Dünya üzerinde insan sayısı arttıkça her ne kadar bu kavramın da içi boşalmış olsa da, bilhassa yakın tarihlerimizde onur insanlar için önemli bir kişilik özelliği idi. İnsanlar, bilhassa erkekler aralarında onurlarını zedeleyen kişilere hadlerini bildirmez ise ”onursuz” sayılacağını düşünüldüğü için çoğu zaman bu tip sürtüşmeler taraflardan en az birinin ağır şekilde yaralanmasına ve hatta sıklıkla ölmesine neden olacak hale gelen büyük olaylara dönüşürdü.
Batı toplumlarında erkekler arasında çıkan bireysel sürtüşmeleri ”tatlıya bağlamak için” duello adı verilen bir karşılaşma şekli icat edilmiştir. Ateşli silahların yaygınlaşmasından önce kuşandıkları kılıçlara sarılan delikanlılar, zaman içerisinde tabancalar ile şahitler önünde anlaşır ve ölümüne bir müsabakaya başlarlardı. Zamanla yasa dışı ilan edildiyse de bu duellolar uzun yıllar boyunca kozlarını paylaşmak isteyenlerin çevreye zarar vermeden alenen karşılaşmasını sağlayan araç görevi üstlendi.
Doğu toplumlarında ise duello anlayışı gelişmediği gibi anlaşmazlıklar masumların da canına mal olacak şekilde çözülmeye devam etti. Bireyler, aralarındaki anlaşmazlıkları gözlerden uzak çözümlemeyi tercih etme alışkanlıklarından vaz geçmediler. Tartışmalar herkesin önünde gerçekleşiyordu fakat hesaplaşma karanlık köşelerde ani bir saldırı ile tuzak kurmak suretiyle yaşanıyordu. Tuzak ve ani baskın yapma kültürü doğulu toplumların her daim tercih ettikleri yöntem olmuştur. Zehirleyerek öldürmek de geride en az iz bıraktığı için doğu toplumlarında yaygın bir davranıştı.
Anadolu merkeze alındığında batımızda kalan toplumlar devlet mekanizmasını hayatlarına çok daha başarılı ve hızlı bir şekilde adapte eder, devlet ile halkın barışık yaşayabildiği bir hayat kurmayı başarırken doğuda sürdürülen yaşam şekli ile devlet asla uyumlu bir işleyişe sahip olamadı.
Batıda yazılı kurallar oluşturulup bunlar harfiyen adilane biçimlerde uygulanırken doğulu toplumlar işlevi sorgulanır nitelikte kısmen uygulanan anayasalara sahip olsalar da toplumu başta din olmak üzere yazılı ve sözlü sayısız kanun koyucu birlikte yönetmeyi denedi ve başarısız oldular. Bu kural koyucular içerisinde cahil halkın devletin kanunlarından daha fazla önemsediği İslam dininin kuralları ise suistimale son derece açık bir söyleme sahip olduğu için bilhassa batı toplumlarının doğulu toplumları manipule etmelerini kolaylaştıran bir unsura dönüştü.
Doğu ülkelerinde hızla serpilen silahlı İslamcı örgütlenmeler de tüm bu sürecin uzantısı olarak batılılara has bir duello anlayışı yerine doğululara has tuzak kurma ve saldırılarını gizlice düzenleme alışkanlığının devamı olarak bu kavgaya taraf oldular.
Bu gün baktığımız zaman İslam dininin doğu toplumlarını birbirine düşürmek için iyi bir araç haline getirildiğini görüyoruz. Dünya üzerinde en çok suistimal edilen mesele olmasına rağmen din hayatımızdaki güçlü konumunu korumaya devam edebiliyor.
Osmanlı devletinin ardından yeniden kuruluş şansı elde eden Türkiye Cumhuriyeti bu yol ayrımının farkına varan bir ekip tarafından bize miras bırakıldı. Atadan nineden gelen adetlerin, inanışların varlıklarını makul ölçülerde koruması, ancak büyük oranda tırpanlanması gerekiyordu ki Türkiye batı toplumlarına has bir devlet mekanizmasını uygulayabilsin. Fakat içeride ve dışarıda sayısız güç buna izin vermemek için uğraş verdi, vermeye devam ediyor. Türkiye’yi laik devletin işleyişinden uzaklaştırıp İslamlaştırma gayreti siyasi arenada alenen sürdürülen ve bizlere hayatın doğal akışı gibi tanıtılan bir durum haline geldi.
Artık Türkiye dün’e nazaran daha dindar bir portre çiziyor ve bu da farklı mezheplerin yoğunlukta olduğu bir ülke olarak halkın kendi içinde birbirlerine karşı daha kolay kışkırtılabilmesi manasına geliyor. Buna benzer durumlarla karşılaşan ülkelerin meseleleri adalet anlayışı ve barışçıl bir şekilde çözememesi durumunda (mesela bizdeki gibi halkın bir kesimini diğerine karşı kışkırtmayı marifet sayan siyasetçilerin varlık gösterebildikleri bir ülkede) hızla büyüyen olaylar vesilesi ile toplumun uyumlu bir şekilde hareket edebilme becerisi on yıllarca sekteye uğrayabiliyor.
Irak, Mısır ve Suriye örnekleri bize çok da uzak değiller. Mezhep ayrılıkları ya da siyasi figürler üzerinden yürütülen kışkırtmalar nedeniyle iç savaşa düşen toplumların tekrar bir araya gelmek suretiyle barışçıl bir yaşam sürmeleri neredeyse imkansızlık boyutunda. Bu sebeple saydığım her üç ülkenin de yakın zamanda parçalanarak daha küçük bir kaç ülkeye dönüşmesi an meselesi.
Sorulması gereken soru şu, Türkiye bundan sonrasında nasıl bir yol izleyecek? Kolaylıkla suistimal edilebilen bir değer olan dinin hayatın daha önemli bir parçası haline getirmeye çalışan siyasetçilere teslim olarak Türkiye’yi şu anda gündemde olan İslam ülkeleri gibi, din ve mezhep ayrılıkları üzerinden kolaylıkla istikrarı bozulabilen bir ülke haline getirmeyi göze mi alacağız?
Yoksa laik bir devlet sistemi ile ilerleyip halkın kışkırtılmasında en etkili yollardan birisi olan dini bireylerin kişisel hayatlarının özel bir parçası olarak, ancak devletin işleyişinden uzak mı tutacağız?
Arzach Mills (arzachus@yahoo.com) ·
www.dunyalilar.org
Yazarın diğer yazıları
https://dunyalilar.org/cok-mezhepli-toplumlarda-uzun-yasamanin-sirri-laisizm.html
https://dunyalilar.org/bu-neyin-bayrami-bu-neyin-kafasi.html
https://dunyalilar.org/istediginiz-gercekten-demokrasi-mi.html
https://dunyalilar.org/devrimlerin-onunu-kesen-bela-tabu.html
https://dunyalilar.org/biz-de-rtenin-istedigi-gibi-kindar-genclik-mi-olduk.html
https://dunyalilar.org/miyop-direnis.html
https://dunyalilar.org/dikkatli-olun-bizi-cildirtmaya-calisiyorlar.html