Arka Bahçemiz

Yalnız Başına Yürüme Cesareti

Yalnız olmayı göze almak, yalnız yürümeye cesaret etmek, kulakları sağır ederek büyüyen hakaretlere gülüp geçmek ve tarihin incelen terazisine güvenmek, vicdanına inanmaktır aydın olmak…

Bir an gelir ve yalnız kalır insan. Kalabalıklar aynı hızla akıp gider yanından, bağırış, çağırış, hır gür sürüp gider, ama bir tedirginlik büyür yürekte. Cesaret işidir sırtında koca bir yükle, bin bir sorumlulukla kafa tutmak zalimlere.

Direnç ilkin düşüncede başlar. Bir fikrin oluşması çok zaman alır. Bunca emekle, çabayla, zorluklara göğüs gerilerek edinilmiş fikirler, günlük başarılara, şana, şöhrete feda edilemez. Fikir namusu diye bir tarif varsa ve eğer bunun gereğini yapamazsan, önce kendine, sonra da tüm insanlığa haksızlık etmiş olursun.

Bunun için bazen bağırmak, bazen de derin bir sessizlikte sabırla beklemek gerekir.

Her çağ kendi zalimlerini ve düşkünlerini yaratır. Tüm iktidarlar dalkavuklar ister. Üstelik bu bayağı adamların en pespayesini ister. Francis Bacon “İnsanın en büyük dalkavuğu kendisidir, bu dalkavuktan kurtulmanın en iyi yolu da bir dostun içtenliğidir” diyor.

Bazen düşman da, zalim de içimizde büyür. O dev ayna karşısına geçme cesareti de kolay değildir. Öngörü gerektirir. Halkların yazgılarında rol oynamak isteyenler, elbet başta siyasetçiler, doğru bir terazide kendilerini tartmalılar. Neye talip olduklarını, hangi yanlışı yaparlarsa ne tür sonuçlar doğacağını da iyi kestirmeleri gerekir.

Kuşkusuz büyük kitleler şehvetle alkışlayabilirler giderek zalimleşen hükümdarları. Ama aynı yığın aynı şehvet ve arzuyla, kolayca bir başkasını da alkışlayacaktır. Her türlü övgüyü işitirken bu gerçekle yüzleşmek kolay değildir ve olanakları, gücü elinin tersiyle itmek de her babayiğidin harcı olamaz!

Teraziyi hassas kılan gerçekten dost bildiklerinin varlığıdır. Onların sözü yaralamaz. O eleştiriler sert, yıkıcı, hatta kimi zaman haddi aşar gibi de durabilir. Ama kulak vermek de bir cesarettir. Duymazdan gelmek, yok saymak ve nihayetinde o ilişkiyi kesip, sırt dönmek mümkündür. Terazinin ayarı bir kez bozuldu mu, bir daha asla dengeye gelmez. Dost; duymak istediğimizi söyleyen değildir, en zor anda gerçeği yüzümüze, dolandırmadan, yüksek sesle haykırandır. Bazen o dostun varlığı bir yük gibi gelir, taşınamaz ve bir an önce kurtulmak ister kişi. Oysa o sözlerin gösterdiği yol, o öğütler kalkınca bambaşka bir tutsaklık başlar.

“Yüksek görevdeki kimseler üç bakımdan kuldurlar; devlet başının ya da devletin kulu, ünün kulu, gördükleri işin kulu. Bu yüzden ne kişiliklerinde, ne davranışlarında ne de zamanlarında özgürdürler” diyor başka yerde Bacon. Özgür olmayı istemek, yalnızlığı göze almayı gerektirir. Ne kendi ihtiraslarının kulu olmalıdır kişi, ne düzenin ne de parıltılı şöhretin. Aydın olmak tüm bunları göze almaktır. Sezgiyle toplumsal yaşamın derininden gelen sesi işitme becerisi ve gördüğünü, bildiğini, yani gerçeği dolandırmadan dile getirme cesaretidir. Çoğu zaman bunun sonu çıkmaz sokaktır ve yalnızlık bir yazgıdır.

Bazen yerli yerinde edilmiş bir söz, tüm bir toplumu irkiltecek bir davranış o an için çılgınlık gibi gelse de derin etkiler yaratır. Zaten aydın; bu sözü etmesem, o tutumu takınmasam diye bir tercihe sahip değildir. Bir çarmıhtır sırtında taşıdığı o sorumluluk. İnadına bildiğini söylemek zorundadır, inadına itiraz etmektedir. Büyük öfkeler karşısında, haksız saldırılar önünde bir başına ve dimdik durmalıdır o!

Dünyanın sefaleti karşısında boyun eğenlere karşı direnmek, işgaller, katliamlar, adaletsizlik karşısında yüksek perdeden itiraz etmek; kimi zaman Edward Said gibi eline aldığı taşı saldırganlara, katillere atmak ve nihayetinde içinde büyüyen yalnızlıkla hem baş etmek, hem ona sarılmaktır aydın olmak!

Yalnız olmayı göze almak, yalnız yürümeye cesaret etmek, kulakları sağır ederek büyüyen hakaretlere gülüp geçmek ve tarihin incelen terazisine güvenmek, vicdanına inanmaktır aydın olmak…

Enver Aysever

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu