“İnsan teknolojisi, insanların mutsuz olduğu andan itibaren oluşmaya başladı. Şehirliler, örneğin, tamamıyla ölü bir çevrede yaşıyorlar. Şehirler, tuğla, çimento ve betondan meydana geliyorlar. İnsanlar böyle bir çevrede mutlu olamazlar. Psikolojik sorunlardan dert yanarlar. Temel olarak sosyal şartlar nedeniyle, bunun yanında uyum sağlamaları gereken yaşamın hızı ile de ilgili.
Ancak insan doğanın ortasında yaşamaya özel olarak uygundur. Böylece insan psikolojik olarak hasta olur. Ve bu psikolojik hastalıkların tesellisi için aynı tıbbi teknolojinin varlığı gibi insan teknolojisi vardır. Ancak insan teknolojisi insanı, doğal olmayan ortamlarda yaşamaya uygun hale getirir. Derin deniz dalgıçlığı gibi. Dalgıçlar uygun kıyafet ve oksijen tüplerini bu normal dışı ortamda hayatta kalabilmek için alıyorlar. Yani insan teknolojisi böyledir.
Reklamları sadece eğlenceli oldukları için takip eden bir çok insan biliyorum. Bir sakinleşme ve oyalama sağlıyorlar. Bir iş gününden sonra eve gelen insanlar, tatmin olamadıkları için, oyalanmaya ve düşünce değişikliğine ihtiyaç duyarlar. Oyalanma sözü gerçekten çok dikkat çekici, Pascal, oyalanma (diversion) kelimesini kullandığında, şunu kastediyordu, Tanrı’nın yolunu takip edenler, oyalanma ve eğlence sonucu Tanrı’nın yolundan ayrılıyorlar. Tanrı’yı düşünmek yerine kendilerini eğlendiriyorlar.
Teknoloji ve işimiz dolayısıyla oluşan problemler hakkında düşünmek yerine, kendimizi eğlendirerek oyalanmak istiyoruz. Ve bu eğlence bize teknoloji aracılığıyla sağlanıyordu. insan teknolojisinden türeyen teknoloji yoluyla. Çünkü insanların belirli durumlarda nasıl hissettiği biliniyor, örneğin iş durumunda, insanlara oyalanma bir teselli gibi teklif ediliyor.
Medya çağı ayrıca yalnızlık çağıdır. Bu çok önemli bir gerçek. Bunu gençlerde de görebiliyoruz. 1953’teki öğrenci isyanında , nedensiz asiler de diyebilirsiniz, Stockhol’de isyan eden öğrenciler… Bu genç asilerin nedensiz ilk isyanlarıydı. Her şeyleri vardı. Çok mutlulardı. İyi bir toplumda yaşıyorlardı. Eksik bir şey yoktu. Ve aniden, yeni yılın arifesinde, sokaklara çıktılar ve her şeyi, yok ettiler.
Kimse anlayamadı. Ama onlar teknolojiden ve tüketimden başka şeylere ihtiyaç duyuyorlardı. Eğer insanlar yaşama motivasyonlarını kaybederlerse, iki şey olabilir: Çok seyrek olur ve gerçeği kabul ederler. Bu durumda intihara eğilimli hale geldiler… Genellikle, oyalanmayı bir sığınak olarak görürler. Bunu konuşmuştuk. Ya da depresif hale gelip ilaç kullanmaya başlarlar. Eğer insanlar durumlarının farkında olsalardı, Batı Medeniyeti’nde her zaman olduğu gibi buna tepki gösterirler.
Depresifleşip, cesaretsizleşebilirler. Yani durumlarını hiç düşünmüyorlar ve hayatlarına devam etmiyorlar. Daha hızlı sür. Hızlı gittiği sürecek nereye gittiği önemsenmeyecek. Teknolojimiz yüzünden, insanın durumunun tamamıyla değiştiği bir dünyamız var. Demek istediğim: Teknolojik dünyada insanoğlu, bağımsızlığını teslim etmeye hazırlanmıştır, her tür kolaylık karşılığında, tüketim ürünleri ve güvenlik karşılığında. Kısaca, toplum tarafından sunulan bir refah sağlanması karşılığında. Bunun hakkında düşünürken, İncil’de yer alan bir hikaye aklıma geldi. Esav ve mercimek çorbası hakkında. Aç olan Esav, kutsanmışlardan ve Tanrı’ya olan sözünden, mercimek çorbası karşılığında vazgeçmeye hazırdır. Aynı şekilde, modern insanlar da, bağımsızlıklarını teknolojik mercimekler karşılığında devretmeye hazırlardır. Mesele basittir, Esav oldukça makbul olmayan bir değişim yapmıştır ve kendi bağımsızlık konumundan vaz geçen insan, kendisinin teknolojik toplum tarafından kolayca aldatılmasına izin verir.
Bu şu demektir, insan bağımsızlığını birçok yalana değişmektedir. Bunun manipüle edildiği bir seçim olduğunun farkında değildir. Media ve reklam gibi şeylerde, insan iç yüzünde değişmiştir. Ve düşündüğünüzde, manipülatörün, reklam ve propagandanın yazarının kendisi de manipüle edilmiştir, böylece asıl sorumlunun parmak izini bulmazsınız. Ne reklamcıdır, ne de fakir halk. Hepimiz sorumluyuz, eşit derecede.
“Karl Marx’ın Tarihsel Saptamaları ve Yanılgıları” başlıklı yazımızı da okumak isterseniz…
Bunlar Karl Marx’ın kitapları. Marx, sosyalizm ve bunun gibi şeyler. Bunlar da sürekli kullandığım kitaplar. Bunlar da şiir kitapları. Ve bunlar da sözlüklerim ve benzeri kitaplar. Şiir kitaplarını hep hemen ulaşabileceğim yerde tutarım. Çalışırken oldukça çok şiir okurum. Bunlar da teknolojinin sosyolojisi üzerine kitaplar. Ve bu kitaplar da teoloji kitapları. Bir kitap yazarken, devamlı açık bir kayıt cihazını ve bir kayıt oynatıcıyı yanımda bulundururum. Görsel olarak her kitap için, belirli bir kayıt seçer, hep onu dinlerim. Bu çok, çok… Bir kitap bir müzik ile ilişkilenir ve ondan ilham alır.
En başından beri, genellikle sert bir biçimde eleştirildim, mesela ABD’de, söylendiğine göre bir Kalvinist olmakla eleştirildim. Bir Kalvinist kötümserdir, vesaire, ama ben bir Kalvinist hiç değilim. Benim teolojimi anlayamadılar, ama çok da önemli değil. Önemli olan bizim toplumumuz gibi bir toplumda kötümserliğin intihara götürmesidir. Bu iyimser olmanız için nedendir. Bu nedenle tatilinizi Disneyland’da geçirmelisiniz. Böylece gerçek bir iyimser olursunuz.
Orada gördüklerinizin ardından başka bir şey düşünmek zorunda değilsinizdir. Diğer bir deyişle, beni kötümserlikle suçlayanlar, aslında bana şunu söylüyorlar: Sen insanların huzur içinde uyumalarını engelliyorsun. Yani her şeyin yolunda gitmesine izin verirsen, hiç karışmazsan ve huzur içinde uyursan, her şey iyi olacak. Ben kesinlikle kendi görüşlerimin çok kötümser ve ulaşılamaz olmalarını istemiyorum. Bunu açıklamak istiyorum, insanlar hala biraz insan gibiler, dikkat edin biraz diyorum ve hala insani ihtiyaçları var ve hala sevgi ve şefkat hissedebiliyorlar Ve dostlukları var.
Soru insanların hazır olup olmadıkları, teknoloji tarafından hakimiyet altına alındıklarını anlamaya. Ve teknolojinin onlara boyun eğdirdiğinin, onları belirli zorunluluklara mecbur bıraktığını, onları koşullandırdığını anlamaya hazırlar mı?
Bunların farkında oldukları noktada bağımsızlıkları başlıyor. Hayatımızı neyin yönlendirdiğinin farkında olursak, en üst düzeyde özgürleşiriz. Bunu bir taşı ya da başka bir nesneyi analiz ettiğim gibi analiz etmeliyim, Her yönden analiz edebilmeli ve idrak edebilmeliyim. Tüm bu teknolojik sistemi en küçük parçalarına dek parçalara ayırabilirsem, benim özgürlüğüm başlar.
Ama aynı zamanda teknoloji tarafından hakimiyet altında olduğumu da biliyorum, Yani şunu demiyorum, o kadar güçlüyüm ki teknolojinin benim üzerimde bir etkisi yok. Tabi benim üzerimde etkisi var, bunu çok iyi biliyorum. Mesela sürekli kullandığım telefonu ele alın, teknolojiden sürekli yararlanıyorum. Kendimize şunu sorabiliriz, herhangi bir biçimde gerçekten bunun üzerine düşünüp düşünmediğimizi. Ama bu arayış kesin bir biçimde ve sadece entelektüel olamaz.
Bu arayış modern yaşamla ilgili radikal bir tartışmayı gerektirir. Anlamı tekrar keşfetmek için, anlamı olmayan her şeyi tartışmamız gerekir. Bir çok verimli, hareketli nesne tarafından çevrilmişiz bu gerçek, ama bu tamamıyla anlamsız. Diğer yandan bir sanat eseri bir çok noktadan anlamlıdır, bende bir duyguyu ya da bir hissi ortaya çıkarır, bunun aracılığıyla hayatım anlamı elde eder. Bu teknolojik bir ürünle yakalanmayacak bir şeydir. Diğer yandan şöyle bir zorunluluğumuz var, teknoloji nedeniyle gözden kaybolan bazı temel hakikatleri yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Bu hakikatleri önemli ve gerekli değerler, insanların hayatlarında anlamı tecrübe ettirecek değerler olarak görebiliriz. Diğer bir deyişle, o an gelir gelmez, düşünüyorum da, durum çok tehlikeli olacak, yalnızca teknolojik yöntemlerle bir şey yapamayacağım, bu nedenle, tüm insani ve entelektüel kapasitemi ve diğerleri ile olan ilişkimi bir karşı denge oluşturmak için kullanmalıyım.
Bu düşündüğümde şu anlama geliyor, insanoğlunun kaderini tehdit eden bir felaket ve tehdit etme yolunda ilerliyor. Teknolojinin gelişimi hakkında yazdığım gibi, insanlığın bir üyesi olarak direnmeliyim, bu kaderi kabul etmeyi reddetmeliyim. Ve bu anda makûs kaderine karşı insanoğlu her zaman ne yaptıysa onu yapmış oluruz. Sadece Yunan trajedilerini hatırlayın, Bunlarda insanoğlu kaderine karşı ayağa kalkıp şunları söyler: Hayır, ben insanoğlunun varlığını sürdürmesini istiyorum… Ve bunun için özgürlük de varlığını sürdürmeli.
Böyle zamanlarda umudunuzu canlı tutmaya devam etmelisiniz, ama bu hızlı bir zafer kazanacağımız umudu değil. Ya da zahmetsiz bir mücadele olacağı umudu hiç değil!
İnsan olarak yaşamaya ve insan olmanın gereklerini yerine getirmeye devam edeceğimizden emin olmamız lazım. Aslında içinden çıkılmaz bir durum değil bu. Üstesinden gelemeyeceğimiz bir makus kaderimiz yok. Mücadeleye katılmak için sadece haklı gerekçeleriniz olmalı. Güçlü bir inanca sahip olmanız gerekli. Gerçekten insanların sonuna kadar insan olarak kalmasını istemelisiniz. Teknolojinin bizi sürüklediği kadere karşı bu mücadeleyi küçük çaplı aksiyonlarımızla biz üstlendik.
Birbirini tanıyan az sayıda insanla devam etmeliyiz. Bu gelişmeyi durduracak olanlar büyük hareketler, sendikalar ya da politik partiler olmayacak. Bu söylediklerim kulağa çok verimli / etkili gibi gelmeyebilir. Çok verimli şeylere karşı çıkıyorsanız, onlardan daha verimli olmayı denememelisiniz, çünkü bu sizi verimsiz bir sonuca götürür. Ama insanoğlunun yok olmayacağı ve hakikatleri nesilden nesile aktarmaya devam edeceğine dair umudumuzu korumamız gerekiyor.”
Jacques Ellul
Hazırlayan: Ciran Derya