Seçim sonrası ana akım medyada eleştirel sesler Erdoğan’ın intikamı korkusuyla bir köşeye çekilirken, Gezi ile sokaklara dökülen gençler öfkelerini CHP’ye kusuyorlar. Ne yani, Ethemler, Abdullahlar, Ali İsmailler, Berkinler boşuna mı ölmüştü… Yüzlerce kişi boşuna mı yaralanmış, gözünden, kulağından olmuştu… Bunun için mi yedi can vermiş, bunun için mi gaz yemişlerdi. Bir iktidarın düşebileceği en aciz durumda bile oyunu artıramayan, binlerce sandıktaki şaibeye karşı tepki vermeyen, hezimeti kabul eden bir parti için mi seferber olmuşlardı. Seçimi kazanamayacağına inanan bu parti, insanların siniriyle, duygularıyla oynamış, adeta vakitlerini, ceplerinden harcadığı paraları çalmış, ama en kötüsü umutlarını kırmıştı.
GEZİ SANDIĞA İNDİ
Gezi ile sokaklara, meydanlara dökülenler, bu kez 30 Mart’ta, sandık başında sivil mücadeleye soyundu akın akın. Türkiye’nin en eğitimli, en donanımlı gençliği elinde lap-toplar, akıllı telefonlarla sanal ağlarla, omuz omuza sandık başı organizasyonları ile otoriterliğe karşı birleştiler. Çoğu oy bile kullanmayan, apolitik gençlerin içine bir siyaset virüsü girmişti sanki. Kızlı erkekli, önceki seçimlerin durağan yapısından bambaşka, herkesin canını dişine taktığı bir kenetlenmeydi bu. Sosyal medya networklerini devreye sokarak Amerika ve Avrupa’daki Gezicileri de kapsayan bir ağla, anında herkesi birbiriyle haberleştiren, sorunlara, ihtiyaçlara anında çözümler bulan, özetle son derece etkin ve organize çalışan bir akış çıkmıştı ortaya.
CHP’YE İSYAN…
Geziciler, seçim sonrasında eski, köhnemiş yapısıyla heyecanı kalmamış, yenilgiye ve ikinciliğe razı bir takımla sahaya çıkmanın talihsizliğini yaşamaya isyan ederken, CHP’nin etrafında toplanmanın çaresizlikten başka bir anlam taşımadığını da son bir kez adamakıllı idrak ediyordu.
Önceden ayyuka çıkan hile iddialarına karşı ciddi önlemler almayan CHP, olayları, Ankara hariç, adeta seyrederken asıl kora kor mücadeleyi kadınların ön planda olduğu Geziciler veriyordu.
Bu oluşumlar sonucu etkilemeyecek renkli bir detaydı belki. Ama yeni bir muhalefet modelinin tohumlarını taşıyan, seçimin ileriye dönük umut veren tek dinamiği, filiziydi.
Şimdi bu hareketleri, dayanışmayı sürekliliğe büründüren, toplumun diğer kesimleriyle ilişki kuran bir yapıya evrilme testi bekliyor. Ancak şurası kesin ki seküler, eğitimli kesimlerin, kaderlerini kendilerinin şekillendirmesinden başka bir çare olmadığını anlamaları toplumsal psikolojide bir kırılma noktası.
Öte yandan CHP asla kendini lağvedip yeni bir oluşuma açılmayacağı için, mevcut yapı içinde siyaset yapılsa bile, partinin oy sınırlarının aşılamayarak tablonun değişmemesi riski de büyük. Bu yüzden sadece sivil hareket örneği olmanın dışında, bu yeni siyasi aktörün izleyeceği çizgi, seçmenlerin tümüne seslenen gerçek bir siyasi alternatif yaratma sorunu açısından da kritik bir önem taşıyor.
NEO-ATATÜRKÇÜLÜK VE YENİ BİR SEKÜLERLİK
30 Mart sivil gruplarının en can alıcı karakteristiği de Neo-Atatürkçü olarak adlandırılabilecek bir dönüşümün ön plana çıkmasıydı. Bunun en gözle görülür yansıması ise, Gezi’nin değişime zorladığı gençlerin başını çektiği laik-liberal grupların, 1930’ların halkı küstüren katı, dışlayıcı laikliğinden, farklı inançlara, yaşam tarzlarına saygılı, bir sekülerlik tanımı etrafında toplanması.
Daha da önemlisi, atomize, siyasetten kopuk şekilde yaşayan, Atatürk’ü bir kalkan olarak olarak kulllanan statükoculuktan evrilen bu yeni seküler güçler, kolları sıvayıp entelektüel sermayelerini tekno-dayanışma modelleriyle somut projelere dönüştürüyorlar, Bir yandan Silikon Vadisindeki Türk mühendisleri sosyal medya yasaklarına karşı dijital çözümler geliştirirken, diğer yandan sivil dayanışma “Oy ve Ötesi” oluşumunda görüldüğü gibi giderek somutlaşıyor.
En önemlisi, siyasetin bu yeni sivil formu, yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini azaltma, kalkınma, kent, eğitim, işsizlik gibi alanlarda dünya kalitesinde somut çözümler üretmekle, demokrat, özgürlükçü söylemleri birleştirme aşamasına geçişin sinyallerini veriyor. İtiraz etmekle sınırlı bir muhalefetin yerine, ancak “Nasıl bir Türkiye’nin” cevabını veren, buna kitleleri ikna eden bir yaklaşımın mevcut paradigmayı yıkacağını çok net görüyorlar artık. Gerçi hala ana akım muhalefetin alanına giren bu güçlerin söylemlerinde pek çok sorun var, ama statik olduğu varsayılan bu eğitimli, dünyayla entegre kitlenin dönüşme ivmesi önemli olan.
Aslolan, yukardan düşecek tapelere bel bağlamayıp iradesini kendi ellerine alan, klasik lider kültü yerine birlikte sentezlenen, ateşlenen akışkan sivil yapıların 30 Mart sonrasına siyasi aktör olarak girmesi.
SİVİL SİYASET TEK ALTERNATİF AKTÖR
Neo-Atatürkçülük’ün ve Gezi’nin önündeki en temel mesele ise Kürtlerin eşitliğini hazmedebilmek. AKP ile seçim sonrası özerkliklerini talep ederek kaçınılmaz bir hesaplaşmaya gidecek Kürtlerle, demokrasi ve özgürlük temelinde nerede buluşulacağı sivil muhalefetin geleceğini belirleyecek derecede önemli bir faktör.
Tüm belirsizliklerine karşın CHP içinde veya dışında gelişecek bu oluşumlar, AKP ile Cemaat arasındaki savaşta Cemaatin geriye çekilmesiyle doğan sivil boşluğu doldurmaya hazır.
Yaşadıklarımız, hiç bir şeyin ani devrimlerle mümkün olmadığını, hazım ve dönüşme süreçleriyle ilerleyebileceğimizi gösteriyor. Cemaatin elinden sivil siyaset bayrağını eline alan bu akış, Türkiye’nin geleceğinin tek alternatif aktörü. Henüz kendi kendi küçük ama verdiği ümit büyük.
Dünyalılar