Güncel

Yazar Dibe Vurursa Cinayet Faili Meçhul Kalır

Sokaklarında kurşunlanan çocukların, anaların kentini görmeden ve bombalanan binaların bodrumunda ölümü sevgiliyi bekler gibi düşleyenlerin çaresizliğinde hangi noktalama işareti doğru kullanılabilirdi ki?

yazadünyalılar-bayram sarı

“İnsanın büyük yanı amaç değil, bir köprü olmasıdır; insanın sevilebilecek yanı bir karşıya geçiş ve batış olmasıdır.”  Nietzche’in  Zerdüşt’ü henüz böyle buyurmadan, yaşamın başladığı gibi sürüp gitmesinden başka hiçbir umudu olmayan insanların korkusunda batıyorduk ve yazılarımızın ölen çocukların gölgesinden geçerek dibe vurmasına henüz vakit vardı.

Yeni bir bakış, tutkusuz, basit bir saydamlık ile cesurca yazma isteğimiz vardı. Saf. Etki altında kalmamış. Bir okur geçiyordu bu saydamlığın içinden, sırtında anaların gözyaşlarını taşıyarak ve  bizler kurşun kalemlerimizi dişleyerek, sabahçı kahvehanelerinin uyku mahmuru masalarında üçüncü sınıf öyküler düşlüyorduk. Saydamlığın içinden sessizce geçmeye çalışıyordu kendisini konu etmekten korktuğumuz bir okur, teni safran rengiydi, yüzü içinden geçenleri belli etmiyordu ve okurca hali son derece etkisizdi. Kaçar gibi geçerken düşlerimizin sözcüklerinden, okuduğu kitaplardan kelimeleri döküyordu kirli sokağa ve biz üçüncü sınıf hayatların yazarları, karanlığın içine giremeyecek kadar bağlıydık solgun ışıklara. Endişeli, ölümlü, geçici ve küçük tasarıları okuyarak yitecek olan okur, hareketsiz ve donuk bakışlarımızın karşısında kısa bir an durdu; birkaç sözcük atmak için masamıza  doğru baktı umutsuzca, sonra gitti. Giderken ceplerinden, bizim yazdığımız ve gerçekleri bükmek için kullandığımız betimlemelerle dolu sayfalarımız buruşturulup atılmayı bekleyen el bombaları gibi ürkütücüydü.

Yazdıklarımız bir cinayetti. İşlediğimiz cinayetlerin failinin biz olduğumuzun belli olmaması için düzmece deliller yaratır, okuru ağdalı üslubumuzla detaylara gömer, nefessiz bırakırdık. Oysa, tekrar tekrar suç mahalline dönmemizin ne anlamı olabilirdi ki, tanıklık ettiğimiz ve kabul edemediğimiz farklı bakış açılarında gizli olan, cinayetimizin ne kadar basit olduğu muydu? Arkamızdan buzlu rakıların içilmeye devam edildiğini düşünmek, denizin dalgalarından şiirler toplandığını, en sevdiğimiz caz parçalarının ıslıkla çalınacağını bilmek batışın gerçekliğiydi ve üçüncü sınıf köşe yazarlarına yönelik olması gereken böyle bir eylem, salt içimizin rahat olmasına neden olabilirdi; fakat, bizimle beraber tüm evrenin ve yaşamın batacağına olan inancımız kibir miydi?

Bir cenaze, bir yıkım, bir düğün veya ulusal bir afet bahane olabilir miydi cesaret edemediğimiz cümleleri yazmamıza? Sokaklarında kurşunlanan çocukların, anaların kentini görmeden ve bombalanan binaların bodrumunda ölümü sevgiliyi bekler gibi düşleyenlerin çaresizliğinde hangi noktalama işareti doğru kullanılabilirdi ki? Ölümlerin ardından analizler yapmayı, devletin yüce amaçları uğruna savaşları normalleştirmeyi eskiden bilmezdi kalemler. Utangaç bir hüznü geri gönderme olgusunu çıkarıp atmalıydık yazıdan; en yazarca hareket bazen salya/ sümük ağlamak olmalıydı, ama en iyi ağlatmayı becerebiliyorduk.

Okurun sevgisi ne kadar somut göstergelere, vazgeçilmeyen ritüellere ve alıntılanan sözlerdeki saçmalığa dayanıyordu. Kapıların yalnız odalara açıldığı zamanları gösteriyordu maarif takvimler; ebeveynlerimiz ülkeyi kurtarma ütopyası peşinde koşup vurulurken yağmurlu akşamlarda, düşlerimizin önüne barikatlar kurardık kimliksizliğimizde, hiçbir öğretmenin veremeyeceği bir ödev ve öğretemeyeceği bir konuydu hüzün; bu denklemi çözmek istedikçe kendi bedenimizin sıcaklığına kaçardık, öylesine kirli ve suçlu. Sayfalarca doldurduğumuz kelimeler hiçbir şey anlatmazdı.

Yazarlığımızın masumiyeti öldürüldüğünde en acımasız seri katillere dönüştük. Geceler boyu en yetim saatlerde kitaplar dayadık şakağımıza, intiharların acımasız sözcüklerinden kuşkulu anlatılar karaladık sayfa kenarlarına. Nefretin ve korkunun krallığında titreyerek aradığımız batış; suskunluğun paramparça ettiği ve toprakların altını üstüne getirecek olan yazı, işçilerin alın terinden gusül abdesti alan tüccarların kuruyan barajlara sürgün edilmesiyle başlamalıydı.

Bayram Sarı

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu