıklayamaz.  Derken önemli bir tören günü gelir. Kral, olmayan elbisesini giyip, kalabalık halkının önünden geçer. Kimseden çıt çıkmamaktadır. İşte o anda, korku ve kamuoyu baskısı gibi şeylere gözleri perdelenmemiş olan bir çocuk: “ Aa… krala bakın, hiçbir şey giymem iş üzerine!” deyince, herkesi bi kahkaha alır. Adeta gözleri açılmıştır. V e kral da o zam an anlar gerçeği ve dolandırılmış olduğunu.

Erich Fromm

“Sahip Olmak Ya Da Olmak” kitabı (63-66. sayfalar)

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu