Bizler, keskin bir anlamsızlık tarihinin içinden sürünerek geçenleriz. Bizden sonra yaşayacakların gülebileceği bir trajediyi temsil ederiz. Birçoğumuz hayallere, parlatılmış hülyalara aldanmış haldedir. Gecelerde, markalarda, anlamsız şarkılarda, ünvanlarda, salondaki vitrinde anlam arayan, komik insanlarız.
Kendisine bir gün dahi ‘niçin ve kim için?’ diye sormayanlarız. Dünyaya fırlatılmış gibi etrafta dolanıp, nedenini bilmeden gördüğü ilk kalabalık kuyruğa girenleriz. Aitliklere sahip olarak anlam bulmaya çalışanlarız. Birine ait, bir gruba ait, bir düşünceye ait kalarak, hatta onun ateşli savunucusu olarak kendini iyi hissetmeye çalışan, türümüzün tuhaf, güçsüz, kendi dünyasından yoksun insanlarıyız.
Sürüden olursak, kurucusu olduğumuz anlamsızlık çağının tek ve son cezası olan unutulmayı yaşayarak, karanlıklara karışacağız.
Yaşamaya denk geldiğimiz bu anlamsızlık tarihinde, önemine ikna edildiğimiz en değerli yaşam formu ‘hayattan keyif almak, keyfini çıkarabilmektir’. Bu, çarkların dönmesi için gereklidir.
Türümüz için, ‘keyifli dakikaların’ varsa yaşıyorsun demektir. Sosyal medya bir yönü ile keyif yarışıdır.
Önceleri ideolojilerde, adanmışlıkta, felsefelerde kendini bulmaya çalışan insan, şimdilerde hayattan tat alma büyüsünde, ürün ve hizmetlerin hedef kitlesi olarak salt birer tüketiciye dönüşür. Etrafını keyif getirici unsurlar ile çerçeveleme derdindedir.
Anlamsızlık çağı, ancak sahip olarak mutlu olacağına inandırır, insan, henüz çocuk denilecek yaşta, kendini mülkiyet peşinde koşmaya adar hale gelir.
Hayatının merkezine ‘tadını çıkarmayı’ alan, eğlenirken gözükmenin büyüsüne kapılan insanların, çağımıza özgü, garip, tuhaf, trajik korkuları vardır; sıkılma, eğlenceyi kaçırma, yalnız ya da hafta sonu plansız kalma gibi gerçekten tuhaf denilebilecek korkular yaşarlar.
Gittikçe kendine dönen, hazzını hayatının odağına yerleştiren, yaşadığı doğa ve diğer canlılardan uzaklaşan birey, keyif peşinde sürüklenirken, sürekli kaçmaya çalıştığı ‘keyifsiz kalma ya da sıkılma korkusundan’ kurtulamaz.
Çünkü dünyada kimse keyifli anların sonrası gelen sıkılmadan kurtulamamıştır.
Her gün 5 yıldızlı otelin açık büfesinden yemek yeseniz kaç gün aynı keyfi alabilirsiniz? Ya da her gün karşınıza çıkan muhteşem deniz manzarası kaç gün aynı muhteşemliğini koruyarak kendini izlettirebilir? Kaç günü öğleye kadar uyuyarak, üretmeden geçirebilirsiniz?
Bireyin sürekli görmemezliğe geldiği tatminsizlik duygusu, er ya da geç yakasına yapışacaktır. Sağda solda daha fazla keyifli anlarını anlatırken ya da sosyal medyada paylaşırken, aslında çok daha fazla sıkılacaktır.
Yaşadığımız bu köhne dünyada, keyfinin peşindekiler, zulüm yaşayan insanlığa ve talan edilen doğaya karşı bir tür haksızlığı temsil eder.
4 Milyar yaşındaki Dünya’da, sadece 200 bin yıldır yaşayan biz insanlar, yeryüzü için henüz bebek sayılırız ve henüz ‘emekleme’ döneminde, diğer canlıların ve doğanın üzerinde ‘haksız’ krallığımızı ve kendi anlamsızlık çağımızı kurmuşuzdur.
Yaşlı yeryüzüne göre, henüz bebeklik dönemini yaşayan ‘neşeli insanlık’, kendini ve diğer canlıları yok eden silahlara, bitmeyen mülkiyet arzusu gibi en tehlikeli oyuncaklara sahiptir.
Üstünde durduğumuz toprak altımızdan kayıp giderken, bizim yaptıklarımız, keyif yarışımız, verdiğimiz zarar, bizden çok önce bu topraklarda yaşayan diğer canlılar için bir tür ‘sonradan görme’ halidir.
Dünyalılar