Yaşam

Bir Ölümün Düşündürdükleri: Tek Kişilik Trajedi

Dün tanışmıştık kendisiyle… Öylesine iştahla yiyordu ki önündekini. Sağ yanını döndüğünde yarası göründü, ilk an gözümü kaçırsam da Zeynep’e göstermeden duramadım.”Bak ne kadar kötü yaralanmış.” Bir an dikkatle baktık ve vücudundaki dikiş izlerini gördük. Her ne kadar titrese de, şanslıymış dedik. En azından biri yardımına koşmuştu da, hayatını kurtarmıştı. Onu titrerken geride bırakıp eve dönmek özellikle Zeynep’in hiç içine sinmemişti. “Neyse dedim, en zor dönemi atlatmış. Artık her gün besleriz.”

kedi

Bu dünyada her baktığın yerde bir mağduriyet, bir dram görmenin ağırlığı üzerimize çökmüştü. Bize dokunmadığı sürece yaşanan bireysel felaketleri gözden uzak tutup, söylemle sıradanlaştırmak ise en güçlü silahımız ne de olsa. Hangi birine bakacağız ki, zaten hayatı çekilmez kılmaktan başka bir işe yaramayan düşünceler , yok saydığımız görüntüler , acılar, feryatlar… İşte biz de öyle yapmaya çalıştık, en güçlü silahlarımızı kuşanıp unutmaya çabaladık. Bundan 250 yıl önce Gray’in şiirinde bahsettiği mutluluğun kaynağı “kutsanmış cehaleti” kaybettiğimize göre ; biz sadece unutmaya çalışabiliriz sanırım.

Bu sabah Zeynep’in özel tembihi ile çıktım yola. “ Canım dikkat et, lütfen o mamayı bitirene kadar başında dur. Zaten çok mağdur, diğerleri izin vermez yemesine.” Dediğim gibi biz sadece unutmaya çalışıyoruz, pek onu becerebildiğimiz de söylenemez . Arafta kalmak tabirini bizler için kullanmak uygun olabilir düşüncesindeyim. Evet, elimde mamayla gittim dün buluştuğumuz yere; ne var ki dön dolaş bulamıyorum onu. Artık tanıyorum hepsini, tamam sizlere de vereyim ama o çok mağdur. Zeynep’e söz verdim onu bulmam lazım. Tam pes edip, diğerleriyle her gün karşılaştığımız yere yöneldim, kime niyet kime kısmet diyerek. İşte tam da o an, hayatın acımasızlığıyla yüzleştim.

Yerde yatıyordu. Soğuk, sakin… Aslında kediler, yani bizim Bıdık da bazen öyle yatar, ama ölümün soğukluğu o kadar keskin ki, uzaktan ilk gördüğüm an anladım. Yine de kabullenmek kolay değil, iyice yaklaştım. Dün o kadar heyecanla yemek yiyen birinin , şimdi bu kadar hareketsiz olması akıl alır şey değil doğrusu. Yara yeri, yukarıda kalmış. Belli ki canını acıtıyordu, üstüne yatmak istememiş.

İşte tam da bu. O kadar ağır bir şey ki. Ölüm döşeğinde yarası ağrıdığı için üzerine yatmayan bir canlının, hayatının sonlanması dünyanın en büyük trajedilerinden biri değilse nedir. Bunu trajediden sıradan bir olay haline getiren sadece bizim sahip olduğumuzu düşünüp de, onların sahip olmadığı varsayımında bulunduğumuz bilinç midir?

Ya da bu sadece biz insanların kendimizi fazlaca önemsememizden ileri gelen birçoğumuzun farkında olmadığı bir kibiri mi? Hume, 1742 yılında bu soruyu kendince cevaplamış:” Evren için hiçbirimizin hayatı bir istiridyeninkinden daha önemli değil.” Bu soruya yüzeysel bir tavırla;”Hayır, canım öyle şey olur mu?” diyecek tonla insan çıkacaktır. Ama sorarım, hakkıyla kafa yorduktan sonra buna hayır diyecek dost var mıdır?

canlılar

Konuyu fazla dağıtmayı istememekle birlikte bilinç dediğimiz ve fazlasıyla övündüğümüz şeyin tamamen fiziksel karşılığı olan kompleks bir elektriksel iletimden ibaret olduğunu kim yadsıyabilir. Başlı başına bir yazı konusu olabilecek bu hususun üzerine kafa yorduğumuzda bile doğrularımızın ne kadar zahiri olduğuyla yüzleşiyoruz.

Ölüm çok kesin ve soğuk, en azından bana öyle geliyor. Belki de aslında son derece makul ama soğukluğunu biz üretiyoruz. Sadece biraz fazla kesin. Aslında biraz tesadüf ama dün Kill Bill’i izlemiştik. Tam da filmin sonunda Bill ölümün perspektifi üzerine konuşuyordu. 4 yaşındaki bir çocuk için ölüm ne olabilirdi ki? Balığının üzerine basıp öldüren kızının üzerinden ölümü şu şekilde aktarıyordu:

“…that the second she lifted up her foot

and saw Emilio not flapping,

she knew what she had done.

Is that not the perfect

visual image of life and death?

A fish flapping on the carpet,

and a fish not flapping on the carpet.

So powerful, even a four-year-old

with no concept of life or death…”

Bugün kedinin cansız bedenine koklaya koklaya yaklaşan ama dokunmaya cesaret edemeyen kedilere bakarken aklıma bu diyalog geldi. Her şey ölümü tanımamızla başlıyor aslında. Onun dışında ölüm tamamen bir şeylerin eksilmesinden ibaret…

Hiçbir zaman akıllarını okuyamam ama diğer kediler için bizim ufaklık artık sadece kendileri gibi hareket etmeyen, nefes almayan bir varlık haline gelmişti. Hepsi uzun uzun koklayıp, uzaklaştılar…

Ve hiç kimsenin geri dönüp bakmadığı ve belki de hatırlamayacağı, tek kişi için bir felaket yaşandı dün gece. Ve bu felaket insan, kedi, köpek, istiridye her an tekrarlanıyor.

Peki bize düşen bunu olağan karşılamak mı yoksa yasını tutmak, kendimizi felaketin ortağı yapmak mı? Kesin cevaplar hiçbir zaman adetim olmadı, sorular sormaya devam etmek gerek…

Ürün Çakırca (cakirca88@gmail.com)

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu