Güncel

Türkiye 2 Temmuz’dan Bu Yana Yanıyor

 

Türkiye 2 TemmuzMadımak Katliamı üzerinden tam 20 yıl geçti. Sanatçısı, aydını, ozanı Pir Sultan Abdal Şenlikleri için yola çıkmıştı. Kimine kardeşi emanet edilmişti, kimine öğrencileri; kimi bağlamaya emanetti, kimi şiirlere… Gülerek çıktılar evlerinden. Doğmamış çocuklarını öptüler alınlarından; döneceklerdi…

Sivas’a geldiklerinde hava soğuk esiyordu. 2 Temmuz’da ise Sivas 93 çok karanlıktı! Karanlığı kadar sessizdi. Evet, çok sessizdi.

Kırık, siyah beyaz bir televizyondan akıyordu o gün görüntüler. Sessizdi ev. Televizyondan gelen ve Madımak’ı ateşe veren güruh slogan atıyordu. Gözlerime inanamıyordum. Çocuk aklım bana “sus” diyordu. Annem bir köşede gözyaşı döküyordu çaresizce. Biz İstanbul’da televizyon başında, onlar Sivas’ta yangın içinde… İnsanın nefesi nasıl kesilirmiş,  çaresizlik, yanmak, hiçbir şey yapamamak ne o gün öğrendim. Sekiz saat geçmedi. O gün ekranda gördüklerim ertesi gün ağır bir yara olarak çıktı ortaya. Tarih 2 Temmuz 1993… Bir korun ortasına düşen 35 kişi diri diri yandı; şarkılar sustu, şiirler dile gelmedi.

Muhlis Akarsu (45), Muhibe Akarsu (35), Gülender Akça (25), Metin Altıok (52), Mehmet Atay (25), Sehergül Ateş (30), Behçet Sefa Aysan (44), Erdal Ayrancı (35), Asım Bezirci (66), Belkıs Çakır (18), Serpil Canik (19), Muammer Çiçek (26), Nesimi Çimen (62), Carina Cuanna Thuijs (23), Serkan Doğan (19), Hasret Gültekin (23), Murat Gündüz (22), Gülsüm Karababa (22), Uğur Kaynar (37), Emin Buğdaycı (18), Asaf Koçak (35), Koray Kaya (12) Menekşe Kaya (15 ) yaşında, Handan Metin (20), Sait Metin (23), Huriye Özkan (22), Yeşim Özkan (20), Ahmet Özyurt (21), Nurcan Şahin (18), Özlem Şahin (17), Asuman Sivri (16),Yasemin Sivri (19), Edibe Sulari (40), İnci Türk (22).

İsimler düşüyordu zihnime bir bir. Telsiz sesleri arasından sızan yangın kokusu…Yarım kalmış hikayelerin peşinden koşan yorgun çocuklar…

Çocuk aklım yangını o yıllarda beynime kazımıştı, hiçbir zaman derin bir nefes alamadım. İçimde biriken ve konuşulmayı bekleyen sözlerim vardı. O hikayelerin peşinden gitmeye karar verdim.

Katliamın üzerinden yıllar geçmişti. 15. yılında gazeteye o yangından çıkan bir isim geldi. Hemen karşıma oturdu. Yüzüne bakamayacak kadar nefessizdim. Onun da sesi çıkmıyordu, belli belirsiz “ben Serdar” dedi. Dizlerimin titrediğini çok iyi hatırlıyorum. Ellerimi nereye koyacağımı bilemediğimi de. Serdar Doğan’dı. Kardeşi Serkan Doğan’ı yangınlara vermişti, kendisi de o yangından kurtulmuş hatta öldü sanılarak saatlerce morgda kalmıştı. Katliamın üzerinden 15 yıl geçmişti ve Serdar Doğan 15. yılında bir oyun sahneye koymuştu: Simurg. Oyun Sivas Katliamı’nı anlatıyordu.

15 yıl sonra yaralarını iyileştirmeye başlamış, acısını dile getirmeye çalışmıştı. İlk karşılaşmamdı Serdar’la. Soru sormayacak kadar çaresizdim. Hem bir insana nasıl “hadi anlat yangından nasıl kurtuldun?” denilir miydi? Ben diyemedim. O sustu, ben sustum. Bir süre sessizce bekledik. Ta ki yan masadan bir kişinin sigarasını yakana kadar. Serdar bir an irkildi.

Ben şaşkındım. Refleksle “ne oldu?” dedim. Aynen şunu söyledi: “Tarifi olmayan bir şey aslında. Sigarımı yakarken o kibritin ateşi bile beni Madımak’a götürüyor. Aynaya baktığımda kendimden önce kardeşimi görüyorum; Serkan’ı, Koray’ı görüyorum. Sesim böyle değildi. Sesim hâlâ bana yabancı, her konuşmamda bu yabancılığı yaşıyorum.”

İnsanın sesi kendine nasıl yabancı olabilirdi ki? Çünkü o sesini otelde kaybetmişti, kardeşini aramak için otelin koridorlarında bağırmaktan, biraz daha dayan demekten sesini kaybetmişti, sesi yanmıştı: “Bana emanet dediği kardeşi Serkan’ı dumanların arasında kaybetmişti. Kardeşini kaybedişini ise daha önceki yıllarda şöyle anlatmıştı bana: “Serkan’ı ararken, bir aşağı bir yukarı çıkarken artık bedenim beni taşımıyor, nefesim yetmiyordu. Ateş ve duman solumaya başladım, ağzım burnum köpük köpük olmuştu. Beynim ve iç organlarım ağzımdan geliyor gibiydi, o anki çaresizliğimi ve acımı kelimelerle ifade edemem. Artık bilincimi yitirmek üzereydim ve kardeşlerimin, dostlarımın çığlıkları yanı başına düştüm. Benim de adım açıklanan ölü listesi içinde varmış. Ankara’daki ailem, iki oğlunun cenazesini almak için yollara düşmüş, iki tabutla.”

Tam 20 yıl geçti

Bu yıl da kapılarını çaldım Sivas’ta canlarını yananların; ancak bu yıl ülkenin dört bir tarafı yangın yeriydi. Gezi Direnişi’yle başlayan ve yer yer hala devam eden olayların ortasındaydılar. Ben onlara acılarını, hikayelerini anlatmalarını isteyemezdim. Siyah beyaz televizyondan izleyen o çocuğun hala büyümediğini, “Sivas-Madımak üzerinden 20 yıl geçti neler söylemek istersen” diyemeyecek kadar da gazeteciliğimi bir yana bıraktığımı gördüm.Yok, yapamazdım.

Ülke yine yangın yeri

Sustuğum anda Serdar’ın maili geldi. Serdar aynen şunları yazdı:

Bu yıl bizim için biraz farklı: 20. yılımız. Acımızın, öfkemizin dinmediği, mahkememizin halen devam ettiği 20 yıl… Kazandığımız bir şey var mı? Yok. Ne Madımak’ı müze yapabildik ne de yeniden düzenlenip Madımak tabelasının söküldüğü ve bilim-kültür merkezi yapılan yere katillerin ismininde çakılmasına engel olabildik. O isimleri oradan indiremediğimiz gibi, “dostlarımızın ismini kaldırın, siz katillerinizle övünün” çağrımıza da kulak asmadılar. Firari sanıklardan birine Alman vatandaşlığının verilmesi de yaramıza tuz-biber oldu. 20. yılımıza dair bir şeyler yazmak isterdim lakin senin de bildiğin gibi ülke yine yangın yeri. Herkes gibi Madımak ölümsüzlerinin aileleri olarak bizler de günlerdir sokaklarda, kurulan barikatlardayız. Yeni genç ölümler olmasın diye sesimizi yükseltirken, Madımak’ta yaşadığımız acının başkaları tarafından yaşanmaması gayretindeyiz. Herkes kadar direnmeye, gerici faşizme teslim olmamaya çalışıyoruz. Günlerdir sana ne yazayım diye kıvranıyorum ama bütün yurtta insanlar ayakta AKP ve onun kolluk gücü polise karşı durmaya çalışırken, Sivas’a dair cümle kurmak güç, hatta imkansız oluyor.

Onları rüyamda görseydim

20 yıl geçti tam. Henüz 12 yaşındaydı Koray, Ablası Menekşe ise 14 yaşında. Cesetleri birbirine sarılı bulundu. Hüsniye Kaya iki evladını yangınlara vermişti. 1 yıl sonra bir kızı oldu Kaya’nın adını Menekşecan koydu; ancak acısı dinmedi. Menekşe’den önce belgeseli bizleri Madımak yangını ortasına bırakıp gitti.

İki evladını kaybeden Hüsniye Kaya bir anlatımında duygularını şöyle ifade ediyor: “Hani hikayelerde vardır ya; deseler ki bana ‘hayatta ne istersin?’ İki şey isterim; biri kızım Menekşecan’ın mutlu olmasını; diğeri ise… Menekşe’m ile Koray’ımı rüyamda görmek isterim. Menekşecan, yavrularımı kaybettiğimde daha doğmamıştı ama o rüyasında görüyor. Bir ben göremiyorum. Görsem de çok uzaktan görüyorum:‘bağırıyorum, gitmeyin ben sizin yanınıza geliyorum’ diyorum. Suyun, gölün bir yakasında yavrularım bir yakasında ben. Yüzlerini seçemiyorum. Sesimi duyuramıyorum. ‘Çok üzülüyorsun, ondan rüyanda göremiyorsun’ diyorlar. Bilmiyorum ondan mı? Keşke rüyama girseler; onları görmeyi o kadar çok istiyorum ki…”

Hedef göstermeler arttıkça yazmak naif kalıyor

Sivas Madımak’da canı yananlardan biri de “Sizin hiç babanız yandı mı?” diye seslenen Zeynep Altıok’tu. Babası Metin Altıok ve Madımak Katliamı’na dair Zeynep’ten kısa notlar isterken nasıl zorlandığımı fark etmiş olmalıydı. Yazdığım maile tebessüm etmiş, rahatlatmıştı beni. Uzun uzun yazışmalarımızdan bu yazı için aldığım bir kısa not aktaracağım. İlk sorduğum sorunun yanıtı: “Sizin hiç babanız yandı mı?” yazısının öyküsü.

“Ben o yazıyı zaten başımıza gelen felaketin ardından uzun süren bitkinlik ve yılgınlıkla yazmıştım. Yani aslına bakarsanız benim hayatımı değiştirip karartan yazı değil 2 Temmuz 1993’te ayaklanan siyasi ideoloji ve onu besleyip koruyan devlettir. Kaleme aldığım isyanın zaten zor olan hayatımı daha da zorlaştırdığı gerçek elbette ama ne yazık ki bu da bir sürpriz değil. Görünen o ki önümüzde daha yazılacak çok yazılar ve nice zorluklar var. İçinden geçtiğimiz günlerde bu katliama zemin hazırlayan kötülüğün dili en ağır formuyla her gün vücut buluyor. Nefret söylemi, ayrımcılık kendinden olmayan herkesi hizaya çekerek beğenmediği herkesi “geriye kalan %50″ diye kodlayan zalimin dilinden düşmüyor. Hedef göstermeler tehditler sürdükçe adaletsizlikler ve şiddet arttıkça yazı yazmak birilerine seslenmek de naif kalıyor. ”

Zeynep Altıok ve Serdar Doğan’ında dediği gibi; katliamlar devam ederken, ülke yangın yeriyken ve adalet hala yerini bulmamışken yazmak ne ki?

Bugün Türkiye yangın yeri; Ethem Sarısülük’ü vuran polis serbest, hakim, “vicdanım rahat” diyor. Erdoğan “polisimiz kahramanlık destanı yazmıştır” ifadelerini kullanıyor. Bu ülke aslında 2 Temmuz’dan bu yana yanıyor.

Şimdi bu yangına dur demek için, bir kez daha adalet için, Madımak’ın 20. yılında Sivas’a çağrı yapılıyor. Türkiye’ye tarih yazdıran direnişçiler, STK’ler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, oyuncular, müzisyenler, şairler, ressamlar, avukatlar, akademisyenler… Belki yeniden dirilme vaktidir!

***

Festivale gitmek istemişlerdi

Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında Sivas’a giden, 1 Temmuz’da salonların dolup taştığı paneller düzenleyen, semah gösterileriyle kalabalıkları coşturan sanatçı ve aydınlar, 2 Temmuz günü Madımak Oteli’nde alevlerin ortasında kaldılar. 33 aydın ve sanatçının, 2  otel görevlisinin hayatlarını kaybettikleri saatlerde, dışarıda birikmiş güruhun sloganları geliyordu ve 8 saat yangında beklediler.

Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000’e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı sonrasında oteli yangın yerine çevirdi. Aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin,Ozan Türkyılmaz’ın bulunduğu 33 kişiyle 2 otel görevlisi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi.

51 kişi kurtuldu

Aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin’i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.

İnkar ve yalana devam ettiler

AKP’nin Sivas’la ilgili iddiası ise hiç bitmedi. Sivas Katliamı’nın Ergenekon işi olduğu, Ergenekon’un PKK’yi ve bazı sol örgütleri taşeron olarak kullandığı yönündeki iddiaları ortaya attı.  Onlara göre, Madımak Oteli’nin önünde toplanarak alevleri gördükçe tekbir getiren gericiler ağır tahrik altındaydı. Tıpkı o gün Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in, Başbakan olan Tansu Çiller’in iddia ettiği gibi… Ancak Sivas’ta olanlar unutulmadı. Kanıtlar ve tanıklar, katliamı aydınlattı.

Sivas zaman aşımına uğradı

Dava süreci bir yandan devam ederken yargı kararı bir utanca daha imza atmıştı. Önce 2 Temmuz 2012’de anmaya gidenler polis saldırdı. 13 Mart 2012’de ise aileler bir acı haber daha aldı: Sivas davasında zaman aşımı kararı verildi. Böylece 5 firari sanık ceza almaktan kurtuldu.

Başbakan da hayırlı olsun demişti!

İlk açıklama Başbakan Erdoğan’dan gelmişti. Sivas davasında alınan zaman aşımı kararı için grup toplantısında yaptığı konuşmada “milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olsun” açıklamasında bulundu. Zaman aşımına iki gün kala HSYK Başkanvekili İbrahim Okur’un “sona yaklaşıldı, bu saatten sonra Madımak için yapılabilecek bir şey yok” demesi kararın önceden alındığını kanıtlar niteliğindeydi.

Zeynep Altıok’un yazısı için:

https://dunyalilar.org/sizin-hic-babaniz-yandi-mi.html

GÜLŞEN İŞERİ /Birgün

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu