Arka Bahçemiz

Bir Şeye Sahip Olmak Temelinde Bir Yıkımdır

İnsan olarak gelişmişlik seviyemizi maddi gücümüzle ve sahip olduklarımızın çokluğuyla ölçmeye devam ettiğimiz sürece daha çok şeye sahip olmak adına daha çok savaşacağız ve yıkımlara sebep olacağız.

Bilimsel verilere göre dünya yaklaşık 4.5 milyon yaşındadır. Yine bilimsel verilere göre ilk insansı varlık fosilleri 195.000 yıl öncesine aittir. Cromagnon olarak adlandırılan modern insanın ilk alt türüne ait fosiller ise bizi 50.000 yıl öncesine götürmektedir. İnsanlık 50.000 yıl öncesinden bugüne şüphesiz ki sayısız değişimlerle, fikirlerle, doğrular ve yanlışlarla gelmiştir. İnsanlık tarihindeki bu değişimlerin sürekli pozitif bir yönde olmadığı da aşikardır.

Pek çok defa çeşitli uygarlık düzeylerine çıkmış ve çeşitli yıkımlara maruz kalmış olan insanlık yapılan hataların pek çoğundan ders alamamış ve gelişimin önünde duran güdülerine ket vuramamıştır. Bu durum bize içinde bulunduğumuz uygarlığın da bir zaman geldiğinde yıkıma uğrayacağına dair sağlam bir gerekçe sunmaktadır.

Topluluk içerisinde yaşayan insan, yaşadığı toplumun içerisinde yeni olmazsa olmazlara sahip olmaktadır. Sorgulamadan kabul edilen bu yeni gereklilikler zamanla insan uygarlığının çöküşünü hazırlamaktadır. Toplumda yaşayan bireylerin bir çoğunun pek sorgulamadığı bu gereklilikler ve temellerinde yatan düşüncelerden insanlığa en çok zarar verenlerinden bir tanesi de sahip olma güdüsü ve bu doğrultuda yapılan hareketler, yaşanan hayatlardır.

Bir nebze bireysel olan, iki ya da üç kişiyi ilgilendiren, aşk, arkadaşlık gibi, konularda sahip olma arzusu, kendimizi sahip olduklarımızla ya da olamadıklarımızla tanımlamak, toplumsal facialara yol açmasa da bu çılgınlık toplumsal boyutlarda yaşandığında soykırımlara, savaşlara ve önü alınamayan yıkımlara sebep olmakta. Tarihte, yönetme gücüne sahip olmak uğruna milyonların ölümüne neden olan bir çok lider mevcuttur. Günümüzde kendini aydın sınıfa mensup gören kişilerin büyük bir çoğunluğunun karşısında durduğu sağ görüşe mensup diktatörlerden Hitler ve Mussolini ya da sol kesimin diktatörlerinden Stalin ve Mao Zedong bu liderlerden bir kaçı. Bugün, Çin Komünist Devrim’i lideri Mao Zedong’un katlettiği insan sayısının 50 milyona yakın olduğu söylenmekte. Bu rakam şu anda bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazladır. Örnek verecek olursak Mao, 10 buçuk milyon nüfuslu Belçika gibi beş ülkeyi katletmiştir. O katledilen insanların kanı sahip olmak düşüncesinin de ellerindedir.

İşin ilginç ve ilginç olduğu kadar korkutucu ve can sıkıcı olan bir yanı da tarihe adını kanlı katliamlarla yazdıran bu liderlerin bir çoğunun hükmetmeye başlamadan önceki zamanlarında ezilen kesimin bir üyesi ve toplumda gerekli olan değişimi getirecek kanaat önderlerinden olmuş olmalarıdır. Kendilerinde hükmetme gücünü bulmadan önce gördükleri zulüm ve baskılar, kendileri hükmetme gücüne kavuştuktan sonra uyguladıkları zulümlerin kaynağı olmuştur.

Yönetirken izlenen şiddet ve “biz”den olmayana karşı gösterilen acımasız tutumlar karşıt bir kesimde görülüp vazgeçilmesi gereken bir olgu olması gerekirken ezilen kesimin  kendinden olmayanı ezme ihtiyacı duymasında ve şiddeti seçmesindeki etkenlerden biri şüphesiz ki sahip olma olgusu ve bu doğrultuda gelişen doğrular ve toplumsal dinamiklerdir.

Bahsettiğim örneklerde de görüldüğü üzere yıkımın sağ ya da sol ideolojiyle bağdaştırılması yıkımın ve şiddetin temeliyle bağdaşmayan bir durumdur. Toplumun her kesiminde şiddetle işlerini halletmeye çalışan insanlar ve bu insanların önderliğinde toplanmış kitleler mevcuttur. Şiddet ile ilgili bu zamana kadar bir çok düşünür farklı görüşlerde bulunmuştur.

Şiddetin insan doğasından koparılamayacağını ve gerekli olduğu zamanların da olacağını savunanların aksine şiddetin insanlığın ve uygarlığın gelişmesiyle azalacağını savunan düşünürler de mevcuttur. Acı olmasına karşın içinde bulunduğumuz uygarlık seviyesinde şiddetin azalmadığı hatta çok daha çirkin ve kitlesel boyutlara ulaştığını görüyoruz.

Bu durumun bir çok sebebi mevcuttur. Bir tanesini kabaca insanlığın şeklen gelişmesine ve fikren üretimin fiilen üretimden daha düşük bir değere layık görülmesine bağlayabiliriz. İnsanoğlu olarak gelişmişlik seviyemizi maddi gücümüzle ve sahip olduklarımızın çokluğuyla ölçmeye devam ettiğimiz sürece daha çok şeye sahip olmak ve daha çok maddi güce kavuşmak için savaşacağız ve yıkımlara sebep olacağız. Bu durumun belirgin bir örneğini şu sıralar ülkemizde de görmekteyiz.

Bazı kişilerin şahsi, siyasi çıkarları ve daha çok güç sahibi olma isteği yüzünden ömürlerinin en üretken dönemlerini yaşaması gereken gençlerimiz birbirini öldürmekte. Ve bu ölümlerden çıkar sağlayan, bu sebeple de ölümlerin önüne geçmek yerine yangına körükle gidip halkı galeyana getiren liderler doğanın başka hiçbir yerinde göremeyeceğimiz bir vahşilikle sözde uygar bir toplumun yıkımına sebep olmaktadır. Yitip giden canların değerini yarıştırmak, “kendinden” olan insanların yaşamlarını ötekilerden daha değerli görmek toplumdaki “biz” algısının da ne denli tehlikeli olabileceğinin en somut örneklerindendir.

Bu sorunların önüne geçmek için yapılması gereken ise, tabiri caizse boş beyinlerin oluşturduğu bir topluluktan soyutlanıp, bireysel gelişime yoğunlaşmaktan geçmektedir. Bireysel gelişim ise değişimin ve gelişimin hiçbir zaman durmayacağını bilmek ve her türlü yeni ve faydalı bilgilere açık olmakla mümkündür. 

Hayatımızı sahip olduklarımız doğrultusunda tanımlamak yerine öğrendiklerimizle ve öğretebildiklerimizle tanımlamaya başladığımız zaman şiddet ve şiddetin getirdiği savaşlar ve yıkımlar da olmak üzere toplumun içine düştüğü bir çok sorunun çözümünü de hazırlamış olacağız. Çünkü bir şeye sahip olmayan insanlarda kaybetme korkusu da olmayacaktır.

Dolayısıyla bu korkudan doğan savunma ve şiddeti bu sebepten meşrulaştırma düşüncesi de olmayacaktır. Yine bu şekilde düşünmeyen insanlar düşüncelerinin değişebileceğini, bilginin kişisel olarak sahip olunabilen bir şey değil, tüm dünyada var olan ve sürekli kendisini geliştiren ve yenileyen bir olgu olduğunu fark edecektir. Kendi düşüncelerinin doğruluğunu körü körüne bir kararlılıkla savunup, değişime sonuna kadar kapalı olan, sonu gelmeyen bir sahibiyet ve intikam duygusuyla hareket eden iki ya da daha fazla kutbun getireceği tek şey daha fazla yıkımdır.

Çağlar Kuzucu

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu