Hani uzak ülkelerde ölmek için gidilen kutsal şehirler vardır ya, inananlar nehrin kıyısındaki harabe tapınaklarda kirli döşeklere uzanıp usulca ölümü beklerler ya, ben de onlar gibi, bu şehre çok uzaklardan ölmek için… kendimi öldürmek için geldim.
Aslında bıraksalar doğduğum yerde de ölebilirdim. Zamanı gelince, kendiliğinden. Ama hayat beni rezil bir değnekle dürttü. Kalk, deliliğin peşine takıl, akılsızlığın peşine, hırsın peşine, inançsızlığın peşine takıl, kalk o şehre git, sokaklarında dolaş, kuytularında seviş, tepelerinde öldür, çukurlarında öl dedi.
Şehre geldiğim ilk günden beri kılıktan kılığa girer, tehlikelerden tehlikeler seçerim. En sakin mahallede, sıradan bir apartmanın sıradan bir dairesinde, sıradan kocamla ve sıradan çocuklarımla, sıradan… gerçekten çok sıradan bir hayat yaşasam bile, kızıl, sarı, siyah, kestane saçlarım pencereden aşağı uzanır, tehlike saçlarımdan yukarı tırmanır.
Bir gün kıskançlık yüzünden ben kalbimden bıçaklanırım, bir başka gün ben kocamı kalbinden bıçaklarım. Mutfağımda hep kara saplı bir bıçak. Yoksulluk mutlak ölüm kokacak.
Çocuklar doğururum peş peşe. Kimini büyütürüm, kimini sokağa bırakırım. Yangınlar çıkar evimde. Bazen çocuklarımı korumak için alevlere atılırım, bazen alevlerin yuttuğu çocuklarım yüzünden çıldırırım. Tüpten sızan kokudan, bacadan tüten dumandan öldüğümüz de olmuştur çocuklarımla, koyun koyuna.
Bazen bir kuaför salonunda çalışan küçücük bir kızım. Asla aynı elbiseleri giyemeyeceğim, asla aynı adamları sevemeyeceğim, asla aynı şeylere üzülemeyeceğim kadınların ellerini, ayaklarını kucağıma alır, ince titrek dizlerime dayar, kısa pembe tırnaklı parmaklarımın arasında, makas, törpü, pamuk, oje, aseton, sabun, krem, zevk, acı ve nefret, cinnet geçiririm. Cinnetim içime döner, onların biteviye konuşmalarını sessizce dinler. Bir gün içimden çıkacak, ya sizi, ya beni, ya da hepimizi teker teker öldürecek, demek isterim. Susarım.
Suskunluğum koca bir çığlığa dönüştüğünde çok uzaklarda olurum. Bütün akrabalarımdan, tanıdıklarımdan, hayallerimden, tutkularımdan… çok uzakta. Mesela bir otel odasında. Aynanın karşısına geçip solgun yüzüme bakarım. Makyajım akmış, gözbebeklerim küçücük. Boyası gelmiş saçlarımın uçları kırılmış, rengi kaçmış ruhumun kalbi yarılmış. Kendime her gün yeni bir isim koyarım. Hepsi de çiçek isimleri olur. Her erkeğe başka bir isim. Gül benim, Menekşe benim, Nergis, Yasemin, Mine… bazen de Kadife.
Geceler boyu sokaklarda gezdiğim olur. Elimde bir içki şişesi kaldırımlarda uyurum. Bazen duvarlara yaslanır, taşlara çömelir, tanımadığım insanların arabalarına binerim. Kamyonlarda görürsünüz beni, elimde sigara, ağzımda küfür, tepemde hep vahşi bir rüzgar, kaderimi oradan oraya süpürür.
Kamyonun camından dışarı bakarım. Kaldırımda oturmuş küçücük bir kız çocuğu takılır gözüme. Üzerinde kirli mi kirli bir çaput, ayakları çıplak, burnu sümüklü. Bilirim annesi oralarda bir yerdedir. Bir ağaç dibine çöker, gizli gizli onu izler. Çocuk başını kaldırır, yanından gelip geçenlere şaşkın şaşkın bakar. O yok kadar küçük elleriyle göz göze geldiklerinin paçasına yapışır, para der, bana para ver. Arada altına işer. Çişi yol boyunca minicik bir ırmak gibi akar gider. O ırmakta ölen bir sürü çocuk gördüm ben.
Bazen ben bu şehirde on altı yaşında hamile bir kadın olurum. Evdeki çekyata uzanır ya da masanın başına geçer ağlarım. Kocam ya eve dönmezse! Kocam bu gece beni yine döverse! Karnımdaki çocuk ölecek mi? Karnımdaki çocuk ölürken beni de öldürecek mi? Babama gitsem. Kurtar beni desem. Kapılar açılır mı? Silahlar çekilir, taşlar kafama vurulur mu?
Sonra evde tek başıma doğururum çocuğu. Bir kedi gibi dişlerimle koparırım göbeğini. Üç gün hiç durmadan ağlar. O ağladıkça kocam duvarları yumruklar. Sonunda tutar zıbınından, pencereden dışarı atar. Çocuğu öldürülmiş bir anne, bu koca şehirde tek başına ne yapar?
Sokaklarda kadınların çantalarını çalan benim, kirli yataklarda tanımadığım adamların altına yatan da. Şalvarımın içindeki gizli cepler hap dolu. Çok uzaklardan bu şehre geleli yüzyıllar oldu.
Bana ait tek odanın penceresi hep karanlığa bakar. O yüzden geçmişimi de göremem geleceğimi de. Zifiri bir hayatın içinde hem kalabalık, hem yalnızlık.
Sorsanız şehri severim aslında. Kocamandır, renkli ve cazibeli. Vaatlerle doludur sanki. Ama sanki. O yüzden başım döner, gözlerim kararır, aşklarım da, cinnetlerim de hülyalıdır.
Hapishanelerinde yatarım. Üzerimde bombalar, cebimde silah, düşler kurarım. Yenemediğim şehri havaya uçursam. Sevişmediğim erkekleri paramparça etsem. Doğuramadığım çocukları kalplerinden bıçaklasam. Geldiğim dağların türkülerini söyleye söyleye çıksam mahkemelerine. Şehir mi yaman, ben mi yaman.
Karanlık mahallelerine daldığım olur bazen şehrin. Kadınlar siyah, kapkara. İlahi bir yalanın içinde yuvarlana yuvarlana, bütün mezarları teker teker ziyaret ederim. Bildiğim bütün dualar yağmur olur başımdan aşağı akar. Herşeye inanırım o an… en çok da cehenneme, kabir azabına, günahların peşimi ne bu dünyada ne de öbür dünyada bırakmayacağına… baştan aşağı bizzat günah olduğuma.
Şehri avucumun içine alsam, elimde bir bez, her yanını ovalayıp parlatsam… şehir tehditten arınır mı?.. binbir çeşit kadınlık hali yepyeni bir kadere kavuşur mu?
Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde, kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim.
Mine Söğüt, Deli Kadın Hikayeleri
Dünyalılar