Mülteci Sorunu
Meselenin siyasi ve hukuki yanını şimdilik bir kenara bırakalım. İster kabul edelim ister buna karşı direnelim Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan, çalışıp bir şekilde ülke ekonomisine katkıda bulunan bir mülteci grubu var. Hükümetin bu insanları kendi siyasi hedefleri için kullanıyor oluşu yine ayrıca değerlendirilmesi gereken bir sorundur.
Avrupa Birliği ile yapılan anlaşmalar yanı sıra insan hakları sözleşmesine atılmış imzalar var. İktidar, Suriyeli mültecileri vatandaş yapmak isterken samimi bir şekilde söz konusu sözleşmelerin gereğini yerine getirme derdinde miydi yoksa başka çıkarları mı vardı elbette bu da sorgulanabilir. Ama bu da yine ayrı bir alanda ele alınmalıdır.
Bizi ilgilendiren, meselenin sosyolojik ve insani boyutu. Uluslararası sözleşmeler gereği ve de vicdanen bu insanların yaşam koşullarının hangi durumda olduğu ve nasıl iyileştirilebileceği konusunda kafa yorulması gerekiyor. Fark edilsin ya da edilmesin günümüz Türkiye’sinde yabancı düşmanlığı hiç olmadığı kadar artmış durumda.
Bir zamanlar geçici işçi olarak ülkeye aldığı Türklerle, bu işçiler Almanya’ya kalıcı olarak yerleşmeye başladığında Almanya’nın ne yapacağını bilememesi gibi, bugün biz de aynı sorunla karşı karşıyayız.
İyi niyetle veya değil Suriyeli mülteciler ülkeye alındı. Gerçi bu sayede görece laik Türkiye toplumuna bir doz Arap şeriatçılığı zerk edilmiş oldu. Yine burada da iyi veya kötü niyet aranabilir. Fakat biz olaya durumun aciliyeti ve barındırdığı potansiyel tehlikeler nedeniyle iyi ve kötü kategorileriyle yaklaşamayız.
Toplumu biyolojik bir organizmaya benzetmemiz ne kadar doğrudur tartışılır fakat vücuda şu veya bu şekilde ve de yine şu veya bu niyetle zerk edilmiş olan bu yabancı organizmaları vücuttan temizlemek artık neredeyse imkansızdır. Bu insanlar devlet eliyle toplatılıp, pekala sınır dışı edilebilirdi. Elbette bu durumda birçok mülteci geri gitmemek için kendini gizlemeye çalışırdı. Sonuç; trenlerle toplama kamplarına götürülen Yahudilerin görüntüsünden farksız olurdu. Kimse bunu göze alamaz.
Tekrarlamakta fayda var. İster kabul edelim ister etmeyelim. Suriyeli mülteciler burada yerleşik hayata geçecekler, iş yerleri açıyorlar, açacaklar, Türkiye toplumunun üyeleriyle kız alıp verecekler, evler, arsalar, dükkanlar satın alacaklar, ilerde Suriye kökenli Türkler olarak okullarda başarı gösterecek ve tüm karşıtlıklara rağmen iyi pozisyonlara girecekler. Bu süreci iyi kötü kontrol etmek varken siyasilerin de katkısıyla durumu yabancı düşmanlığına dönüştürmek, tıpkı Avrupa’daki milliyetçilerin yaptığı gibi yabancıları kötüye giden ekonominin müsebbibi ilan etmek ve onları günah keçisi yapmak çok tehlikeli toplumsal sonuçlar doğurabilir. Mesela iktidar olmak isteyen, karizmatik bir lider yabancı düşmanlığını kullanarak kendin bir taban yaratabilir, biriken toplumsal gerilimi Suriyeli mültecilere yönelterek bir sürek avı başlatabilir ve bu şekilde Suriyeli mültecilere karşı şiddet kullanımının yolunu açabilirdi.
Milliyetçi olanlarının aksine Avrupalı makul siyasetçilerin entegrasyon yöntemini seçmiş ve uyguluyor oluşu bize örnek olmalı. Artık mülteci sorunu gerek siyasetçiler, gerek sosyologlarca geç olmadan bir önleminin alınması gereken bir sorun olarak algılanmalıdır. Bu söylediklerimin bir gerçekliği olduğunu kanıtlamak adına üniversiteler, il il Suriyeli düşmanlığı haritası çıkarabilirlerdi. Bunun için mesela işverenlerle bir anket yapılabilir ve bu ankette işverenlerden “farklı milletlerden işçi mesela Alman, Türk, İngiliz ve Suriyeli çalıştırdıklarını varsaymaları ve aylık belli bir miktar ciroyu bu işçiler arasında paylaştırmaları” istenebilirdi.
Ve emek savunucuları mesela şu soruyu sorabilirdi; Bir Suriyeli işçinin emeğini Türk bir işçininkinden daha değersiz kılan nedir???
Oktay Değirmenci
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)