Ölüm size yakışmasa da ve aslında ölülerle ölüm konuşmak adetim olmasa da, bizden daha çok yaşadığınız ve canlı olduğunuz ortada. Hâlâ bizden daha çok mücadele ettiğiniz ve hâlâ bizden daha çok sizinle uğraştıkları. Binimiz bir araya geldiğinde mutlaka siz de oluyorsunuz ve birimiz bin kişiye hitap ettiğinde en çok sizden bahsediyoruz. O nedenle kim ölüdür kim canlı buna karar vermek zor. Demek ki bizim bazı yanlarımız sizden daha ölüyken, sizin çoğu yanınız bizden daha canlı.
Ama siz göçüp gittikten sonra da değişen hiçbir şey yok hayatta. Belki de beni sarsan en çok da bu. Sanki hiçbir şey başlamıyor ve bitmiyormuş gibi. Bitti sandığının aslında yeniden başladığı bir hayat haline geldi dünya. Siz varken de böyleydi, sizden sonra da böyle. Acılar çekildi yeniden, hem de en yenisinden. Sizden sonra güldük de bol bol. En çok da o duvar yazılarına. Sigaralar içildi, kadehler tokuşturuldu, kahvehane sohbetleri hiç bitmedi. Özlemler giderildi zaman zaman. Ayrılıklar oldu. Aşklar bitti ki zaten çoğunun sonuna gelinmişti. Aşklar başladı ki yeryüzü öyle aşklara hiçbir zaman tanık olmamıştı. Bir misafir geldi, çay demlendi, gülündü, ağırlandı ve uğurlandı peşi sıra. Temiz yataklar serildi mis kokan. Yorgan döşek indiğinde çocuklar tepindi üstlerinde. Son parayla küçük bir hediye alındı bir gönüle girmek için. Sabah çayları içildi. Akşam çayları içildi kısa tabureli sıkışık masalı bir kahvehanede, hem de tanımadığın kişilerle sırt sırta. Birilerinin babası, birilerinin kardeşi öldü. Ölüyor hâlâ. Buna rağmen kahkahalar ve acılar birbirini takip edercesine oldu, oluyor hala. Hayat ve hatta bu hayatın dışında kalan ne varsa, her şey devridaim ediyordu. Ediyor hâlâ. Sanki insanın yaşadıklarına tanıklığı yetmiyormuş gibi her şey yeniden oldu. Oluyor hâlâ. Yani başlayan hiçbir şey yok, bitti denilenlerse yalan. Kısacası sizden sonra değişen hiçbir şey yok hayatta. Hâlâ bir yanlışı aklayan yalanlar söyleyip, aldatabiliyoruz en yakınımızdakileri. Aldanıp, aldatıyoruz. Sevip, yok sayıyoruz. Alışıp, terk ediyoruz. Kızıp, peşinden günlerce ağlıyoruz. Elini sıkıyor, içimizden küfrediyoruz. Görmek istemesek de her gün görüyoruz. Her şey hep aynı şekilde oluyor hayatta. Sizden önce de böyleydi şimdi de böyle: Ölmek hayatın bir parçası, öldürmekse devletin hâlâ en afill fiyakası.
Bu hengâmede unutulduk sanmayın. Haşa! Bu aynılıkta, sizi daha çok, bir tanesinden bin bir hayat çıkabilecek fotoğraflarınızla hatırlıyoruz biz. Gülerken, oynarken ve durup uzaklara bakarken çekilmişsiniz. Ali İsmail’i bir karahindiba çiçeğini üflerken görüyorum hep. Ahmet’i bir duvarın önünde uzaklara dalmışken, Berkin bir uçurtma kadar hür koşuyor o sokakta. Ethem… Yüreğinin güzelliği yüzüne vurmuş babayiğit, başı önde çömelmiş oturuyor. Diğerleri ve de. Ama en çok üzüldüğüm erken gidişinizdir, itiraf ediyorum. Fotoğraflar ki, sararmaya yakın içindekiler çoktan göçüp gitmiştir. Eğer bir fotoğraf sararmadan ölünmüşse erken ölünmüştür. Ama n’olur yanlış anlamayın! Ben ne size acıyacak ne de sizi öldürenleri bağışlayacak kadar alçalmadım henüz.
Gerçekte başlayıp biten bir şeyler var mı hayatta? Sanmıyorum. Hâlâ düğün arabalarının önünü kesiyor sokak çocukları, hâlâ uzaktan çocuk parkından neşeli çığlıklar geliyor inadına, hâlâ birileri umutlu bu dünyadan. Birileri sömürülüyor, birileri puştluğun zirvesinde hâlâ ve hâlâ ağlıyor analar. Ama unutmadık sizi biz. Bir iki şiir, birkaç yazı ve bolca resim ardınızdan paylaşılan. Adlarınız birkaç parka da verildi sizden sonra. Verilen sözler, büyük yürüyüşler… Ve hâlâ bir akşam yağmurundan sonra pırıl pırıl dünya. Bense kendi samimiyetimi bile sorguluyorum bu hengâmede. Asıl bu bezirgan saltanatı bittiğinde rahat edeceksiniz biliyorum. Çok uzattım. Berkin uyudu mu? Ölü de olsa, erken uyur çocuklar. Öpün onun kara gözlerinden. Ve asıl siz bizi unutmayın n’olur.
Ali Murat İrat
Dünyalılar