manşetYaşam

Yasaklarla Covid-19: Ekmek ve Anksiyete

Yasaklarla Covid-19: Ekmek ve Anksiyete

Bugünlerde neredeyse hepimiz büyük çaplı bir salgın tarafından kuşatılmış
durumdayız. Bazılarımız belki henüz virüs kaynaklı sağlık sorunları yaşamıyor. Ne
var ki Sars ve Mers’ten sonra modern zamanların en bulaşıcı hastalıklarından biri
olarak kabul edilen ve ‘Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘pandemi’ olarak ilan ettiği covid19
gerek psikolojik gerek politik gerekse ekonomik göstergeleriyle çoktan hepimize
sirayet etmiş durumda.

ekmek_parasi_simit

Dünya çapında oldukça fazla okura hitap eden birçok filozof, yazar ve
eleştirmen artık küresel bir mesele haline gelmiş olan covid-19’a farklı
perspektiflerden yaklaşıyor ve salgının sonuçlarına dair bize bazı çözümlerde, tabiri
caizse bazı politik ‘reçete’ler sunuyorlar. Başta dilbilimci Noam Chomsky’nin salgına
neoliberal bir eleştiri bombardımanı(1) olarak yaklaştığı röportajı ve asıl tehdidin
covid-19 sonrası küresel ısınmayla geleceğini belirttiği yazısı(2) , ‘Pandemic’ kitabı
yakında çıkacak olan Sloven filozof Slavoj Zizek’in insanlığın hayatta kalması için
küresel komünizme işaret ettiği(3), Homo Sapiens kitabıyla tanınan yazar Yuval Noah
Harrari’nin mahremiyet ve sağlık arasında çıkacak savaşta sağlığın galip geleceğini
fakat bunun da totaliter rejimlere yarayacağını savunduğu(4) ve de Stoa’cı
filozoflardan referanslarla kendimizi en kötü senaryoya hazırlayarak bu süreci daha
az kayıpla geçirebileceğimize vurgu yapan(5) Alain De Botton’unki başta olmak üzere
birçok metin covid-19’un neden bir krize dönüştüğünü ve sonuçlarının ne
olabileceğine dair nitelikli yorumlar olarak okunabilir. İçerikler ideolojik
eğilimlerinizle zıtlık taşısa bile bazı metinlerin hem ekonomik hem de politik olarak
küresel çapta kayda değer birçok önemli kaygıyı/analizi/savı içinde barındırdığını
kabul etmeliyiz.

Ne var ki modernliği bir ‘kendilik bilinci’ olarak tecrübe edemeyen, Sanayi
Devrimi gibi büyük bir ekonomik/toplumsal kırılma yaşa(ya)mayan, kapitalist düzene
geç(e)memiş ve sınıf bilincinin keskin ifadelerle ortaya kon(a)madığı ve sosyal
mesafe kavramını bir salgın aracılığıyla deneyimleyen bir ‘modernleşme’ ülkesi olan
Türkiye’de bu kıymetli yazarların ne kaygılarının, ne de ütopik reçetelerinin karşılık

bulması pek mümkün gözükmüyor. Bu iddiam sığ bulunabilir, elbette
genişletilmeli(ydi). Ancak benim metinde dikkat çekmek istediğim büyük iddialardan
ziyade pandemiyi ve yaşadığımız sıkıntılı dönemi daha temel kavramlar üzerinden
incelemek.

Gelişmekte olan birçok ülkenin vatandaşlarının olduğu gibi biz Türkiye’lilerin
büyük bir bölümü de Covid-19 salgınını, gelecek kaygısı, can sıkıntısı, işsiz kalma
korkusu ve bugün ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla birlikte iyice gün yüzüne çıkan
kıtlık endişesi gibi temel gereksinimler/sorunlar ekseninde deneyimlemekteyiz.

Eminim ki birçoğumuz sokağa çıkma yasağı uygulanmasından hemen önce
fırınlara, bakkallara ve marketlere hücum eden insan manzaralarına şahit olmuştur.
Belki bazılarımız o manzaranın bir parçası olmuş
ya da olmak zorunda kalmış bile olabilir, inanırım. Belki de o manzaraları cehalet olarak yorumlayan taraftasınız.
Ülkece kişileri veya kitleleri cahil olarak yaftalamak ya da cehalet damgasıyla
aşağılamak sıklıkla tercih ettiğimiz bir ötekileştirme biçimidir; sınıfsal olduğu
unutulmamalıdır ve ötekine kulak tıkamak, sırt çevirmek, hor görmek aynı zamanda
asla anlamayı istememekle özdeşleştirilebilir.

Oysa anlamayı o ünlü Nobel Edebiyat ödülü konuşmasında ne de güzel ifade
eder Camus. Sanatçının kendisini, onsuz yapamayacağı bir güzellik ile kendini
koparamayacağı toplum arasında bir yerde konumlandırması gerektiğine işaret
ettikten sonra cümlesini “İşte bu yüzden gerçek sanatçılar hiç kimseyi ve hiçbir şeyi
hor görmezler. İnsanları yargılamaktan ziyade, anlamakla yükümlüdürler.” (6) olarak
bitirir. Elbette hepimiz bu hassasiyeti taşımak zorunda değiliz ancak ben dün gece
eğitim düzeyi ve yaşı fark etmeksizin ülkemizde böylesine ciddi bir salgın varken
insanları sokaklara döken bazı temel sebeplerin olduğuna inanıyorum.

Salgının yarattığı psikolojik baskı ve yasağın iki günden on iki güne
çıkabileceğine karşı duyulan şüphe insanları sokağa dökmüş
olabilir. Yasağın
başladığı ilk gün polisin sokakta cezai işlem yapabileceğine karşı duyulan korku da
bir gerekçe olarak gösterilebilir. Belki yanıt bu durumlardan bile daha basit ve
insanidir. Belki de dün gece Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden çekilmiş
fotoğraflara ve
videolara dikkatlice bakıldığında en büyük kalabalıkların fırınların önünde olmasında
gizlidir: Yani ekmekte! Milyonlarca insanın çalışmayı betimlemek için kullandığı
‘ekmek parası’ndaki ekmek, hani şu yemin ederken ‘ekmek mushaf çarpsın’daki,

hatta bir yemin bozulacağı zaman insanların kafasında böldüğü, belki de şu anda
karantinadaki evinizde yaptığınız ve kişisel sosyal medya hesabınızda paylaşmak
üzere en güzel fotoğrafını çekmeye çalıştığınız ekmek hani!

Babaannem çocukluğumuzda bizi sofraya çağırırken ‘haydi bakalım ekmek
yemeye’ diye seslenirdi. Her defasında besinlerin tamamını ekmek olarak ifade
etmesine kardeşimle birlikte çok güler, annemize ve babamıza -komik sandığımız-bu
genellemeyi anlatırken çok eğlenirdik. Babaannemin annesi vardı bir de. Haminne
derdik. Bazı ziyaretlerimizde lolipoplarımı elimden alır, dişsiz ağzıyla çabucak yiyip
bitiriverirdi. Babaannem, haminnemin dişlerinin I. Dünya Savaşı(7) sırasında mahsur
kaldıkları gemideki kıtlıktan ve deniz suyu içtikleri için kolayca döküldüğünü
söylerdi. Misafirlerin yanında sürekli açım diyen babamın boynuna koca bir ekmek
asan ve bitirmediği her dakika onu şamarlayan yine babaannemdi. Babam bir yandan
ekmeği, bir yandan da dayak yediği anıyı bizlere gülerek anlatırdı. Haminnemin
ölmeden önce televizyonda yayınlanan Kardak Krizi(8) haberlerini duyduğunda savaş
çıkacak korkusuyla evdeki ekmekleri toplayıp odasına kaçtığını ve ağladığını
anlatmıştı babam bir keresinde. Hiç gülmemişti. Sonra bir gün deprem oldu. On üç
yaşındaydım. Babam üzerimize devrilen vitrinlerin, gardıropların arasından bizleri
dışarı fırlattıktan hemen sonra -artçılar devam ederken-eve tekrar girip ekmek alıp
çıkmıştı. Aylık geliri yoksul bir ailenin gelir düzeyinin üzerinde olsa da o daima
ekmek parası için, evine ekmek getirebilmek için çalıştığını söyleyip dururdu. Bu
tavrın, cümlelerin altındaki psikolojik ve kültürel anksiyetenin temellerini bilmeksizin
kardeşim ve ben yine kıs kıs gülerdik. “Baba ekmeğimiz var ya, ne ekmeği’ derdik.
‘Gülün bakalım’ derdi.

Albert Camus Denemeler(9) adlı eserinde bugünün insanının sayısız yığınlar
halinde daracık yeryüzünde çile doldurduğunu belirtir ve ekler: “Ateşten ve yiyecekten
yoksun günümüz insanı için özgürlük hiç de acelesi olmayan bir lükstür.” O günün
insanı ile günümüz insanı arasında pek bir fark olmadığını ve dün gece markete,
bakkala koşan insanların durumlarının da aynı yoksunluk üzerinden değerlendirilmesi
gerektiğine inanıyorum. Elbette bu bilinçsiz tavrı tasvip etmiyorum ancak onlara
sosyal medya üzerinden küfür, rencide edici cümleler kuran insanlara bazı sorularım
var.

Acaba yasak öncesi fırınlar ve bakkallar önünde kuyruk oluşturan insanlara
hakaretler ederken zaten onların normalde de ‘ekmek parası’ kazanmak için
kalabalıklarla temas ettiğini ve toplu taşıma ile işe gidip gitmediğini kaçımız merak
ediyoruz ?

Bizler konforlu evlerimizde otururken onların arasında bazen temel bazen
şımarıkça siparişlerimizi bize ulaştırmak için çalışan kargo kuryelerinden biri olduğu
kaçımızın aklına geldi ?

Belki de günler, haftalar sonra aranızdan bazılarının covid-19’a
yakalanacağını ve ihtiyacınız olan plazmaların bu insanlar arasından çıkarak
hayatınızı kurtarabilme ihtimalini olduğunu hiç mi düşünmüyorsunuz ?

Bu soruları sordukça toplumsal gerilimlerin azalacağını ve zihni dünyamızın
genişleyeceğine olan inancım tam. Bu ülke insanının zengin, fakir, genç ve yaşlı
olmaksızın mayasında da hamurunda da yoksunluk ve bilinçsizlik olduğu kadar
paylaşmak ve fedakarlık olduğunu da hatırlatmak istedim sadece. Camus’tan
referansla ‘kimseyi hor görmeden ve yargılamadan anlayabilmeye çalışmak amacım.
Ötekileş(tir)meden, yabancılaş(tır)madan. Terentius’un da dediği gibi(10)çünkü: Ben bir
insanım; ve insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir.

Ersin BERK

Subü Ferizli Myo Grafik Tasarım Ögr. Gör

ersinberk@subu.edu.tr

1
https://www.tv5.com.tr/haber/1730/chomsky-korona-virusu-daha-buyuk-krizlerin-kucuk-bir-kesiti.html

2
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/asil-bela-virus-sonrasi-geliyor-plani-acikladilar-274541h.htm
3
https://www.haberturk.com/zizek-insanligin-hayatta-kalabilmesi-icin-kuresel-komunist-tedbirlere-ihtiyac-var-2625909
4
http://www.diken.com.tr/yazar-harari-salgindaki-gozetim-onlemleri-totaliter-rejimlerin-temelini-atabilir/
5
https://medyascope.tv/2020/04/02/alain-de-botton-koronavirus-gunlerinde-huzuru-bulmak-icin-karamsar-olun/
6
http://www.sabitfikir.com/dosyalar/camusun-nobel-konusmasi-gercek-sanatci-hor-gormez
7
https://tr.wikipedia.org/wiki/I._D%C3%BCnya_Sava%C5%9F%C4%B1
8
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kardak_Krizi
9
AlbertCamus/
Denemeler/SayYayınları/İstanbul/Çevirmen(ler):Sabahattin Eyuboğlu –VedatGünyol/ s:33
10
https://www.hasanmalay.com/index.php/felsefe/lben-bin-nsanm-ve-nsana-likin-hicbir-ey-bana-yabanc-deildirr

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu