Guatemala küçük bir ülke, Türkiye’den çok uzaklarda, Orta Amerika’da. Uzaklarda ama yakın tarihine bakıldığında Türkiye’ye çok benziyor.
Guatemala’nın “vatansever” ordusu, ülkenin “birliği ve bütünlüğü”, vatandaşların “huzuru ve güvenliği” için Guatemalıları yok etmekten hiç kaçınmamış bir ordu. Guatemala’da 1960 sonrasında kimi tahminlere göre 160 bin kişi öldürüldü ve 40 bin kişi kaybedildi. On binler sürgünde yaşamak zorunda bırakıldı.
Guatemala’nın “vatansever” diktatörleri ülkelerini herkesten çok sevdiler. O kadar çok sevdiler ki, Guatemalıları yok saymaktan ve gerekli gördüklerinde yok etmekten hiç çekinmediler. Bu diktatörlerin en azılısı olan José Efrain Rios Montt geçtiğimiz aylarda soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçlardan hüküm giydi.
Montt’un soykırım suçundan hüküm giymesi, Mayalardan Ixil halkının %5 kadarının yok edilmesinden kaynaklanıyor. Mahkemede sözü geçmeyen başka suçlar da var elbette. Montt ve Guatemala’nın diğer “vatansever” katilleri, balıkları (yani gerillaları) yakalayamadıkları için denizi kurutmak gerektiğine inanıyorlardı. Bu amaçla, denizi –yani Guatemala’yı- yok etmeye kalkıştılar.
Ana Lucia Cuevas, “Nice İnsanın Acısının Yankısı” (The Echo of Pain of the Many, 90 dk, 2011) adını verdiği belgesel film ile Guatemala’nın yakın tarihini gözler önüne seriyor.
Ana Lucia belgeselinde kendi öyküsü ile başkalarının acılarının yankılanmasını sağlıyor. Kendi öyküsü çok acı. Kardeşi Carlos 1984’de kaçırılmış ve kaybedilmiş. Karısı Rosario, Carlos’un serbest bırakılması için bir kampanya başlatmış. Yakınlarını bulmaya çalışan başka insanlarla dayanışma gösterdiği ve hesap sorduğu için o da mimlenmiş; işkence görmüş ve öldürülmüş. Carlos ve Rosario’nun iki yaşındaki oğulları da “vatansever” katiller tarafından öldürülmüş.
Ana Lucia kardeşinin başına gelenler hakkındaki ilk ipuçlarını 1999’da Guatemala’dan kaçırılan bir kara kaplı defterde bulmuş. Defterde, “vatansever” katillerin kaybedilmesini istediği veya kaybettiği 183 kişinin adları, kayıtları ve fotoğrafları yer alıyormuş. Bu 183 ad arasında Carlos Ernesto Cuevas Molina, yani kardeşi de varmış.
Diğer ipuçları 2005’de Guatemala’daki bir patlamada ortaya çıkmış. Patlamayla ortaya çıkan gizli arşivde, değil yüz binler, milyonların nasıl izlendiği, susturulduğu, yok edildiğine ilişkin belgeler bulunmuş.
Bu belgelerin ortaya çıkmasının ardından ülkesi Guatemala’ya dönen Ana Lucia, kardeşi Carlos’un kaybedilmesi ve eşi Rosario’nun öldürülmesine ilişkin gerçeklerin peşine düşmüş.
Bu arayış sırasında başka Carlos ve Rosarioların, “vatansever” katillerin henüz bebekken öldürdüğü çocukların öykülerini dinlemiş. Belgeselinde bu öykülere yer vermiş. (İngiltere, New York, Washington DC, Kosta Rika ve Guatemala’da çekilen belgeselin 11 dakikalık fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
http://www.youtube.com/watch?v=CglV3xhtvU0&feature=youtu.be
Kara kaplı defterde yer alan adların yanlarına birer numara, yani birer kod düşülmüş. Ana Lucia Cuevas’ın kardeşi Carlos’un adının yanındaki numara 300 ile bitiyor. Diğer birçok kayıdın yanındaki numara gibi. 300 “kaybedildi” demek.
Türkiye’de kaç kara kaplı defter var, henüz bilmiyoruz. Bu defterlerde neler yazıyor, hangi kodlar kullanıldı onu da bilmiyoruz.
Bildiğimiz, “vatansever” diktatörlerin yöntemlerinin ve söylemlerinin çok benzer olduğu. Biraz araştırınca, CIA bağlantısını bulmak da zor değil. Guatemala’nın, Arjantin’in, Şili’nin “vatansever” diktatörleri ile ABD yönetimlerinin arası hep iyi olmuş.
Çok önemli diğer ortak özellik, “vatansever” diktatörlerin ve katillerin, gayet dindar insanlar olmaları… Tıpkı Naziler gibi…
Demek ki, “vatansever” veya dindar olmak insan olmak için yeterli değil. Dindarlığı iyi insan olmak sananlar yanılıyor; dindarlığı bir masumiyet göstergesi diye yutturmaya çalışanlar ise toplumu aldatmaya çalışıyor.
Roboski Katliamı’ndan sorumlu kişilerin, Ethem’i, Mehmet’i, Abdullah’ı öldüren, göstericilere acımasızca saldıran, gözaltındaki kadınlara sarkıntılık yapan polisleri öven kişilerin, Madımak Katliamı’ndan, Maraş ve Çorum’dan gocunmamaları hiç şaşırtıcı değil. Türkiye’nin kara kaplı defterleri, acıları onları hiç rahatsız etmiyor. Diktatörlük de onlara gayet uygun… Bugün Türkiye’de kurulmak istenen, tek adam-tek din düzeni korkunç bir düzen, bir diktatörlük. Gezi Direnişi bunu apaçık gözler önüne serdi…
Serdar M. Değirmencioğlu
www.dunyalilar.org