Tarihi görmek istediğimiz gibi göremeyiz; böylesi resmi tarih anlayıșına benzer. Tarihi, olgular, olaylar ve kavramları birlikte ele alarak diyalektik nesnel süreçten sonra anlayabiliriz. Tarihi anlamak hem dünü, hem bugünü kavramamızı sağlarken, aynı zamanda geleceğe ilișkin öngörüde bulunmamızı da kolaylaștırır. Eğer tarihi olduğu gibi nesnel olarak değil de, görmek istediğimiz gibi görürsek, yalnızca dünü değil, bugünü ve geleceği de yanlıș anlamıș oluruz. En tehlikelisi ise, bir resmi tarihe karșı çıkarken, diğer bir resmi tarih olușturmaktır.
Aynı döneme, o dönemi birlikte yașayan farklı gözlerden bakmak tarihi ve olayları daha iyi anlamayı sağlayacaktır. Son dönemde Emma Goldman’ın “Hayatımı Yașarken” (2 Cilt), Nadezhda Krupskaya’nın “Lenin’den Anılar” (3 cilt) ve Aleksandra Kollontai’ın “Birçok Hayat Yașadım” kitaplarını birlikte okudum. Üç kitabın toplamı 2150 sayfa civarında. Kitaplar “anı” türünde ve hemen hemen aynı dönemde yașayan üç ünlü mücadeleci kadının izlenimlerinden olușuyor.
1905 Rus devrimine giden ve oradan da 1917 devrimine gelen süreci anlamak için birçok okuma yapmak gerekiyor. Ayrıca Sovyet rejiminin ilk döneminde olanları da “resmi tarih” dıșında anlamaya çalıșmak ufuk açıcı oluyor. Bu kitapların yanısıra, yine o dönemlere değinen Chris Harman’ın “Halkların Dünya Tarihi” ile Murray Bookchin’in “1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri”, yine Goldman’ın “Rus Devriminin Çöküș Nedenleri” adlı kitaplarını da okudum.
1905 devrim dönemine ilișkin Bookchin șöyle der: “Proletaryanın özyönetim kurumlan olarak sovyetleri ilk yaratan 1905 Devrimi’ydi. Otokrasinin sendika ve işçi partisi gibi Batı Avrupa’ya özgü aracı işçi sınıfı örgütlerini büsbütün bastırması, Rus işçilerini sil baştan kendi kurumlarını yaratmaya zorlamıştı. Büyük oranda çok çeşitli koşulların işçileri zorlamasıyla Petersburg’da 1905 sovyeti oluştu.”[1]
Nadezhda Krupskaya, Lenin’in eși ve yoldașı olarak o dönemi zorluklarıyla birlikte biraz iyimser açıdan ele almıș. Yani Lenin’in eși ve yoldașı olduğundan, onu doğal olarak mükemmel, hatasız bir insan ve lider portresiyle çizmeyi tercih etmiș. Krupskaya, Avrupa’daki sürgün günlerinden devrim sonrasına kadar olan süreçteki anılarını anlatıyor.
Krupskaya șöyle yazıyor: “Sol komünistler’e ve onların devrim edebiyatına Lenin’in nasıl bir öfkeyle karșı çıktığını insan anlayabiliyor. 21 Şubat 1918’de Pravda’da șöyle yazıyordu: ‘Devrim edebiyatına karșı savașmalıyız, ne pahasına olursa olsun savașmalıyız ki, sonradan bizim hakkımızda acı gerçeği açıklayan șu sözler söylenmesin ‘devrimci bir savașa ilișkin devrim edebiyatı devrimi öldürdü.”[2]
O günlerde Sovyet hükümetine karșı yapılan her eleștiri, devrime karșı olarak niteleniyordu Hükümet tarafından.
Aleksandra Kollontai, 1900’lü yılların bașından 1905 Rus Devrimi’ne ve 1917 Ekim Devrimi’ne ve sonrasına kadar olan süreçte devrimci hareket ile olan ilișki ve bağını arttırıyordu. Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin ile de dostça bağları da vardı. Kadın emeği üzerine çeșitli çalıșmalar yapıyordu. Ekim isyanından sonra Lenin’in kurduğu Birinci Sovyet Hükümeti’nde Devlet Yardımı Bakanlığı’na getirilir. Daha sonraları parti içindeki çeșitli tartıșma ve ayrıșmalarda, yurtdıșına elçi olarak gönderilir. Kollontai’ın kitabında da, Krupskaya’nın kitabında olduğu gibi Lenin’e ve hükümete yönelik en küçük bir eleștiri yer almıyor. 3-4 dili çok iyi derecede konușan, çok yönlü bir insan olan Kollontai, zengin burjuva bir aileye mensuptu. Yalnızca fiili olarak mücadeleye katılmadı, bunun yanısıra yazdıklarıyla da kendisini geliștirdi ve partideki varlığını gösterdi. Yazmayı o kadar seviyordu ki, yașlandıktan sonra hasta yatağında șöyle diyordu.
“Her zaman severek yazdım. Bugün 78 yașındayken bile seviyorum. Ancak kendimi yetenekli değil, vasat bir yazar olarak görüyorum.”[3]
Kollontai, Lenin’e hayran bir insan olarak kitabını kaleme almıș. Hatta abartılı anlatımlar da mevcut yer yer. Bir yerde șöyle diyor Lenin için: “İnsanlık tarihinde, tüm dünyada, kadının kurtulușu için, Vladimir İlyiç’ten çok șey yapmıș bir düșünür ve devlet adamı daha yoktur.” [4]
Kollontai, burjuva bir aileden gelmesine karșın, hayatını devrimci mücadeleye adamıș olan bir kadın olarak, o dönemde yașadıklarını anlatmıș. Ancak yine de “sosyalist hükümete” yönelik eleștiriler pek fazla yer almıyor kitabında. Hatta kendisinin partide yașadığı tartıșmaları da kitaba koymamayı tercih etmiș. Kendisi önce Lenin hükümetinde bakan, sonra ise Sovyet Hükümeti’nin Norveç elçisi oluyor. Bir nevi ülkeden uzaklaștırılıyor farklı düșünceleri nedeniyle. Ayrıca o dönemde Emma Goldman, Komünist Parti içinde bir tartıșma olduğunu anlatıyor. Bu tartıșma, Sovyetler döneminde sendikaların nasıl değerlendirileceği konusudur. Bir kısım parti üyesi sendikaların hükümetten bağımsız olarak aynen mücadeleye devam etmesini ve ișçilerin haklarını savunmasını gündeme getirirken, diger bir kısım parti üyesi ise sendikaların bir komünizm okulu olarak ișlevini yerine getirmesini ortaya atarlar. Kollontai, sendikaların bağımsızlığı yanlısı, parti içindeki ‘İșçi Muhalefeti’ grubu yanlısıdır.
“Komünist Alexandra Kollontai bile ekonominin merkezleșmesi ve kolektiflerin dağıtılması yüzünden ortaya çıkan inisiyatif kaybından șikayet etti. Özgün Sovyet demokrasisine dönülmesini savunuyordu. Kasım 1920’de toplanan Onuncu Parti Kongresi’nde Lenin ‘İșçi Muhalefeti’ni küçük burjuva anarșist sapmalar’ olarak suçladı ve benimsedikleri ‘sendikalizm’ ve ‘yarı anarșizm’in Devrim’e yönelik bir tehlike olduğunu ilan etti.”[5]
Goldman bu konuda, “Rus Devriminin Çöküș Nedenleri” adlı kitabında șöyle diyor: “Lenin ve Zinovyev’in başında olduğu ilk gruba göre, “proletarya diktatörlüğü altında sendikaların sadece tek görevleri vardır: komünizmin okulu olmak.”[6] Goldman, bu kitabında ayrıca polis örgütü Çeka tarafından yapılan zulümleri de anlatır.
Murray Bookchin, Kollontai’in parti içi demokrasi konusunda partinin farklı düșünenleri bastırdığı șeklinde eleștirisi olduğunu belirterek șöyle diyor:”partinin, ‘parti içinde demokrasiye, düşünce özgürlüğüne ve eleştiriye’ geri dönmesi gerektiği uyarısında bulunuyordu… Kollontai, diktatör otoritesini artık tek adamlı yönetim sistemi altında uygulayan ayrıcalıklı uzmanları kıyasıya eleştiriyordu. Angelica Balabanoff’un belirttiği gibi bu, partinin birliğine bir tehditti. Yaptığı hücum sırasında Lenin, konuyla hiç ilgisi olmadan, Kollontai’ın özel hayatıyla [Şliapnikov’la olan eski ilişkisiyle] ilgili belli imalarda bulunacak kadar ileri gitti.”[7]
Sonuçta sendikaların birer komünizm okulu (pratikte de hükümet destekçisi) olmasını isteyenler kazanıyor. Kollontai da bir nevi tasfiye ediliyor ve yurtdıșına Sovyet elçisi olarak gönderiliyor. Ancak Goldman, Kollontai’ı partiden atmakla tehdit ettikleri için, onun boyun eğdiğini yazıyor. Kollontai ise konunun bu yönüne, kitabında hiç değinmiyor. Kollontai kitabında Sovyet Hükümeti’ne ve Lenin’e doğrudan bir eleștiri getirmiyor. Hatta sendikal çalıșmaların engellenmesi ve grevlerin zor kullanarak ezilmesi, Kronstadt olaylarında katledilen denizciler… gibi olayları da görmezden geliyor; bütün o döneme hükümet kanadından Sovyet resmi tarihi açısından bir bakıș yapıyor. Daha çok günlük olayları ve yașadıklarını, sistemi eleștirmemeye dikkat ederek anlatıyor. Tıpkı Kruspkaya gibi. Çünkü bu devrimci iki kadının kendileri de Sovyet hükümetinin bir parçası olmușlar.
Emma Goldman, içlerinde o dönemi en nesnel șekilde yașadıklarını anlatmıș kiși. Goldman bolșevik değil, anarșist olduğundan, daha nesnel ve korumaya çalıșmadan eleștirilerini sıralamıș. Aslında ilk dönem o da Sovyet hükümetine Berkman ile birlikte destek veriyor ve eleștirmekten kaçınıyor. Ancak gördükleri karșısında tepkisiz kalamıyor. Amerika Birleșik Devletleri’nden, Sovyet Rusya’ya devrimin hemen ertesinde sınır dıșı edilen Goldman, sonraları Lenin’le görüșür. Ama ilk șașırdığı șey, Lenin’in çalıșma odası olarak Çar’ın Kremlin sarayındaki odalarından birisini kullanmasıdır.
Ayrıca bazı ișçilerin yaptığı grevlerin nasıl ezildiğini de anlatıyor o dönemde. Goldman’ın, yoldașı Aleksandr Berkman ile birlikte Sovyetler Birliği’nden kopmasına neden olan olay ‘Kronstadt ayaklanması’ oluyor. Kronstadtlı denizciler bu eylemlerinin, grevlerle, proleterlerle dayanıșma için olduğunun altını çiziyor ve eylemlerinin Sovyet hükümetine yönelik olmadığını belirtiyorlardı. Ancak buna rağmen hükümet güç gösterisi için binlerce denizciyi öldürmeyi yeğledi. İșçi grevlerini desteklemelerine karșın, ‘karșı devrimci’ olarak suçlanan denizciler yok edildi. Bu da Alexander Berkman ve Emma Goldman’in bizzat tanıklık ettikleri bir tarihtir.
Goldman, o günleri kitabında șöyle anlatıyor: ”
“Aydınlar, bir zamanlar Devrim’in yoluna meşale tutan o kadın ve erkekler, düşünceleriyle yol gösterenler, yazarlar ve şairler! Onlar da bizim kadar çaresizdiler ve bireyse! çabaların umutsuzluğuyla uyuşup kalmışlardı. Yoldaşlarının ve arkadaşlamun çoğu hâlâ hapiste ya da sürgündeydi; bazılan ise idam edilmişti. Her türlü insani değerin çökmesi onları tüketmişti.”[8]
Goldman bu olaydan çok etkilenmiș ve Sovyet Devrimi’nin özgürlük getireceğine ilișkin inancı tükenmiști ve bu da, bu olayla birlikte iyice netleșmiști.
“Komünist Partisi’nin Onuncu Kongresi’nde Lenin, beklenmedik bir şekilde, Komünizm ilahisinin yerine, aynı ölçüde ilham verici Yeni Ekonomik Politika türküsünü söylemeye başladı. Serbest ticaret, kapitalistlerin ayrıcalıkları, fabrika ve çiftliklerde ücretli işçi çalıştırılması, üç yıl boyunca karşı-devrimci olarak lanetlenen ve hapisle, hatta ölümle cezalandırılan ne varsa hepsi, Lenin tarafından şimdi diktatörlüğün şeref bayrağına yazılıyordu… Naif denizciler, Lenin ve partisinin kayıtsız şartsız yerine getireceğine söz verdiği, Devrim’in ‘bütün iktidar Sovyetlere’ sloganını ciddiye almışlardı. İşte onların affedilmez suçu buydu. Dolayısıyla, onlan ölüm paklardı.”[9]
Bir grevi destekleyen Sovyet denizcilerinin isyanı, Troçki önderliğindeki kızılordu tarafından ezildi ve Troçki tarafından yayınlanan bildiride șöyle denecekti: “Sovyet hükümeti nihayet demir bir süpürgeyle anarșizmi Rusya’dan kovdu.” [10]
İsyancıların kayıpları hakkında bir kayıt bulunmamakla beraber tarihçiler 2000 civarında bir rakam vermektedir. Resmi Sovyet rakamlarına göre 1000 isyancı öldürülmüş, 2000’i yaralanmış, 6500’ü esir edilmiş, 8000 kiși de Finlandiya’ya kaçmıştır. Resmi rakamlara göre Kızılordunun kaybı ise 527 ölü ve 3285 yaralıdır. İsyanı izleyen aylarda 1000 civarı esir serbest bırakılacak, 1500 kiși de kürek mahkûmluğuna çarptırılacaktır.
İște bu olay, Berkman ve Goldman’ın Sovyetler Birligi’ni terk etmesine neden olur. Çünkü terk etmeseler ve içeride muhalefet yapsalar öldürüleceklerdir.
Her biri hayatını insanlığa ve mücadeleye adamıș üç kadın devrimcinin tarihe tanıklık eden anlatımlarını bir arada okumak, ve bu konuyla ilgili diğer kitaplarla birlikte o dönemi de daha nesnel değerlendirmekte yardımcı oluyor.
Tarihi nesnel olarak anlamak, resmi tarih dıșında, yapılan “yanlıșları bilmek” (doğruları da elbette) daha özgürlükçü bir dünya arayıșında yardımcı olacaktır.
Tarihi görmek istediğimiz gibi göremeyiz; böylesi resmi tarih anlayıșına benzer. Tarihi, olgular, olaylar ve kavramları birlikte ele alarak diyalektik bir nesnel süreçten sonra anlayabiliriz. Tarihi anlamak hem dünü, hem bugünü kavramamızı sağlarken, aynı zamanda geleceğe ilișkin öngörüde bulunmamızı da kolaylaștırır. Eğer tarihi olduğu gibi nesnel olarak değil de, görmek istediğimiz gibi görürsek, yalnızca dünü değil, bugünü ve geleceği de yanlıș anlamıș oluruz. En tehlikelisi ise, bir resmi tarihe karșı çıkarken, diğer bir resmi tarih olușturmaktır.
Erol Anar
Haziran-Ağustos 2016
Brezilya
Dünyalılar
Dipnotlar
[1] Murray Bookchin:”1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri”, Cilt: 3, Dipnot Yayınları, 2011, Ankara, s. 147.
[2] N. K. Krupskaya: “Leninden Anılar”, 3. Cilt, Odak Yayınları, Çev: Mehmet Şimșek, Ankara, s. 93.
[3] Aleksandra Kollontai: “Birçok Hayat Yașadım”, İnter Yayınları, Anı Dizisi 1, Çev: S. Kaya, Birinci Basım: Mayıs 1989, İstanbul, s. 392.
[4] Kollontai, age, s. 420.
[5] Cohn-Bendit, ‘Obselete Communism’, s.226, akt: Peter Marshall: ‘Anarşizmin Tarihi’, İmge Yayınevi, 2003, Ankara.
[6] Emma Goldman: “Rus Devriminin Çöküș Nedenleri”, Çev; Yakup Coșar, Dipnot Yayınları, Birinci Baskı: 2008, Ankara, s. 51.
[7] Murray Bookchin, age, s.361-363.
[8] Emma Goldman: “Hayatımı Yașarken”, II. Cilt, Kaos-Metis Yayınları, İstanbul, 1997, s. 893.
[9] Goldman, age, s. 895.
[10] Volin, Nineteen-Seventeen, The Russian Revolution Betradted, Liberitarian Book Club, New York, 1954, s. 154. age.