Anaokulu mu Anakucağı mı?
Çalıştığım okulun anasınıfı katında nöbet tutuyorum. Okulların açıldığı ilk hafta. Yemin ederim ki gördüklerim karşısında yarım saatte psikolojim bozuldu. Altında bezi, ağzında emziği en tatlı uykularından silkelenerek kaldırılan oyuncağa, pastaya, farkında olmadığı markalı giysilere ve yapay eğlenceye doymuş bu çocuklar, işe gitmek zorunda olan ya da çocuğunu başından savıp evinde keyif yapmak isteyen annelerinin bacağına öylesine yapışmış ki öğretmenleri çekiştirerek çığlık çığlığa anneden koparmak zorunda kalırken, içinizden çocuklara bu travmayı yaşatan düzene okkalı bir küfür savurmak geçiyor.
Okula erken bırakıldığı için minderlerin üstünde kedi gibi kıvrılıp doyamadıkları uykularına kanmaya çalışan yavrular, en özgür olması gereken, en şefkate ve anneye muhtaç zamanlarında kurallar, kapılar, yüksek duvarlar ardında yaşamı anlama savaşı veriyor. Duvarların içi ne kadar renkli ve sıcak olursa olsun ana kucağının güveni ve rahatlığını bulamayacağını sezen çocuklar, verdikleri mücadeleye yenik düşüyorlar çoğu zaman. Ne de olsa alışmak her yiğidin harcı sayılır. Yalnız içlerinden bir çocuk günlerce direndi, inatla sosyalleşmedi, ayrı odada konuşmadan oturdu, sürekli ağladı. En sonunda; “Beni buradan çıkarmazsanız kendimi tırmalarım!“ diye bağırarak eylem yaptı. Annesi gelip aldığında yüzünde beliren gururlu ifadeye tanık olmak muhteşemdi.Yanımdan geçerken birbirimize gülümsedik. İçimden, “değiştirirse dünyayı bu çocuk değiştirecek” dedim.
Yazık ki bu neslin “biz çocukken “ diye başlayan hikâyelerinde, sokakta oyun oynarken soğuktan moraran elleri olmayacak, incir ağacından hiç düşmeyecekler mesela, yaralı dizler eşlik etmeyecek oyunlarına, sonuna kadar kavganın ve dostluğun içinde olamayacaklar, birlikte tarlalardan çilek toplayıp kıpkırmızı olana kadar arsızca yemenin tadını bilemeyecekler.
“Biz çocukken” diye başlayan hikâyelerinde bir bakacaklar ki çocuk olmadan yetişkin olmuşlar. Ve sığınacak bir çocukluğu olamaması insanın ne büyük mutsuzluk!
Üç yaşını doldurur doldurmaz anaokuluna alınan ağzı süt kokan çocuklar, pek yakında ana karnında da eğitim-öğretime alınacak gibi görünüyor. Kundakta bebeğiyle yuvaların yolunu tutanları gördükçe kapitalist düzenin acımasızlığı, bebeklere bile olmayan merhameti görünmez bir deccalın ayakları altında ezildiğimizi daha nasıl göstersin? Pazar denilen kara delik doymak bilmeyen iştahla dişlerken hayatlarımızı, daha ne kadar alışılmış bir çaresizlikle dediğini yapacağız?
Suçluyuz, para kazanmak gereksinimi, modern hayat ve tüketim kıskacında göğsümüzden yavrularımızı kopardığımız için. Suçluyuz ağaçlı okul bahçeleri, çiçekli okul yollarını kuruttuğumuz için.
Suçluyum, çünkü ben de iki yaşındaki kızımı yatağından ve öpücüklerimden mahrum bırakıp “annem annem gitme” derken sızlayan vicdanıma aldırmayıp bakıcıya bıraktığım için.
Suçlusunuz çalışan annelerin durumunu, çalışma şartlarını, çocuklara zaman ayıracak şekilde düzenlemediğiniz için.
Annesinden zorla koparılan çocukların devrindeyiz. Allayıp pulladığımız renkli odaların soğuk duvarlarına hapsedilen bebelerin ana sıcaklığından uzak kalbi, bir gün taşlaştığında nedenini uzaklarda aramamak gerekir.
Fatma KOŞUBAŞI
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)