Kültür-Sanat

Şiir Yazan Kadınlar

“Firardadır hep gerçek şiirler.” Emily Dickinson

şiir_yazan_kadınlar
Emily Dickinson

Edebiyat, bütün sanat dalları gibi, hayatın tek başına yetmezliğinin itirafıdır. Şiir ise edebiyat türleri içinde binlerce yıldır varlığını sürdüren en güzel söz söyleme sanatıdır.
Kadın şiirinin özgünlüğü, kadın şairlerin kendi dil ve seslerinden dinlenmeye başlayınca çok daha iyi anlaşılmaktadır.

19.yy Rus şairi Marina Tsvetayeva, kendi ülkesi dışında çok tanınmamakla birlikte 1916-1920 yılları arasında yaşanan kağıt sıkıntısı nedeniyle dilden dile şiirlerini aktarmaya başarmıştır. “Şiir yazmak eğer mümkün değilse, reddederim gitmeyi cennete.” onun ağzından dökülen dizelerdir.

Dünyanın farklı coğrafyalarından, farklı zaman dilimlerinden kadın şairlerin sanatlarına biyografi diye bakılmış, ustalıklarına şans muamelesi yapılmış, sadece sınırlı türlerde şiir yazabilecekleri ileri sürülmüş, kadın şiirlerindeki yenileştirici, geliştirici, şiirsel yoğunluğu güçlendirici, hafızayı koruyucu ve dillendirici öğeleri görmezden gelinmiştir.

Oysa ki “Şiir merak etmekten çıkar, bilmekten değil.” sözüyle Lucille Clifton’daki bilgelik, “Firardadır hep gerçek şiirler.” Emily Dickinson’ın sözündeki bilinç-dışı farkındalık, “Ben bir kadınım ve şiirlerim kadındır.” Diane Di Prima’nın sözündeki cesareti görmemek olanaksızdır.

Erkek egemen toplumlarda varlık mücadelesi veren kadınlar, şiirde de aynı mücadeleyi vermek zorunda kalmıştır.

“Genel olarak alındığımızda, tuhaf bir topluluğuz biz, biz şiir yazan kadınlar
ve ne kadar az olduğumuzu düşündüğünüzde, daha da tuhaf gelir size.”
Ammy Lowell.

Geleneksel düşünce ve edebiyat dünyasının kadına bakışını ise;

Arthur Schopenhauer’ un  “Kadınlar adalet duygusundan yoksun”, Byron’un “Hem müthiş güzel, hem de çok ürkütücü “ , C.Connoly’nin “Fazla öç alma meraklısı”, R. Kipling’in “Eril varlıklardan daha ölümcül “, La Rochefoucould’un kadınlar için “aşka aşık “ , Nietzsche ise daha da abartarak kadınlar için “Tanrı’nın ikinci hatası “ sözlerinden anlayabiliyoruz. Nietzsche’nin sonrasında Tanrıyı öldürmesine şaşmamak lazım.

Onların bu düşüncelerine ise yine şiirle cevap vermek gerekirse; “Eğer onları ‘düzeltecek’ birileri olmasaydı, kadınların konuştuğu dilin ne olabileceği düşüncesi gerçekten araştırmaya değer.”  Helene Cixous.

Değişik dönem ve kültürlerden gelen kadın şairlerin eserlerini birleştiren anahtar, onların yazımında öz- bilincin açıkça öne çıkmasıdır. Eşinden boşandığı için çocuğu kendisine gösterilmeyen bir anne olarak İranlı şair Furuğ Ferruhzad’ın, kaleminden;

“İstiyorum seni ve biliyorum
Alamayacağım seni kollarımın arasına hiçbir zaman.
Şu açık: Parlak gökyüzü gibisin sen,
Ve ben esir bir kuşum bu kafeste.”

ya da
“Vietnamlı Kadın” şiirinde Polonya’lı Wislawa Szymborsk’un kaleminden dökülenler sözü geçen öz- bilinci açıkça vermektedir.

Kadın, adın ne? – Bilmiyorum.
Ne zaman, nerede doğdun, nerelisin? – Bilmiyorum.
Neden toprakta böyle derin bir kuyu kazdın? – Bilmiyorum.
Ne zamandır burada saklanıyorsun? – Bilmiyorum.
Hangi taraftansın? – Bilmiyorum.
Seçim yapmalısın, savaştayız.- Bilmiyorum.
Köyün hala ayakta mı?- Bilmiyorum.
Bunlar senin çocukların mı? Evet.

Dünya’nın çeşitli coğrafyalarından şiirlere bakıldığında ” iyi ” şiirin, cinsiyeti, dini, dili, ırkı, kültürü, belli bir ulusu olmadığını görürüz. Ancak bazıları ” Kadın yazarlar ” demek yerine “Kadın da olan yazarlar” demeyi tercih etmişlerdir.

O kadın yazarlardan biri, Brezilya doğumlu Lya Luft şöyle der;
” İnsanları, doğayı, kendi kendimi, onurumu, sevip saymayı öğrenmek anlamında dindarım”.

15. yy’ın Amasya’sından Zeyneb Hatun’un “Aç Peçeni” şiiri 21. yy’da Türkiye’de zamanda ileri ancak fikirde nasıl geri gittiğimizin ispatı gibidir.

” Aç peçeni yeri göğü aydınlık et
Bu unsurlar dünyasını cennetten daha parlak et…
Sevgilisi yolunda aşk ile derdinden öleni
Kim der sana ki ayrılık ile canını kederli et…
Zeyneb
Mertçe davran sade dilli olup süsü terk et.”

Erkek egemen kültür karşısında ‘ öteki’nin, ‘yabancı’nın sesini dillendirmeleri ve ‘ana- akımın’ dışından bir konumla yazmaları boyutu kadın şairlere özgünlük katmaktadır.
1959 doğumlu Guatemala’lı Rigoberta Menchu’nun babası gerilla hareketine katılmış ve askeri hükümetin insan hakları ihlallerini protesto ederken öldürülmüştür. Erkek kardeşi, 1979 yılında askeri ölüm birlikleri tarafından işkence edilip öldürülmüştür. Aynı yıl içinde annesi askerler tarafından kaçırılıp tecavüz ve işkence edildikten sonra infaz edilmiştir. 1981 yılında kendisi de Meksika’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Guatemala’lı yerlilerin hakları için barışçıl yollarla mücadele etmeyi tercih eden bu kadın ” Geleceğimiz diyalogdur.” diyerek 1992 yılında Nobel Barış Ödülü kazanmıştır.

Şeylerin Adlandırılması ” isimli şiirinde başka bir dünyayı hayal etmiş bir kadın vardır. 1880 yılında Hindistan’da doğmuş Bahinabai Chaudhari, 13 yaşında evlendirilmiş, genç yaşta dul kalmıştır. Ancak söz söylemekten geri durmamıştır.

“Uyandırıyorsa seni aç karınla eğer
Deme ona gece.
Reddediyorsa vermeyi
Deme ona el…
Kaçıyorsa uzağa yardım et bağırışlarından
Deme onlara ayaklar…
Taşımıyorsa hiçbir duygu eğer,
Neden diyeceksin ona bağlılık.
İçermiyorsa gerçek bir amaç
Deme ona güç. “

Sabitlenmiş, tek ya da tek sesli anlamı olan hiçbir şiir yoktur. Bir şiir her okunuşunda anlam değiştirir. Diğer bir değişle: Bir okuma süreci içinde üretilir her zaman… Burada, hangisinin tercih edildiğinin bilinmediği birçok okuma söz konusudur. Tek, mutlak, kesin bir otorite söz konusu değildir. “Okurlar vardır her zaman, aynı zamanda yazarlar da olan.”

Seyhan Başkaya

*Selahattin Yıldırım’ın Dünya Kadın Şairlerinden Kadının Halleri kitabından alıntılar yapılmıştır.
*Şairlerin yaşamları hakkında wikipedia’dan bilgi alınmıştır.

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu