Arka Bahçemiz

Yalnızlık ve sosyal çözülme

Son yıllarda tüm dünyada yalnızların sayısı hızla artıyor. Yalnızlık gittikçe derinleşen ve körelen bir kuyu, kronikleşme tehlikesi büyük.   

Yalnızlık bir tükenme biçimidir. Acı ise bir kopuşa benzer daha çok. Anlamlı bir kopuşa… Acının ardı diriliştir, gelişimdir, terakkidir çoğu zaman; çünkü hala tamamlanma çabası vardır bireyin ve kaybettiği parçasının telafisi için ikame vesileler arar durur. Yalnızlık ise genelde gittikçe derinleşen ve körelen bir kuyu, kronikleşme tehlikesi büyük.             

Yalnızlık bir korkma biçimidir bazen. Bazen yetersizliklerin bir sonucudur, bazen de çok dürüst olmanın bedelidir; fakat çağımızın hastalığı olarak teşhis ettiğimiz yalnızlık sanırım çok dürüstlükten değil. Tükenmiş değerler çöplüğünde ilkel dürtüleriyle ve sınırlı güçleriyle vahşi birer hayvan gibi yarıştırılan, bir başkasına ayıracak kalbi, aklı ve zamanı dahi olmayan, birileri tarafından basamak olarak kullanılıp bir çöp gibi kenara bırakılan insanların korkma biçimidir bazen. Metropollerde sadece karanlık sokaklar değil, iş yerleri de, bireyler arasındaki medeni diyaloglar da çok korkunç zaman zaman. Korkunun sonrası, duvarlar ve zindanlar. Yalnızın zekâsı körelir, bağlılık, sorumluluk ve merhamet duyguları zayıflar. Bu da aslında bireyin çözülmesidir.            

Sosyal çözülme, halkı bir arada tutan yazılı veya yazısız; tecessüm etmiş veya soyut olarak kalmış tüm kural ve bağlanma noktalarının zaafa uğramasıdır; tükenmiş değerler çöplüğü üretir. Böyle bir durumda, diğerkâmlıktan, ahlaktan, vicdandan ve de adaletten bahsetmek güçtür; sonu terörizmdir, karmaşadır. Başlangıcı ise değerlerini soyunmuş, yani çözülmüş bireydir!          

Biraz mübalağa edeceğim belki ama insanı hayvandan ayıran şey Rousseau’ya göre neredeyse ‘’toplum sözleşmesi’’; işte bu sözleşmenin alenen yahut gizli kapaklı itibarını yitirmesi, hükümsüz addedilmesi durumudur sosyal çözülme. Yine Rousseau’nun önermesinden yola çıkacak olursak tüm ahlak kurallarının peyda olduğu vicdan, ait olmak ve kabul görmek iştiyakıyla, yani sosyalleşme becerileriyle beslenmez mi?  Kişi, kendisini ait hissettiği toplum önünde küçük düşmemek, utanmamak ve dışlanmamak için olumlu davranış özellikleri göstermeye gayret etmez mi? Ailesiyle, çevresiyle, değerleriyle arası her geçen gün açılan, kalabalıklar arasında kimse tarafından tanınmadan yaşayabilen birey, toplumsal değerlerine ne kadar bağlı yaşar sizce?

Metropoller ve sosyal bağların zayıf olduğu  şehirler tüm dünyada canavarlar üretmiyor mu?

Şiddet her geçen gün artıyor, fiziksel ya da duygusal…Fark etmez ikisi de karşısındakinin canını yakmayı hedefliyor. Ben bu artışın altında, diğer pek çok sebebin yanı sıra ait olamamak, toplum tarafından yeteri kadar değer görmemek duygularının da;  bir anlamda yalnızlık duygusunun da etken olduğunu düşünüyorum. Yani aslında  ”çözülme”… Kabul gördüğüne inanan, sevildiğini bilen, bir aileye, bir cemiyete bir kültüre sıkı sıkı ait olabilen bireyler daha çok sevgi dili kullanıyor; yalnızların dilleri ise sanıyorum daha sevgisiz, daha keskin, daha acı ve daha şiddet dolu…

”Toplumların şuuru vardır; ancak değerlerini soyunmuş, uzuvları arasındaki bağları zayıflamış, yani ”çözülmüş” toplumlar ise artık toplum değil güruhturlar ve şuurları yoktur…

Ersin Baysan

ersinbaysan_78@hotmail.com

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu