Güncel

Sevgili Türk Kardeşim;

Sevgili Türk Kardeşim;

Biliyorsun çok farklı bir iki ay geçirdik seninle. Omuz omuza direndik, gazlandık, ıslandık, gözaltına alındık beraber. Gezi’de çadırlarımızı ayıran sadece ağaçlardı, ikimizin de elinden tutan o ağaçlardı. Belki ilk defa biber gazı yedin, belki ilk defa plastik mermi yedin (Doğu’da genelde gerçek mermi kullanırlar), belki ilk defa TOMA görüp, açılımının ne olduğunu merak edip öğrendin. Belki ilk defa barikat kurmayı öğrendin, üzerlerinde gezdiğin kaldırım taşlarını çıkarırken ilk defa tırnaklarının arasına toprak, kum karıştı. Ben de ilk defa neyi yaşadım biliyor musun? Ben de ilk defa ay-yıldızlı bayrakla tanıştım, hani devletin bizi, Kürtleri terbiye ederken, bize zulüm uygularken, köylerimizi yakarken kullandıkları, onun adına yaptıklarını söyledikleri bayrakla. Sen o bayrağı dalgalandırırken Taksim’de, direnişte altında durmaktan ilk defa gurur duydum, ilk defa böylesine sahiplendim. O zaman işte hepimizin bayrağı olmuştu. Medeni’nin Lice’de katledilmesinin ardından yürürken Kadıköy’de bayraklar var mı diye bakındım yürüyüşte olanların arasında. Vardı hem de onlarca bayrak vardı. O an o bayrakları görünce sebebini hiç anlamadığım, çözemediğim gözyaşları döktüm. Yanlış anlama kardeşim senin kutsalın benim kutsalımdır, ama inan bize hep o bayrağın gölgesinde zulmettiler.

Gezi olaylarında sen de gördün şu medya denen maşayı. Seninle omuz omuza direnirken TV’lerde neler verdiklerini, yayınladıklarını beraber izledik. Medyanın nasıl yalana, dolana köle olduğunu, seni nasıl yanılttığını öğrendin. Sorguladın, kendine sordun “ Diyarbakır’da olayları 30 senedir biz bu medyadan izledik değil mi” diye. Bana karşı empati yaptın, beni anladın, bana hiç hak vermediğin konularda hak vermeye başladın. Medeni’nin cenazesinde “Diren Lice” diye, “Biji Biratiya Gelan” diye haykırdın. Evet, seni kandırdılar. Seni suçlamak için söylemiyorum yanlış anlama ama sen çoğu olaydan habersiz yaşadın kardeşim. Bizim köylerimizi yaktıklarından pek haberdar olamadın, faili meçhul cinayetlerden hiç haberdar olamadın, asit kuyularından, insan hakları ihlallerinden hiç haberdar olamadın. Sana söylemediler çünkü işte bugünkü oluşan birlikteliğimizden korkuyorlardı o zaman da. Ben bunları bilmiyorsun diye seni asla suçlayamam. Seni bir boks ringinde kırmızı köşeye, beni de mavi köşeye koydular ve sürekli bizi dövüştürdüler. Seni Gabar’ın bir tepesine koydular, beni diğer bir tepesine koydular, ellerimizde silahlar, biz birbirimizi öldürdük, yaraladık. Fırat’tan beraber su içmek varken, nehri aramıza sınır yaptılar. Fırat’tan bu yana, Fırat’tan öte yana diye ayırdılar bizi sen farkında olmadan. Beni saydam kafesler içine koydular ve ben sana ne zaman derdimi, imdadımı haykırsam o saydam camdan dışarı sesim çıkamadı.

Şimdi artık bazı şeyler değişti ve Taksim’de duvarda da yazdığı gibi.” Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak”. Biliyorsun “Çözüm Süreci” başladı ve silahlar susuyor ve sınır ötesine geçiş yaşanıyor. Gitsinler nasıl gittikleri önemli değil. Ben sen ölmeden nasıl gidiyorlarsa gitsinler. Yeter ki bir can daha yitirilmesin. Biliyorum şüphelerin var, benim de şüphelerim var. Ne sözler verildi, neler yapılacak ne sen ne de ben biliyoruz. Fakat ben Gezi olaylarında ortaya çıkan Başbakan’ın antidemokratik, despot, şiddet yanlısı karakterinden sonra ben direkt bu çözüm sürecini onun tek eline bırakmanın doğru olacağını düşünmüyorum. Ne var ki bir Başbakan vicdan sahibi ise bunu herkese karşı göstermeli. Benim başbakana olan bu şüphelerimle beraber, ben en çok senin bu çözüm sürecine sıkı sıkıya tutunmanı istiyorum kardeşim. Siyasi ideolojilerinden uzak, bu sorunu kardeşimin sorunu deyip dört elle sarılıp senin de savunmanı istiyorum Gezi Ruhu’yla, oradaki dayanışma ve empatiyle. Bırak kimle konuşuyorlarsa konuşsunlar. Bu bizi en çok öldüren, yaralayan, ayıran, ayrıştıran, kızdıran, ağlatan mesele nasıl çözülüyorsa çözülsün. Merak etme, karşında bunu yazan ben, şuana kadar Kürt Hareketini en katı olarak savunan birisiyim. Ama inan aklımın ucundan ayrı bir devlet, ayrı bir ülke hayali geçmedi. Ben Kürt’üm ama ben en çok Karadeniz’e aşığım, Artvin’de ileride bir dağ evim olsun en büyük hayalim. Bu bize dair şüphelerin şu medyanın ikiyüzlü davranmasındandır. Halen seni şüphelendirecek haberler, ifadeler, söylemler kullanıyorlar. Akil adamlar dolaşsınlar, onların dolaşması pek o kadar da önemli değil. Önemli olan benim senin içini ferahlatmam, senin de benim.

Şu meselemiz bir bitsin, ben sana sabahın köründe Diyarbakır’da bir ciğer yedireyim, Bitlis’e götürüp sana bir Büryan kebabı ısmarlayayım. Van’da gölün kıyısında güzel bir kahvaltı yapıp ardından göle girelim. Ağrı’ya gidip İshakpaşa Sarayı’ndan Ağrı Dağı’na bakalım. Mardin’e gidelim orada o hoşgörü şehrinde oturup çan ve ezan seslerini aynı anda dinleyelim. Dersim’de Munzur’un, Hakkari’de Zap Çayı’nın kenarında bu sefer biz kamp kuralım. Sen gel buraya buraları tanı, hayatını ve arkadaşlarını kaybettiğin, kolunu bacağını kaybettiğin, şarapnel parçalarının vücuduna saplandığı buraya gel. Bu dağlar, çaylar, ovalar 30 senedir senin benim kanımla sulandı. Gelemiyorsun diye bura senin değil diye bir şey yok. Benim İstanbul’u sahiplendiğim kadar sen de gel buraları sahiplen. Başımızın üstünde yerin var. Sen gel sana “Ser çawa. Xer Hati” diyeyim. Ben de sana ana dilimi öğreteyim. Hele sen bi’ gel, yapacak, paylaşacak yığınla bir sürü şey var. Sen hele bi’ gel…

Dedim ya şu meselemiz bir bitsin, nasıl bittiği önemli değil. Gezi olaylarında direnişçilere antidemokratik ve şiddet dolu üslup takınan bir Başbakan’ın, çözüm sürecinde de pek güvenilir olmadığını biliyorum. Ona güvenmiyorum bu çözüm sürecinde ama ben sana güvenmek istiyorum. O gitse de kalsa da bu meseleyi senle beraber bitirmek istiyorum. Orhan Kotan’ın şiirindeki söylediği gibi;

Yani yetsin diyorum
Şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum
Uzatın ellerinizi diyorum
Uzatın, tanışalım
Helalleşelim!

Serhat Baş
Radikal Blog

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu