Kültür-Sanat

Yasanın Kapısında Bekleyen Şaşkın Kafka

Yasaların kapısında beklemeyi reddeden gökkuşağı aşıkları tek rengin hakimiyetine biat edebilir mi?

dünyalılar.org-kafka-yasa-bayram sarı

Franz Kafka “Dava” romanında, korkunun egemen olduğu bir çağın sistem tarafından var edildiği gerçekliğini sorgularla, tutuklamalarla kuşatılan yaşamların, yine insanlar tarafından nasıl yazgı haline getirildiğini anlatırken, okuyucusunu da bu distopyanın içinde “Suç, Yasa önünde bekleyen Kapıcı’da mı, yoksa Badanacı’da mı?” diye sorgulatmaktadır. Yasa önünde nöbet tutan kapıcı, içeri girmeye çalışan ve sistem tarafından suçlanan insanları aynı tehditle korkutmaktadır: “Madem ki girmeyi bu kadar çok istiyorsunuz, beni aşarak girmeyi deneyin bakalım. Ama bilin ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun girişinde gitgide daha güçlü bekçilere rastlayacaksınız. Üçüncüsünden itibaren onların görüntüsüne ben bile katlanamıyorum.”  K. Yasanın kapısının her zaman açık olduğunu sanacak kadar düzene yabancılaşmıştır; çünkü sistem ona, kapıların önünde izin verilinceye kadar beklemeyi vatandaşlık görevi olarak öğretmiştir. Oysa, Yasanın kapısından içeri girmek yalnız K.’ya tanınmış, bu giriş salt onun için yapılmıştır.

Kafka’nın anlatılarındaki 20. Yüzyılda yeryüzüne korku egemen olduğundan, insanca bir iletişim kurmak da olanaksızdı. Savcının K.’ya “Badanacı mısınız?” diye sorması; soruşturmanın nasıl bir soruşturma olacağını gösteriyordu. K.’nın “Hayır ben bankacıyım” yanıtı, aslında kahramanın var edilen korku karşısındaki uyumsuzluğunun umutsuz bir inkarıydı. Joseph K. infaz edileceği o son ana kadar bir hukuk devletinde yaşadığını sanıyordu. “Suçlanıyorum ama suçum ne bilmiyorum. Beni neyle itham ediyorlar?” Sonra durumu fark etmeye başlıyordu. “Şimdi anlıyorum ki, benim tutuklanmamın ve bu soruşturmanın arkasında koca bir teşkilat var; masum insanları tutuklayarak onlara karşı soruşturma başlatıyorlardı.” Salondaki bir başka tutuklu K.yı uyarır: “Bundan bir süre önce beni de badanacı diye tutukladılar. Aslında bir badanacıyı tutuklamak istiyorlarmış. Ama beni tutukladılar.” Peki tutuklayamadıkları “Badanacı” kimdi? Mahkeme neden bir badanacı tutuklamak istemekteydi? “Badanacı”nın, günün birinde kendisine dayatılan tek renge başkaldırarak, yeryüzünün var olan tüm renkleri ile yasanın kapısını boyamasından mı korkuyordu?

Korku düzeninin Tiranları, iktidarlarını sürdürebilmek için kendi yarattıkları korkuyu sistemin çerçevesi yaparken, çizginin dışında her ne ve kim varsa ondan korkmaktadırlar. Bu korkularından dolayı da “Yasanın” kapısına diktikleri kapıcılar, girmek isteyenleri engellemektedir. Yasanın önünde nöbet bekleyen ve K.’ların girişini engelleyen kapıcı, içerideki duvarların koyu ve mat renginden güç almaktadır. Dünün ara rengi, bugün ana renk haline geldiğinde, diğer renklerin tonunun suçlanması kaçınılmaz olmaktadır. Yasanın kapısında nöbet bekleyen “Kapıcılar”, biz K.’ları renkleri ayırt edebilme yeteneğine sahip bir varlık olmaktan çıkarttığından beri, renkli veya renksiz arasında çekilen sınırlara, düzmece ya da eskimiş gözüyle bile bakmamız olanaksızdı.

Yasaların kapısında beklemeyi reddeden gökkuşağı aşıkları tek rengin hakimiyetine biat edebilir mi? Muhalif kitlelerin büyük kısmı “Badanacı” olmakla suçlandı ve tutuklanacakları korkusu egemenler tarafından bilinçli olarak yaratıldı. Eleştirel düşüncelerin, aykırı sanatın, muhalif gösterilerin sonucunda, tutuklanma olasılığı  “Tek Renkli Baskı Sistemlerinde” her zaman vardı. Bize “Badanacı mısınız?” diye sorduklarında, almak istedikleri yanıt, “Hayır, değilim” olmalıydı; ama “Evet Badanacıyım” itirafında bulunmamız, Yasanın kapısında bekleyen Kapıcı’ya biat etmeyeceğimizi gösterdi. Kendimize özgü renklerle  varoluşumuzu ifade etmeye çalışmamız gerçek kimliğimizdi “Ben maviye tutkunum, diğer renklere ise çok fena aşık” dememiz, sistemin dayatmalarının inkarıydı ve Kapıcı’nın gözünde işleyebileceğimiz en büyük suçtu!

Cezasını infaz etmek için Joseph K’nın kapısına akşam gelen iki adam, günümüz  “K.”larının evine şafak vakti baskınlarında kalabalıklaşarak gelmektedir. Televizyon kameraları eşliğinde, koçbaşları ile kapılar kırılmakta ve  “Galoş giyin” ikazı yapan genç “K.”lar kaza süsü verilerek vurulmaktadır. Düşleri korkuya tutsak, bekledikleri yardım umutsuz mudur? Yasanın kapısında beklemeyi reddeden “K.”lar yok edilebilecek midir? Romanın hiç değişmeyen son cümleleri belkide yeniden yazılmalıydı.

Bayram Sarı

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu