Ezidiler, henüz Türkiye, Irak ve Suriye’nin sınırlarının çizilmediği dönemlerde, yüzyıllar boyu üç dağın etrafında yaşadı. Biri Urfa, Diyarbakır ve Mardin’e uzanan Karacadağ. Diğeri Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseki kentinin yakınlarında yer alan Abdülaziz Dağı. Sonuncusu ise Irak’ın kuzeyindeki “Sincar” yani Kürtçe adı “Şengal” olan dağ. Günümüzde; Ermenistan, Gürcistan, Suriye ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan Ezidiler’in bu ülkelerdeki nüfusu giderek azalıyor ve daha çok Almanya olmak üzere Avrupa’ya göç etmek zorunda kalıyorlar.
Kendilerini tek Tanrı’ya inanan ve bunun bilincine varan ilk halk olarak gören Ezidiler, bu nedenle çoğu dilde isimleri “Yezidi” olarak anılsa da anadilleri Kürtçe’deki gibi “Ezidi” olarak tanımlanmak istiyorlar. Özellikle de Müslüman inancının ağırlıklı olduğu ülkelerde.
Ezidiler kendilerini Kürt olarak tanımlar. Hem günlük konuşma dillerinin hem de dini kitaplarının ve ibadet pratiklerinin dilinin Kürtçe olması bu tanımı destekliyor. “Ezidi” kelimesinin bu dinin tanrısı olan “Azda” kelimesinden türetildiği düşünülüyor. Çünkü, Kürtçe’de “Tanrı” ismini karşılayan iki kelime var. Bunlar “Ezda” ve “Xweda”‘dır. Ezda; beni yaratan, veren ve var eden anlamlarına geliyor. Xweda ise kendiliğinden var olan anlamına geliyor.
Melek Tavus; Ezidilik inancında Tanrı Azda tarafından yaratılan ve kendisine evreni ve insanları yaratma görevi verilen Melek-Tanrı anlamındadır. Ezidi inancında Melek Tavus, insanları yarattıktan sonra kendi yarattığı insanlar önünde eğilmemiş ancak bu Tanrı Azda tarafından farklı yorumlanarak kibirli olduğu sanılmıştır.
Ezidilik’ten önceki ilahi dinlerde anlatılan, Şeytan’ın, yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun, yaratıcı tarafından sınanmış ispatıdır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmıştır.
Ancak burada Şeytan’ın sahip olduğu özellikler diğer dinlerden farklıdır. Her şeyden önce yaratıcının sınavından başarı ile geçmiş olan bu meleğin adı “Melek Tavus”‘tur. Ezidilik’te Tanrı, dünyanın sadece yaratıcısıdır ancak sürdürücüsü değildir. Ahiret inancı gibi sonradan hesap verilecek bir yerin varlığı söz konusu değildir. Yeniden doğuşa, şekil değiştirmeye inanılır. İnsanın inanışına ve yaşayışına göre dünya, cennete de cehenneme de dönüşebilir. Cehennem insanın içinde kontrol edilmesi gereken ateştir. Melek Tavus bütün bu işlerin denetleyicisi ve Tanrı’nın bu dünyadaki gölgesidir. Ezidiler Melek Tavus’a ibadet ederler. İnanışlarına göre Melek Tavus; kötü bir melek değil, yanlış anlaşılmış ve sonradan affedilmiş iyi bir melektir.
Ezidiler yaşadıkları her bölgede zulme ve dışlanmışlığa maruz kalmışlar. Ermeni tehciri döneminde devlet politika ve pratiklerinden Ezidiler de ciddi bir şekilde etkilendi. Birçok Ezidi ailesi müslümanlığı kabule zorlandı. Kabul etmeyenler Ermeniler’le aynı kaderi paylaşmak zorunda kaldı. Tehcir döneminde Ezidi nüfusundaki hızlı ve belirgin değişim de bunu destekliyor. 1912’deki nüfus sayımında 37.000 civarında olan Ezidi nüfusunun, 1923’te yapılan nüfus sayımında 18.000’e düştüğü görülüyor. Bunun dışında Cumhuriyetin ilanından sonra yürütülen tektipleştirme – homojenleştirme politikalarından da etkilendiler, göç etmek zorunda bırakıldılar.
Yaşadıkları topraklarda “73 fermana rağmen ayakta kalan halk” olarak tanınan Ezidiler, Işid’den önce son olarak 2007’de katliama uğradı. Işid, Ezidiler için “74. ferman”ın sahibi.
Bu kadar çok hedef olmalarının nedenlerinden biri bölgede yanlış tanınmaları. Yaşam tarzlarını, yaşam politikalarını saflıklarından uzaklaşmamak üzerine oluşturan ve kapalı bir toplum olarak varlıklarını sürdürmeye çalışan Ezidiler hakkında kaynaklar ancak son dönemlerde, okuma-yazma oranı arttıkça, çoğalmaya ve gelişmeye başlıyor. Ezidiler hakkında birçok önyargının ve asılsız karalamanın uzun süre devam ettiğini görüyoruz.
Örneğin, Şerefxanê Bidlîsî ünlü Şerefname‘sinde Ezidiler’den şöyle bahseder: “Sincar dağında yaşayan Yezidiler, ne duaları ne bayramları ne orucu ne adetleri ya da kuralları bilen ve herhangi bir otoriteye tabi olmadan kendilerini tarıma adayan, bu arada aslında soygunculuktan geçinen barbar bir halktır…”
Bu yanlış anlaşılmanın önemli bir sebebi kültürleri çoğunlukla yazılı değil, sözlü olarak Ezidileri anlatan kaynakların kendilerinin dışında yazılmış olması. Bu nedenle kendini ifade etmek için anadilleri Kürtçe’de Tanrı kelimesinden türeyen “Ezidi” sözcüğünü kullanan bu halkın ismi bölge halklarının dilinde, hiç istemedikleri bir biçimde “Yezidi” olarak geçiyor.
Elbette kapalı bir toplum içinde yaşayan Ezidi gençleri ile farklı inançlardaki gençler arasında yaşanan sevdaların destanlaşmış, hikayeleşmiş ve günümüz edebi eserlerinde yerini bulmuş olduğunu görüyoruz.
Ezidiler için “Çember” in anlamını Mardin’de yaşadığı dönemlerden gözlemleyip, eserlerine konu almış olan Murathan Mungan, ilk kitabı olan, “Mahmud İle Yezida” da iki gencin trajik hikayesini anlatırken, kurguyu “çember” kavramı üstüne oturtur.
Hikayede Mahmud dilek ağacının yanında, Yezida’nın saçlarına kırk gün boyunca birer tane örgü vuracaktır; kırkıncı gün kırkıncı örük tamamladığında ise kaçacaklardır. Ancak aynı zamanda Müslüman köyün ağası, Ezidi köyünün arka tarafındaki bataklığı kurutup, tarla yapıp arazilerini genişletmek istemektedir. Topraklarına el konulmasına Ezidiler’in tepki göstermemesi için Ezidi toplumunun inançsal değerlerine başvurur. Daire çizmenin Ezidiler’deki anlamını bilen ağa, köyün etrafına daire çizilmesini ister ve bütün köyü içine alacak şekilde daire çizilir. Böylece Ezidi geleneklerine göre, çizilen daireden çıkamayacak olan Ezidi halkı müdahale edemeyecektir. Köy dairelenir; Ezidi halkı bu durum karşısında çaresiz bırakılır.
“Sanki at sırtındaymış gibi ve sanki at kendileriymiş gibi ve sanki atlar koşuyormuş da, koşarken koştukları yerlere bir top kıvılcım bırakıyorlarmış gibi, bir ellerinde tüfekleri ve bir ellerinde meşaleleri ve en önde ucuna alçılı koca bir bez çaput bağlanmış uzun bir sırıkla köyün çevresini daireleyerek geçerler, geçerler, geçerler…”
Hikayenin sonuna doğru olaylar giderek trajik bir hal alır.
“Yezida ise dilek ağacına doğru yola çıkar ve ne görsün! Mahmud’unun elini. Hem de bir direğe saplanmış, cümle aleme duyurur bir şekilde, örnek alsınlar diye. Gözyaşları sel gibi dökülür Yezida’nın. Dilek ağacına gider. Çıkarır tebeşirini çizer etrafına çemberini. Girer içerisine birisi, ne çıkar o içerisinden. 40 gün. 40 örgü. Çözülmesini bekler. Tek tek. Her güne ayrı bir örgü. İçmeden, yemeden. Ezidi halkının yalvarmaları, ağlamaları eşliğinde. Bir faydası dokunmayan annesinin gözyaşı eşliğinde.
Cümle kötülükler bu daireye hapsolsun!
Cümle kötülükler bu ateşte yansın, yok olsun!
40. gün Yezida Mahmud’una kavuşur. Yan yana yatar ölü bedenleri. Sonsuza kadar… “
“Çember, çemberi çizen için komedi, içindeki içinse dramdır ama eğer biri kendini çember içine almışsa bu trajedidir.” diyor Murathan Mungan.
Ezidiler çember olgusunun tarihsel kökenlerini şöyle açıklarlar: Tanrının kendi yanından kovduğu, yedi bin yıl geçtikten sonra ise bağışladığı baş meleği olan Tavus’un Ezidi halkını göstermek için daire çizdiği söylenir. Kendi halkını işaret etmek için parmağıyla bir daire çizen Tavus’un “daire içindekiler benim halkımdır.” dediği rivayet edilir. Ezidiler’e göre daire varlığını açıklama biçimi, evrenle olan uyumu, bütünlüğü ve var olma biçimini ortaya koyar. Bu anlamda daire kutsaldır.
Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana kitabında Ezidiler’den bahsederken şöyle der: “Ezidiler, günde üç kez güneşe döner, dua ederler. Her isteyen, çoluk çocuk, genç yaşlı olsun, şeyh olsun, emir olsun, herkes güneşin karşısına geçer, içinden ne geçiyorsa güneşe söyler. Belki de insan soyunun şimdiye kadar söylediği en güzel dualar onlardır. Belki de en güzel türküler, en güzel şiirler bu dualardan çıkmıştır. Belki de Mezopotamya’nın bütün destanlarının temelinde bu dualar vardır.”
İnsanlık tarihi, kadınlar ve çocukları üzerinden yaşanmış soykırımlarla dolu. Ezidi kadınlar ve çocuklarının içinden geçmekte olduğu sürece, en hafif tabiriyle, neredeyse tüm dünya seyirci kaldı. Oysa bu kadim halkı araştırdıkça, renkleriyle büyülenir ve kendinizden çok şey bulursunuz. “Güneşi kadınlar doğurur.” diyen bir halktan insanlığın öğreneceği çok şey var…
Derleyen: Ciran Derya
Kaynaklar:
https://en.qantara.de/content/the-culture-and-faith-of-the-yazidis-demonised-and-eternally-misunderstood
http://www. atlasdergisi.com/kesfet/kultur/ezidilerin-gocu.html
http://www.bued.boun.edu.tr/turik.asp?id=46
Mahmud ile Yezida , Mezopotamya Üçlemesi, Murathan Mungan, Metis Yayınevi
https://tr.wikipedia.org/wiki/Yez%C3%AEd%C3%AEler
Sabiha Banu Yalkut , Melek Tavus’un Halkı Ezidiler
http://rojdayildirim.blogspot.com.tr/2016/03/mahmut-ile-ezida-ve-ezidilerde-cemberin.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Melek_Tavus
https://eksisozluk.com/gunesi-kadinlar-dogurur–4822635
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)